Dengeleri değiştirme ve yeni konumlanışa doğru ilk büyük adım, 11 Eylül saldırısının meşruiyetiyle, Afganistan’da gerçekleşti. Yerel hükümetin oluşturulmasının ardından, asıl gölge yönetimi oluşturacak uluslararası gücün inşasında son aşamaya gelindi. Elbette, tüm bu gelişmeler daha filiz halindeyken, daha savaşın ilk günlerinden itibaren ABD bölgeye paldır kültür dev bir Amerikan üssünü yerleştirdi. Almanya-Fransa (ana AB’ci güçler) kanadı […]
Dengeleri değiştirme ve yeni konumlanışa doğru ilk büyük adım, 11 Eylül saldırısının meşruiyetiyle, Afganistan’da gerçekleşti. Yerel hükümetin oluşturulmasının ardından, asıl gölge yönetimi oluşturacak uluslararası gücün inşasında son aşamaya gelindi. Elbette, tüm bu gelişmeler daha filiz halindeyken, daha savaşın ilk günlerinden itibaren ABD bölgeye paldır kültür dev bir Amerikan üssünü yerleştirdi. Almanya-Fransa (ana AB’ci güçler) kanadı barış gücü içinde etkinlik sağlamaya çalışırken, Rusya ise Kuzey İttifakı içindeki bağlantılarıyla mesafe katetti. Bu her iki ana güç, esas olarak zamana oynamakta.
Bugünlerde Yemen, Filipinler, Sudan ve Somali’deki gibi şeriatçı odaklanmalara dönük nokta operasyonlar sürerken, ABD’nin yeni stratejisindeki ikinci büyük adımın Ortadoğu’ya yönelik olacağı kesinleşti. Aslında bu süreç zaten İsrail’in 11 Eylül’ün hemen ardından başlattığı gerilimi tırmandırma çizgisiyle başlamıştı. Durumdan vazife çıkaran İsrail hızla yeni planı uyarınca Arafat’ı köşeye sıkıştırıp, giderek Arafat’ın altını oyarak Filistin mücadelesini Hamas – İslami Cihad eksenine ittirmeyi hedefledi. Uluslararası planda çok kolayca gayri-meşru zemine düşürülecek olan Şeriatçılık eksenindeki yeni Filistin mücadelesini ezebilecektir. Bu arada da yeni topraklar işgal edecek, parçalara bölünmüş, dar alana sıkışmış aşırı kontrol altındaki yeni Filistin yönetimi de artık “terörün beşiği” olmaktan çıkabilecektir. Bu nedenlerle bu proje ABD’nin de tam desteğini almış durumdadır. (Daha fazla ayrıntı için bkz. Ergin YILDIZOĞLU’nun 10- 12- 17 Aralık tarihli makaleleri)
Tüm bunlar Ortadoğu’nun bir ucunu kontrol altına alan ayağı oluştururken, diğer ucunu (ve tabii petrol kuyularını da) kontrol altında tutacak ikinci ve ana ayağı oluşturan gelişme ise, Irak’a yönelik olacak. Irak operasyonunun biçimi açısından (çok zayıf bir olasılık olarak darbe biçiminde gelişmesi bir yana bırakılırsa) iki seçenek üzerinde duruluyor: 1) İç muhalefetin askeri güç olarak önplanda olacağı Afganistan modeli 2) Yabancı askeri güçleri esas alan bir kara harekatı. Birinci seçenek, muhalefetin güçsüzlüğünden kaynaklı olarak daha zayıf ihtimal olurken, şimdilik ikinci seçeneğin ağır bastığı anlaşılıyor. Kuşkusuz yabancı bir askeri gücün kara harekatı denilince de akla ilk Türk ordusu geliyor.
Dış Gelişmeler ve Türkiye
Bahar-yazbaşı olarak düşünülen Irak operasyonunun netleşme aşamasında Ecevit’in Ocak ayındaki Washington ziyareti gündeme gelecek. Ecevit şimdiden “Türkiyenin Irak politikasının Washington ziyaretinin ardından belirginleşeceğini “söyleyerek aslında pek pazarlık gücümüzün olmadığını da itiraf etmiş durumda. Kısacası, Türkiye bu operasyonun neresinde ne kadar yeralacağını; ardından Irak’ta ne tür bir plan uygulanacağını; plan çerçevesinde Türkiye’ye ne rol biçildiğini; bunlar karşılığında Türkiye’ye “pastadan” ne pay düşeceğini Ecevit’in Washington ziyareti sonrasında öğrenecek. (Elbette orta vadede Türkiye açısından evdeki hesabın çarşıya uyup uymayacağını hep birlikte göreceğiz.)
Türkiye, önünde Arjantin gibi bir örnek dururken, gelişmeler etrafında ayak sürçmeyi bile seçemeyeceğinin bilinciyle Amerikan saflarına heyecanla katılarak ev ödevlerini harfiyen yerine getiriyor. Kıbrıs’ta Denktaş manevraları ve AGSP konusunda atılan geri adımlar Laeken zirvesinde Türkiye’nin neredeyse unutmaya başladığı AB üyeliği heyecanının yeniden biraz gıdıklanmasına yolaçtı. Bu gıdıklanmanın nedenini, Almanya-Fransa ekseninde gelişen AB politikalarına karşı 11 Eylül sonrasında AB’yi içerden İngiltere’nin artan hareketliliğiyle sarsmayı hedefleyen ABD’nin, Türkiye’yi de ısrarla bu koroya doğru ittirmeye çalışmasında aramak gerekir.
Bu süreçte AB ile Türkiye ilişkilerindeki kritik sorunların çözülmesi değil, esas olarak zamana yayılması hedeflenmekte. Özellikle Kıbrıs konusunda Denktaş’ın yaptığı hamlelerin Türkiye’ye zaman kazandırdığını ve 2002 yılına sıkışmış olan çözüm takvimini uzatacağını görmek gerekir. Artık AB içinde sorunlu bir Güney Kıbrıs üyeliğinin yaratacağı sıkıntılar daha çok dile getirilmeye başlandı. Bu arada, 11 eylül’ün ardından hızını alamayan ve Füze Kalkanı Projesinde Kıbrıs’a stratejik bir rol biçtiği bilinen ABD’nin ise, Kıbrıs için yeni bir plan hazırladığını ve görüşmelerin sonuçsuz kalması durumunda bunu ortaya süreceğini hiç akıldan çıkarmamak gerekiyor.
İç Siyasal Süreç Beklemede
Tüm bu gelişmeler çerçevesinde önümüzdeki döneme dair kritik kararların Ecevit’in Washington ziyareti sonrasında alınacağını kestirmek zor değil. Ancak bir taraftan Irak operasyonuna yani savaşa hazırlanırken, diğer taraftan da diplomasi şemsiyesini genişletmesi öngörülen Türkiye’nin önündeki ilk takvim AB ile uyum yasalarının çıkartılması olacaktır. Şu sıralarda ekonomideki “rahatlamanın” verdiği ferahlıkla göğüslerini gere gere televizyonlarda arz-ı endam eden Ecevit ve Yılmaz, MHP ile uyum sağladıkları AB takvimi gereğince “uyum yasalarının” 3 ay içinde Meclisten çıkmış olmasını umduklarını belirttiler.
İç siyasal aktörlerin tümü beklemeye çekilmişken, İsmail Cem’in dışarda parlayan yıldızından saçılan “pırıltıların” yavaş yavaş içeriye de sızmaya başladığını bir kenara kaydetmek yararlı olabilir.
Toplumsal muhalefet açısından mutlaka daha geniş ele alınması gereken gelişme ise, DİSK’in merkezini Ankara’ya taşıma eğiliminin belirginleşmesinin ardından KESK’in de aynı kervana yöneleceğinin berraklaşması oldu. Böylelikle, 2-3 yıl sonra yeni roller etrafında biçimlenen yeni egemen zemin, yeniden yapılanan ekomik-siyasal arena ve iktidarın dizinin dibinde, birleşmelerine rağmen sayıca küçük ama gücünü iktidarla içiçe geçmekten almayı hedefleyen işçi-kamu çalışanları konfederasyonlarının silüetleri şimdiden görünmeye başladı. Eh, böyle iktidara ancak böyle muhalefet yakışır…