Elbette Afganistan sorununun “halledilmiş” görünmesi gözlerin yavaş yavaş Irak’a doğru çevrilmesine neden oldu. Bush’un Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleeza Rice’ın açıklamalarıyla birlikte, Irak konusunda “şahinlerin” çizgisinin ABD’nin genel çizgisine dönüştüğü ve Irak’a müdahalenin kesinleşerek, buna zemin hazırlanmaya başlandığı görüldü. Ülkenin iç gündeminin ana maddesini oluşturan IMF’nin Türkiye’ye verdiği 10 milyar dolarlık borcu da bu dış gelişmelerin […]
Elbette Afganistan sorununun “halledilmiş” görünmesi gözlerin yavaş yavaş Irak’a doğru çevrilmesine neden oldu. Bush’un Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleeza Rice’ın açıklamalarıyla birlikte, Irak konusunda “şahinlerin” çizgisinin ABD’nin genel çizgisine dönüştüğü ve Irak’a müdahalenin kesinleşerek, buna zemin hazırlanmaya başlandığı görüldü.
Ülkenin iç gündeminin ana maddesini oluşturan IMF’nin Türkiye’ye verdiği 10 milyar dolarlık borcu da bu dış gelişmelerin bir parçası olarak algılamak doğru olacaktır. Ancak bütçe açığını kıtı kıtına kapatacağı belirtilen (bu bile çok kuşkulu) bu borç Afganistan’da Türkiye’nin aldığı inisiyatiften çok, esas olarak Irak operasyonuna dönük Türkiye’nin ağzına bir parmak bal çalmaktadır. Bu borcun tasarruf paketiyle birlikte açıklanan ağır toplumsal bedelleri ortadadır. Bunun yanısıra, iç kamuoyu, ekonomik krizi atlatmak için Türkiye’nin bölgede Amerika’nın truva atı olmasına alıştırılarak Irak müdahalesinin Türkiye aleyhinde orta-uzun vadede yaratacağı olumsuz sonuçlar unutturulmak istenmektedir. Aksi taktirde, vadeye yayılan ve ağırlaşan geri ödemeler içeren borç takvimi sayesinde süründürme politikası devam ederken her an ekonomik çöküntü yaratılma seçeneği canlı tutulacaktır.
Gerek Afganistan ve Irak’taki olası gelişmeler, gerekse de Türkiye’nin ekonomik sorunları kalıcı çözümler içermeyeceği için, giderek daha büyük gerilimler oluşturmaya adaydır. Türkiye ise, kısa vadeli “çözüm” için kendi kaderini giderek daha ağır koşullar altında ABD’nin ellerine teslim etmektedir. İniş çizgisindeki bir hegemonik gücün kucağında çıkılmaya başlanan bu yolculuğun bedel ve sonuçları görülecektir. Bu nedenle, önümüzdeki günlerde yaygınlaştırılmaya çalışılacak olan “parlak gelecek” imajının cilasının dökülmeye başlamasının yıllarca sürmesi beklenmemelidir.
Bu gelişmelerin iç siyaset, hükümet ve rejimin geleceğinin biçimlenmesiyle doğrudan bağı olduğu açıktır. Hiç kuşku yok ki düzenin en tepesinde giderek ağırlığı artan Amerikancılığın kısa vadedeki senaryolarının önüne pürüz çıkartacak her kesimin tasfiye edileceği, dolayısıyla kısa vadede iktidar düşünen hiçbir egemen gücün tırmanan Amerikancılıkla kapışmayı göze alamayacağı ortadadır. Bu nedenle önümüzdeki günlerde ordu, koalisyon ortakları ve sermaye cephesinden artan ölçüde Amerikan politikalarına uyum sağlama mesajları duyulması ancak krize düşürülme tehdidine karşı bazı kozların da saklanma çabasının görülmesi olasıdır. Rejim ve parlamenter dengelerin bu gelişmeler ışığında hızla değişimini önümüzdeki günlerde hep birlikte izleyeceğiz.