1. 2000-2001’de Türkiye ekonomisini derinden sarsan bunalımın başlangıcından bugüne bir yıl geçmiş bulunuyor. 1989’da dış sermaye hareketlerinin tümüyle serbestleştirilmesinden sonra ekonomik büyümenin istikrarsız bir seyir izlediği, sermaye girişleriyle canlanıp sermaye çıkışlarıyla durgunlaştığı veya gerilediği gözlenmekte idi. Kasım 2000 döviz kanaması ve bu şoku izleyen Şubat 2001 finansal bunalımı sadece mali piyasaları sarsmak ve durgunluğa yol […]
1. 2000-2001’de Türkiye ekonomisini derinden sarsan bunalımın başlangıcından bugüne bir yıl geçmiş bulunuyor. 1989’da dış sermaye hareketlerinin tümüyle serbestleştirilmesinden sonra ekonomik büyümenin istikrarsız bir seyir izlediği, sermaye girişleriyle canlanıp sermaye çıkışlarıyla durgunlaştığı veya gerilediği gözlenmekte idi. Kasım 2000 döviz kanaması ve bu şoku izleyen Şubat 2001 finansal bunalımı sadece mali piyasaları sarsmak ve durgunluğa yol açmakla kalmadı; üretim ve istihdam büyük ölçülerde geriledi; enflasyon yeniden hızlandı. Üstelik, bütün bu olumsuz gelişmelerin kalıcı, giderek daha da derinleşen etkiler bırakma olasılığı arttı. Dolayısıyla, Bağımsız Sosyal Bilimciler İktisat Grubu olarak, Kasım 2001’de bir durum değerlendirmesi yapmak ihtiyacı duyuyoruz.
2. Devlet Bakanı Dr. Derviş, Nisan 2001’de Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı (GEGP)’in Türkiye’yi ekonomik bunalımdan çıkaracak yeni bir program olma iddiası ile toplumumuza sundu. GEGP’yi hazırlayanlar sürdürülemez iç ve dış borç dinamiğine son verilmesi ve siyaset/ekonomi ilişkilerinin piyasa ekonomisi gereklerine uygun biçimde yeniden oluşturulması ile bunalımın aşılacağını ileri sürmekte idiler. Kısa dönemli ekonomik istikrarsızlıklardan çıkış umutları ise, Kasım 2000 ve Şubat 2001′ deki spekülatif şoklarla zedelenen mali varlık piyasalarımn yeniden işlerliğe kavuşmasına bağlanıyordu.
3. GEGP’yi hazırlayanlar, bu beklentilerini (i) büyüme hızı, (ii) enflasyon, (iii) kamu kesimi finansmanı gereği ve faiz dışı fazlası, (iv) iç ve dış borç yükleri ile (v) faiz hadleri ve döviz kurlarının seyrine ilişkin bir dizi sayısal hedef veya öngörü ile somutlaştırmışlardı. GEGP’nin ilanından bu yana geçen yedi ay sonrasında kamu kesimi faiz dışı fazlası hariç, söz konusu sayısal hedef veya öngörülerin hiçbirisine kabul edilebilir sınırlar içinde erişilememiş, mali piyasalar istikrara kavuşturulamamıştır .
4. Geçen yedi ayda TCMB, gerek gayrisafi rezerv kayıpları, gerekse net döviz pozisyonunun negatif değerler alması sonucunda döviz piyasasına etkili müdahalelerde bulunamaz duruma düşmüş, yapabileceği müdahaleler ise IMF tarafından engellenmiştir. TCMB, enflasyonla mücadele gerekçesiyle, Kasım 2001’den itibaren doğrudan ve dolaylı olarak kamu kesimine ödünç veremez duruma getirilmiş, böylece bankanın yakın gelecekte başvurmak zorunda kalabileceği bir politika aracı elden çıkarılmıştır .Öte yandan, mevduat bankaları konsolide bilançolarının Ağustos 2000/Ağustos 2001 itibariyle karşılaştırılması (i) mevduat sahiplerinin aktif tutma tercihlerinin ciddi bir şekilde dövizli mevduat lehine değiştiğini ve bu tercihin kalıcılaştığını, (ii) bankaların öz kaynaklarının reel olarak daraldığını, (iii) TL varlık ve yükümlülüklerinin bilançodaki paylarının daraldığını ve bankaların döviz idaresinde güçlük çektiklerini, (iv) salt kendi mevcudiyetlerini koruma güdüsüyle hareket eden bankaların faiz hadlerini yükselterek ve yurtiçi kredileri geri çağırarak veya yenilemeyerek, reel kredi hacmini daralttıklarını göstermektedir.
5. Bu şartlarda ekonomik faaliyetlerin reel olarak daralması sürpriz sayılmamalıdır. Reel daralma, 2001 ‘in ilk aylarından itibaren bütün göstergelerde açıkça izlenirken mali baskı altına düşen şirketlerin (çok düşük getiri ve üretkenlik düzeyinde bulunanları hariç) rehabilitasyonu konusundaki görüşler, bir türlü somut bir uygulama çerçevesine oturtulamamış, bankacılığa ilişkin ‘ mevzuat ve BDDK kararlarının sektöre getirdiği yeni şartlar ve kurallar, sektördeki belirsizliği ve tereddütleri daha da artırmıştır. BDDK, eylem programını ve önceliklerini ancak Eylül ayı içinde saptayabilmiştir .Öte yandan mali piyasalardaki çalkantı durulduğunda, o ana kadar ertelenen üretim, yatırım ve harcama kararlarının hemen alınacağını varsaymak, temelsiz bir iyimserlikten başka bir şey değildir.
6. Bu olumsuz gidiş 11 Eylül’de ABD’de gerçekleşen terör eylemiyle açıklanamaz. Yukarıda değinilen sayısal büyüklük ve parametrelerin hemen hiçbirinde 2001 ‘in ilk sekiz ayında olumlu bir trende rastlamak mümkün değildir; 11 Eylül olayı olsa olsa risk primlerini ve dış finansman tıkanıklıklarını artırarak ve esasen devam etmekte olan döviz ikamesini şiddetlendirerek olumsuz gidişe yeni bir sayfa , eklemiştir. İlginçtir ki, bütün yaz ve sonbaharda çok yüksek düzeylerde seyreden nominal ve reel faiz hadleri, ancak Kasım’da (11 Eylül’den sonra) gerilemiş, döviz kurundaki yükselme duraklamıştır.
7. 2001 yazındaki kısmi iç borç takasına rağmen ekonomik karar birimlerinde iç borçların sürdürülebilir olduğu konusunda ortak bir kanı oluşmamıştır. Takas sonrasında da Hazine’nin döviz cinsinden borçlanma ihalelerine ağırlık vermesi sonucunda Ağustos 2001 itibariyle iç borçların yaklaşık 1/3’ü döviz veya dövize endeksli borca dönüşmüştür .Bu dönüşüm kur politikasının belirsizliği ve başarısızlığı dolayısıyla takas operasyonlarına katılan bankalara ciddi sermaye kazançları sağlamış, üstelik sağlanan vade uzatımı da yeterli olmamıştır. Kamu iç borç stoku 2001 Eylül’ünde 2000 sonundaki değerinin kabaca üç katına çıkmış, bu olumsuz gelişmede sadece kamu bankalarının değil, mali darlık içine düşmüş fon bankalarının desteklenmesi de etkili olmuştur. Borç stokunun bir kısmının kamu kesimi iç borç/alacak ilişkilerinden kaynaklanması, bu stokun idaresindeki ve gerektiğinde likit varlıklara dönüştürülmesindeki ciddi açmazları ortadan kaldırmamaktadır .
8. 2001 yılı, 2000 yılı ile kıyaslandığında Türkiye ekonomisinin yaklaşık 20 milyar $ çevresinde bir sıcak para şoku yaşadığı, 2000’deki girişlerin 2001 ‘de yerini büyük çıkışlara bıraktığı görülmektedir .Buna ek olarak, özel dış finans kuruluşları Türkiye ticari bankacılık kesimini finanse etmekteki isteksizliklerini haıa sürdürmekte, böylece 2001/2 dış finansmanının bütün yükü resmi kredilere ve (G-7 ülkeleri doğrudan mali destek sağlamaya niyetli olmadığı için) IMF ve Dünya Bankası kredilerine yönelmektedir. Bu kredilerin ekonomik ve siyasal şartlarının ne kadar ağır olduğu Türkiye’de herkes tarafından bilinmektedir. Gelecek yıllarda da özel ticari kredilerin sağlanamaması durumunda yeniden IMF ve Dünya Bankası’ndan mali destekler aramak, ya da yeniden ”sıcak para” peşine düşmek, ”kırk katır” ile ”kırk satır” arasındaki tercihten farksızdır. IMF politİkaları Türkiye’yi (ve pek çok gelişmekte olan ülkeyi) uluslararası mali sermayenin uzun dönemli çıkarlarına da aykırı ve kendi kendisini tahrip eden bir süreçle karşı karşıya bırakmıştır.
9. Gerek kamu kesimi finansmanı, gerek dış finansman konusunda karşılaşılan sıkıntılara karşı IMF’nİn önerdiği reçeteler ekonomiyi durgunlaştırma yaklaşımına dayanmaktadır: Kamu birincil fazlaları geçmişte emsali görülmemiş yüksekliklere çekilerek, iç borç yükünün en azından stabilize edilmesi amaçlanmakta; durgunlaşan bir ekonomi, düşük ithalat gereği doğurarak cari işlemlerde birincil fazlalar ve böylece dış borç ödemelerinde karşılaşılacak risklere karşı emniyet payı yaratmaktadır .Cari gelir/harcama dengeleri ile ilgili olmayan ve tamamıyla sermaye hesaplarına ilişkin bu politikanın tek gerekçesi, yurtiçi ve yurtdışı faiz ve anapara ödemelerini güvence altına almaktır. IMF’nin önerdiği politikaların başarısızlığı bugünlerde salt uluslararası kamuoyunda değil, uluslararası finans çevrelerİnde dahi sorgulanırken, Türkiye ekonomik yönetiminin
IMF önündeki teslimiyetçi tutumu kaygı vericidir .Böylesine bir ”deli gömleği”ni topluma giydirmeye kalkışanlar büyük bir toplumsal ve siyasal sorumluluk taşımaktadırlar.
10. GEGP’nin mali sektöre işlerlik kazandırma ve bunun paralelinde ekonomiyi derleyip toparlama girişimleri başarısız kalırken, ”yapısal reformlar” olarak adlandırılan, tarımdan enerjiye, ticaretten kişisel hizmetler ve sosyal güvenliğe kadar uzanan çok geniş bir alanda fuetim yapısını ve bölüşümü kökten (ve gelişmiş ülkelerİn uluslararası sermayesi lehine ) değiştiren ve kamu otoritesinin ulusal politika fuetme ve uygulama kapasitesini tahrip eden düzenlemeler bütün hızıyla sürmektedir. Toplumumuz ekonomik çöküntünün sersemletici etkisi ve devletin ekonomik ve siyasal etkinliğini aşındırmayı amaçlayan ideolojik şartlandırmalar dolayısıyla algılama fırsatı bulamadığı bu ”reform”ların ne anlama geldiğini 2002 ve sonrasında yaşayarak görecektir.
11. Özetle, GEGP ilan edilişinin yedinci ayında fiilen geçersiz duruma düşmüş bulunmaktadır. 2001 Yılı Bütçesi’ne esas’ o1ması ‘gereken 2002 Yılı Programı ‘nın GEGP’nin öngörüleri ile de, sağduyu ve gerçekçilik ile de ilgisi kalmamıştır. Ekonominin yaşadığı ciddi talep yetersizliğinin (özellikle yatırım harcamalarındaki çöküşün) 2002’de giderileceği ve vergi ve faiz ödeme hedeflerinin tutturulabileceği iddialarını ciddiye almak mümkün değildir. 2002 Bütçesindeki faiz ödemeleri/GSMH oranında izlenen sanal azalma, bir kısım borç ana parasının reel değerini endeksleme çabasının yansımasıdır. 2002 Yılı Programı’nın bu haliyle aritmetik işlemlerinin doğruluğu dışında hiçbir tutarlılığı ve inandırıcılığı yoktur.
12. Böyle bir yıllık programa dayalı bütçenin inandırıcılığını büsbütün zedeleyen bir başka gelişme, bütçenin TBMM’de görüşülmesiyle kısmen aynı dönemde ”devletin küçültülmesi” amacına dönük bir tasarruf tedbirleri paketinin hükümetçe ilan edilmesidir. Siyaset/iktisat etkileşiminin kırsal boyutunu yeniden düzenleme ve kamu harcamalarından kısılacak fonları özel girişimleri ”kurtarmak” için kullanma heveslerini yansıtan bu tartışma, tarımsal AR-GE dahil, tarıma ve kırsal kesime yönelik hizmetleri kökten budamaya, emek örgütlerinin direnci yenilemezse, istihdamı koruyup hizmet sunumunu tümüyle yok etmeye doğru bir gidişin habercisidir. IMF’nin ilhamıyla başlatıldığı bilinen ”devleti küçültme” tartışması Bütçeyi sırf yasal gereklilik dolayısiyle hazırlanan, iktisat politikasını yönlendirme açısından anlam taşımayan bir belge haline getirmektedir.
13. Kasım 2001’de Türkiye’nin IMF’den 2002 yılı için istediği ek mali desteğin tümüyle olmasa bile kısmen karşılanabileceğinin anlaşılması, bazı iktisatçılar, özel kuruluşlar ve medya aracılığı ile coşkuya dönüştürülmek istenmekte, faiz hadlerinin gerilemesi, döviz kurundaki artışın durması ve IMKB endeksinin yükselmeye başlaması, bu temelsiz iyimserliğin dayanağı olarak kullanılmaktadır. İşsizlik ve yoksulluk had safhalara ulaşmış iken, estirilmeye çalışılan iyimserliğin kitlelerdeki umutsuzluğu gidereceği kuşkuludur. Ekonominin zaafları ve mali kesimin kırılganlığı süregelirken, bu tür iyimserliklerin kolayca kötümserliğe savrulduğu son bir yılda çeşitli örneklerle doğrulanmıştır. Toplumu bu tür geçici ve uyuşturucu coşkularla şartlandırmak, ülkeye 1990’lardan bu yana izlediğimiz dur-kalk çevrimlerinin bir yenisini yaşatmaktan öte yarar sağlamaz. Üstelik, 2002’deki ek mali desteğin hangi yeni IMF dayatmalarına bağlanacağı da henüz belli değildir.
14. Özetle, şu hususları vurgulamak istiyoruz:
(i) Bugün varılmış olan noktada kamu iç borcunun sorunsuz devredilerek sürdürülmesi mümkün değildir. İç borç en kısa sürede yeniden yapılandırılarak bütçe üzerindeki faiz ipoteği kırılmalıdır.
(ii) Dış sermaye ve özellikle kısa vadeli dış sermaye giriş-çıkışlarının düzenli ve arzu edilen biçiminde gerçekleşebilmesine imkan vermek üzere, 32 Sayılı Karar, en azından ekonomi tekrar istikrarlı bir büyüme çizgisine yerleşinceye kadar, yürürlükten kaldırılmalıdır.
(iii) Sermaye hareketlerinin bugünkü görünümünde Türkiye’nin dış borcunu döndürmek, uluslararası finans çevrelerinin insafına terkedilmiş durumdadır. 2001 ‘deki cari işlem fazlaları, 2002’de sürdürülse bile, bu fazlalarla vadesi gelen dış borçlar ödenemez. iç borçlar gibi, dış borçların da yeni bir ödeme profiline kavuşturulması gereklidir. Bunun için uluslararası girişimler gecikmeden başlatılmalıdır.
(iv) Ekonomik yıkımdan başka hiçbir gelecek vaadetmeyen 2000/2001 IMF mali destek anlaşmalarına son verilmeli, IMF borç bakiyesi uzun vadeli bir geri , ödeme planına bağlanmalıdır.
(v) Dünya Bankası kredilerinin ”yapısal reform” gerekçesi ile uygulama kabiliyeti tartışmalı ve büyük toplumsal maliyet getiren şartlar içermemesine özen gösterilmeli, mevcut anlaşmalardaki bu tür şartların karşılıklı mutabakatla ortadan kaldırılması sağlanmalıdır.
15. Önerilerimizin kimi çevreler tarafından ”Türkiye’yi uluslararası toplum dışına itmek ve otarşik bir ekonomi kurmak isteyenlerin özlemleri” olarak algılanacağını biliyoruz. Bu iddialar asılsızdır. Toplum özgüvenini daha da yitirmeden ve birkaç yıl sonrasının daha büyük siyasal ve ekonomik açmazlarına sürüklenmeden alınmasını önerdiğimiz bu önlemlerin benzerleri ister gelişmiş, ister az gelişmiş olsunlar, ekonomik bunalım yaşamakta olan ülkeler tarafından yakın geçmişte uygulanmıştır. Bu önlemleri almakta gecikmenin, toplumumuza daha büyük bir bedel ödeteceği bilinmelidir.Ülkemiz yaşadığı bunalımdan sahip bulunduğu ulusal sermaye, bilgi ve insangücü birikimiyle, yerli ve yabancı finans çevrelerine bugün istedikleri ağır bedeli ödemeden çıkabilir ve çıkmalıdır.
Bağımsız Sosyal Bilimciler -İktisat Grubu
Internet sayfası: http://bagimsizsosyalbilimciler.org/itisatg.htm
Bu duyuruyu destekleyenler: Hacer Ansal, Korkut Boratav , Nazif Ekzen, Alper Güzel, Yakup Kepenek, Aziz Konukman, Ahmet Köse, Özlem Onaran, Oğuz Oyan, Ahmet Öncü, İzzettin Önder, Lerzan Özkale, Erdal Özmen, Cem Somel, Sinan Sönmez, Fikret Şenses, Erol Taymaz, Oktar Türel, Serap Aşık- Türüt, İşaya Üşür, Galip Yalman, Erinç Yeldan, Nurhan Yentürk, Ergin Yıldızoğlu
20 Kasım 2001