Dünya çapındaki altüst oluşlar Türkiye’deki kaosu da büyütüyor. Uygulanan ekonomik politikalar krizi, değil aşmaya hafifletmeye bile yetmiyor. Aksine bu politikalar sonucu işsizlik ve yoksulluk Cumhuriyet tarihinin en üst düzeyine tırmanıyor. Artık devletin resmi kurumları da bu konuda tehlike çanlarının çaldığını itiraf ediyor; DPT’nin yoksulluk raporu buna örnektir. İşsizlik ve yoksulluk olgu olarak kabul edilse de […]
Dünya çapındaki altüst oluşlar Türkiye’deki kaosu da büyütüyor. Uygulanan ekonomik politikalar krizi, değil aşmaya hafifletmeye bile yetmiyor. Aksine bu politikalar sonucu işsizlik ve yoksulluk Cumhuriyet tarihinin en üst düzeyine tırmanıyor. Artık devletin resmi kurumları da bu konuda tehlike çanlarının çaldığını itiraf ediyor; DPT’nin yoksulluk raporu buna örnektir.
İşsizlik ve yoksulluk olgu olarak kabul edilse de buna yol açan poltikalarda geriye dönüş düşünülmüyor. Aksine 2002 Bütçe taslağında da görüldüğü gibi “kamuda kemer sıkma” adına işsizliğin ve yoksulluğun emeğin bütün kategorilerinde mutlak olarak artışı gündeme gelecek.
Bugüne kadar yaşananları hatırlayalım:
1. 2000 ve 2001 yılında ücretler ve maaşlar beklenen enflasyona göre ayarlandı; oysa beklenenle gerçekleşen enflasyon arasında 40-50 puanlık farklar oluştu. Buna göre çalışanların reel gelirleri azaldı.
2. 2001 Şubatı sonrası yaşanan yüksek oranlı devalüasyonlar bu gerilemeyi hızlandırdı.
3. Pekçok işletmede ücretler geriye çekildi; sosyal haklar budandı.
4. İmzalanan toplu sözleşme hükümleri uygulanmadı.
5. İşten atmalar ve işyerlerinin kapanması nedeniyle son 1 yılda 1 milyondan fazla işçi işinden oldu.
6. Dolaylı ve olağanüstü vergilerle satınalma gücü daha da küçüldü.
7. Özellikle sonbahardan itibaren herşeye yağmur gibi zam yağmaya başladı.
8. Tarıma destek kademeli olarak kaldırıldı; tarımda çalışanlar perişan oldu.
Bu listeye daha pekçok madde eklemek mümkün. Görünen o ki 2002’de bu tablo daha da vahim bir hal alacak. Gündemdeki tartışmalar bunu gösteriyor.
2002 Bütçe taslağında tam olarak söylenmeyen ama ekonomiyi yönetenlerin kafasındaki plana göre kamuda çalışanlara ödenen ikramiyeler sınırlanacak; yine kıdem tazminatlarına sınır getirilecek; zorunlu emeklilik yaygınlaştırılacak; geçici işçilerin işine son verilecek… Kamuda tasarruf adına düşünülenler bunlar. Bunun dışında bir de göstermelik araba ve lojman satışı yapılabilir ama hepsi bu kadar. Bunun dışında bütçede gerçek yekunu oluşturan faiz ödemeleri ile savunma ve diyanet harcamalarına ise dokunulmayacak. Hatta savaş nedeniyle bu harcamalarda artış bile gündeme gelebilecek.
Bütün bu gelişmeler emek hareketinin önüne ciddi görevler yüklüyor. Emek hareketinin hiç bir bileşeni bu gelişmeler seyirci kalamaz çünkü bu kez ateş düştüğü yeri değil heryeri yakıyor.
Nitekim TÜRK-İŞ özellikle kamuda yapılması düşünülen operasyonlar ile ilgili yaptığı başkanlar kurulu toplantısında, bunu genel grev daveti olarak anlayacaklarını ifade etti. Daha önce DİSK ve KESK 5-9 Kasım tarihlerinde 5 kentten başlayan bir Ankara Yürüyüşü programını kamuoyuna duyurmuştu. 22 Ekim’de toplanan Emek Platformu bu etkinlikleri birleştirerek; yürüyüşün desteklenmesini; 9 Kasım’da ICFTU üyesi 4 konfederasyonun öncülüğünde Ankara’da bir miting yapılmasını; Kasım ayı boyunca bütçeye karşı etkinlikler yapılmasını; kazanılmış haklara saldırı devam ederse bunun genel grev daveti olarak değerlendirilmesini kararlaştırdı.
Şimdi önemli olan bu eylemlilikleri bütün yerel birimlerde etkin biçimde hayata geçirmek için çalışmaktır.