ABD’nin muhalif etnik grupları örgütlemek üzere Afganistan’a gönderdiği ‘Rus gazisi’ komutanın Taliban tarafından ele geçirilerek idam edilmesiyle de psikolojik olarak yıpranan Kuzey İttifakı bir de ABD uçakları tarafından yanlışlıkla vurulunca gelişmeler, savaş koalisyonunun meşruiyetini tartışılır bir konuma doğru sürüklemeye başladı. İlk kara birliklerinin, Pentagon’un deyimiyle, beklenmedik bir direnişle karşılaşarak fiyaskoyla sonuçlanması ve bunun üzerine İngiltere’nin […]
ABD’nin muhalif etnik grupları örgütlemek üzere Afganistan’a gönderdiği ‘Rus gazisi’ komutanın Taliban tarafından ele geçirilerek idam edilmesiyle de psikolojik olarak yıpranan Kuzey İttifakı bir de ABD uçakları tarafından yanlışlıkla vurulunca gelişmeler, savaş koalisyonunun meşruiyetini tartışılır bir konuma doğru sürüklemeye başladı. İlk kara birliklerinin, Pentagon’un deyimiyle, beklenmedik bir direnişle karşılaşarak fiyaskoyla sonuçlanması ve bunun üzerine İngiltere’nin hafta sonundaki kara operasyonuna henüz hazır olmadıkları açıklaması bu sürecin göstergeleri olarak algılanmalıdır.
Türkiye’den resmen savaşa asker istenmesi ise, her ne kadar şimdilik 50 kişilik bir uzman kadro olarak lanse edilse de, aslında bu durum savaşa dahil olmanın kapısının adım adım aralandığı anlamına gelmektedir. Bu yanıyla da son derece önemli bir gelişmedir. Zira ekonomik açmazlar bu gidişi giderek hızlandıracaktır. Öte yandan, bütçe tartışmalarıyla gündeme gelen borçların ödenmesi ve açığın kapatılabilmesi için yüklü miktarda yeni bir dış kaynağa ihtiyaç duyulduğunun açıklanmasıyla gözlerin çevrildiği anda ilk cevap AB’den geldi. Gayrı resmi AB zirvesinde, Türkiye’nin gerçekleştirdiği anayasa değişikliklerinin yetersizliği vurgulanarak ve Kıbrıs konusu tekrar gündeme getirilerek ülke egemenlerini daha bir sıkıştırma ve ipleri ele alma hamlesi yapıldı. Derviş’in yaptığı temaslarda da bir anda yüklü bir kaynak bulunamadığı ortaya çıktı. IMF’nin süründürme politikası çerçevesinde dış borcun gıdım gıdım ve önemli şartlara bağlı olarak verileceği açıklık kazandı. Tüm bu gelişmeler içerisinde daha da gerilen siyaset zemininde de hareketlenmeler başladı. İhale yasası ekseninde Bakan Derviş’le yeni Bayındırlık Bakanı’nın çekişmesi de IMF’nin yeni dayatmalarından birinin yansıması niteliğindeki bir gelişmeydi. Demirel’in yeniden siyasi zemini yoklamalarıyla, açıktan hükümete bir muhalefet lideri tavrıyla eleştirilerde bulunması merkez sağdaki önemli bir gelişmeydi. Öte yandan, Albayraklar soruşturması daha bitmeden BİT operasyonuyla da sıkıştırılan AKP’nin yıpratılma ve törpülenme süreci derinleştirildi. 11 Eylül’ün ardından siyasi çizgi olarak bir anlamda bocalayan AKP, bu son operasyonla daha da kan kaybetmeye aday görünüyor. Ekonomik krizin savaşla birlikte daha bir yoğunlaşması ülkedeki siyaset zeminini önümüzdeki süreçte daha da hareketlendirecek.
IMF’nin ek kaynak verebilmesinin bir şartı olarak ilk etapta 150.000 bin personelin fiilen tasfiye edilerek işsizler ordusuna katılması ise artık açıktan dillendirilmeye başlandı ve bu süreç önümüzdeki günlerde gelecek IMF heyetiyle birlikte kesin bir takvime bağlanacak gibi görünüyor.
Buna karşın emek cephesindeki hazırlıklar da 5 Kasım’da başlayacak olan DİSK yürüyüşüne endekslenmiş durumda. Emek platformunun 9 Kasım’ın ardından çeşitli etkinliklerin süreceğini ve 1 Aralık’ta tüm Türkiye’de kitlesel ve yaygın eylem kararı alması ise bu hareketliliği besleyecektir. Esnaf odalarının hafta içinde tüm gazetelere verdiği ‘ultimatomla’ yeniden sokaklara çıkma ihtimalini vurgulaması ise, emek cephesindeki bu alttan alta biriken tepkilerin kışa doğru daha bir hareketlilik yaratacağını söylemek mümkün. Ancak yine belirtmekte fayda var ki; emek örgütlülüklerinin mevcut yapılarıyla bu süreci karşılayabilecekleri ve saldırıyı püskürteceklerini beklemek yanılgı olmakla birlikte, bu süreç emek cephesinde dipten gelen dinamizmi de besleyerek, yapısal değişimi zorlayıcı bir rol oynayacaktır. Devrimciler bu değişimin aktif unsurları olmaya soyunmalıdır.