Hükümetler, alım fiyatlarını maliyetlerin altında belirledikleri yetmiyormuş gibi bir de çiftçinin alın teri olan buğday, tütün, çay, şekerpancarı ve diğerlerini alıyor; tütünü sigaraya, pancarı şekere, dönüştürdükten ve birkaç zamlı satış yaptıktan ve çiftçinin ürettiklerini zamlı fiyatlarla tekrar çiftçi ve diğer tüketicilere sattıktan sonra ancak alın terinin karşılığını ödüyorlar. Yapılan zamlardan rantiyeciye ödeme yapıldıktan sonra çiftçinin […]
Hükümetler, alım fiyatlarını maliyetlerin altında belirledikleri yetmiyormuş gibi bir de çiftçinin alın teri olan buğday, tütün, çay, şekerpancarı ve diğerlerini alıyor; tütünü sigaraya, pancarı şekere, dönüştürdükten ve birkaç zamlı satış yaptıktan ve çiftçinin ürettiklerini zamlı fiyatlarla tekrar çiftçi ve diğer tüketicilere sattıktan sonra ancak alın terinin karşılığını ödüyorlar.
Yapılan zamlardan rantiyeciye ödeme yapıldıktan sonra çiftçinin ürün bedeli ödeniyor…
Kamuoyunda ise IMF’in yerli işbirlikçi propagandist ekonomistleri, yazarları yanlış ve abartılı rakamlar ile tarımı kara delik gibi göstererek; üst üste yaşanan krizlerin ve bu krizlerle ülkenin yoksullaşmasının baş nedeni olarak köylüye yapılan desteklerin olduğunu yazıyor ve söylüyorlar…
Cüneyt Akman’ın da dediği gibi neredeyse “en iyi köylü, ölü köylüdür!” diyecekler. Aynı ekonomi yazarları gerek yazılarında gerekse TV programlarında kullandıkları ifadelerinde biz söylemiyoruz ama siz öyle anlayın der gibiler…
2002 yılı Tarım Bütçesi…
Dünya Bankası’nın dayatması ile 2002 yılı bütçesinden tarımda desteklerin tamamı kaldırılarak yerine tek başına Doğrudan Gelir Desteğini bütçeye koyan 57.Hükümet yalnız Dünya Bankası’nı değil destekçileri olan içimizdeki propagandist ekonomistlerini de sevindirmiştir.
Ama, çiftçilerden tepki alınacağını tecrübeleri ile bilen Dünya Bankası,tepkiyi bu yıl atlatmak için hükümete yaptığı öneri/ verdiği akıl gazetelerde yer aldı. Dünya Bankası’nın önerisi ; ey hükümet! Sizi seçen çiftçileri aldatın! Bu yılı atlatmak için; “çiftçilere dekar başına verilen 10 milyon lira olan ödemeyi enflasyon oranında arttırın. Diyor.
Ancak hükümet bunu karşılayacak ödeneği bütçeye koyamadı. Çünkü; ulusaşırı tatlandırıcı şirketler için çıkarılan şeker yasasına tepkiyi nötralize etmek için 2.1 katrilyonun 210 trilyonunu şekere, 200 trilyon lirasını tütüne,200 trilyon lirasını pamuğa,75 trilyon lirası daha önce yok edilen hayvancılığa,40 trilyon lirası da özelleştirilme sırasını bekleyen Çay-Kur’a- çay için ayrılınca geriye kalan 1.4 katrilyon lira, Dünya Bankası’nın önerisi olan çiftçiyi kandırmaya yetmeyecek. Kandırmak için gerekli olan rakamın 1.9 katrilyon lira olduğunu Tarım Bakanı’nın açıklamalarından öğreniyoruz.
Bildiğiniz gibi tarım yok oluyor,önlemesi gereken Tarım Bakanı sadece, sürekli, şikayet ediyor. Sanki bu görev bir başkasınınmış ,Tarım Bakanı Çiftçi de halk Tarım Bakanıymış gibi halka şikayet ediyor. Yok edilen tarım sektörünün ardında timsah misali gözyaşı döküyor…
Üstelik,tütüne ayrılan ödemenin destekleme alımı değil,Tekel’in borçlarının ödemesine, (Tekel’i özelleştirmede alacak olan firma-firmalara borçsuz devretmek için) pamuk için ayrılan miktarın da bu yıldan sarkacak ödemelere ilişkin olduğu söylenmektedir.
2002 yılı Tarım Bütçesi,tarımda desteklerin tamamını kaldırıyor. Yerine tek başına ikame edilen Doğrudan Gelir Desteğine bırakın enflasyon oranında artış yapmayı artışsız bile yetmiyor.
Birde; tasarruf önlemleri doğrultusunda bu desteğin de Bağ-Kur borçlarına karşılık olarak çiftçinin eline geçmeden kesilmesi planlanıyor. Tarım Satış Kooperatifleri ve Ziraat Bankası’ndan aldığı krediler nedeniyle icralık olan ve hapis cezasıyla karşı karşıya kalan çiftçiler,10 milyon liralık desteği de mahsuplaşma nedeniyle verilmeme ihtimali de var.
Anlayacağınız, tarım sektörü bu güne kadar zaten hep kandırılmış. Sorunlar o kadar biriktirilmiş – karmaşıklaştırılmış ve büyük ki, kandırmacalara /tepkileri önlemelere ne Dünya Bankası’nın verdiği akıl! Ne de bütçeye konulan para yetmeyecek gibi gözükmektedir.
Evet;2002 yılı Tarım Bütçesi ile tarımda destekler tamamen kaldırılıyor. Yalnız ne kadar sürdürüleceği belli olmayan tek başına “Doğrudan Gelir Desteği” kalıyor. 2002 yılı Tarım Bütçesi ile 57.Hükümet Türkiye tarımının ölüm fermanını veriyor dersek inanın abartmış olmayız. İlerde bunun farkına vardığımızda ne yazık ki, iş işten geçmiş olacaktır. Özetle tarım kesimi yavaş yavaş sulara gömülüyor…
Peki bu bütçe ile birlikte kalkacak olan tarımsal desteklerin işlevleri nelerdir? Ya da Türkiye tarımında uygulanan destekleme politikalarının amaçları nelerdi?
Türkiye Tarımında Destekleme Politikaları
Tarım; Türkiye’deki büyük potansiyeli, kalkınmaya olan değişik yollardan katkısı, çalışan kesimin yüzde 40’ına istihdam yaratmasının yanında ülke nüfusunun zorunlu gıda maddelerini karşılaması, kendi besin güvenliğimizi koruması gibi, stratejik bir öneme sahiptir. Bir bölüm insanın devlete yük olarak görmesinin aksine, desteklenmelidir. Nedenlerini biraz açacak olursak;
İstihdam faktörü: İşsizliğin ciddi bir sorun oluşturduğu ülkemizde tarım kesimi, kentlere hızlı göçün olmasını engellemektedir. Bir kişiye iş yaratmanın maliyetinin 46 milyar olduğu düşünüldüğünde (Doların 680 bin lira olduğu dönemde) önemi kendiliğinden anlaşılmaktadır.
Kentlerde de yeterince istihdam sağlayacak yapısal ve sektörel bir gelişmenin olmadığı, aksine işten çıkartmaların yoğun olduğu bilinen bir gerçekken tarım kesimi ile böylesine oynamanın ülkeyi karanlığa, insanlarını yoksulluğa hatta açlığa mahkum etmenin kime ne yararı olacaktır. Bu yapılanlarla ne amaçlandığı anlaşılmamaktadır. Bilinen bir şey varsa bu uygulamanın vatana ve üzerinde yaşayan köylüye en ufak bir yararının olmayacağı açıktır.
Beslenme faktörü: Türkiye’nin coğrafi durumu ve ikliminin çeşitliliği nedeniyle çeşitli ürünlerin yetiştirilmesine elverişlidir. dünyada bir çok ülkenin açlık sorunu ile karşı karşıya olduğu bilinen bir gerçektir. İlerde ülkelerin gelişmişliği gıda konusunda kendi kendine yeterliliği ile ölçüleceği,gıda maddelerinde dış satımcı olduğunda karlılığının yanında ayrıca itibarlı ülkeler sınıfına gireceğinden tarımını bu günden desteklemesi ve geliştirmesi zorunluluktur. Ayrıca bilindiği gibi anayasa, vatandaşlarımızın beslenmesinden devletimizi sorumlu tutmuştur.
Sanayi sektörüne koyduğu katkı faktörü:Tarım sektörü hem tarıma dayalı sanayiye hammadde üretiyor hem de diğer sektörlerin ürettiği mal ve hizmetleri üretim esnasında kullanarak mal ve hizmetlere talep oluşturmaktadır. Tarımsal hammaddeleri işleyen sanayi dalları, gıda (açlık sorununu giderici) ile dokuma sanayisidir. (açıkta kalmamayı-örtünmeyi sağlamaktadır.) Bunlar zorunlu ihtiyaçlar olduğu için tarım,insan yaşamında ve bağımsızlıkta belirleyici bir öneme sahiptir. Bu nedenle de stratejik bir konumdadır.
Çiftçi Eğitimi ve Yayımcılık Faktörü:
Kamu tarıma yalnızca sübvansiyon yolu ile destek olmamaktadır. Bir çok tarımsal KİT çiftçi eğitimi, toprak analizi ve yayın yoluyla da tarıma destek olmaktadır. Bu tür destekler, üretim artışı, toprakların korunması, çiftçi bilgi ve görgüsünün artması bakımından çok önemlidir.
Bu nedenlerle,tarımsal politikalar,hükümetler için vatanını ve ülke insanını sevme konusunda turnusol kağıdı görevi görmektedir.
Bunların dışında tarım sektörünün, dış satım ve GSMH’ya katkısı bakımından önemli işlevi bulunmaktadır.
Gelişmiş OECD ülkelerinde toplam transferlerin GSYİH’a oranının Yüzde 1.5 dolaylarında kaldığına bakı
larak Türkiye’de uygulanan yüzde 0.8 civarındaki desteğin önemsiz olmadığına hükmedilmektedir. Bu bir değerlendirme hatasıdır. Çünkü,gelişmiş ülkelerde tarımın GSYİH’ye katkısı yaklaşık yüzde 2-3 civarındadır. Dolayısıyla,gelişmiş ülkelerde destekler neredeyse bazı ülkelerde katma değerin toplamına bazı ülkelerde yarısına eşittir. Türkiye ile gelişmiş ülkeler karşılaştırmasında doğru olan yukarıda sayılan faktörler ile birlikte tarımsal desteğin tarımsal değere oranıdır. Bu oran,2000 yılı için Türkiye’de sadece yüzde 5 dolaylarındadır.
Bütün bu nedenlerden ötürü, tarım sektörünün desteklenmesi gerekmekte, biçimi ise üreticilerin demokratik olarak sahip kılınacağı örgütleri aracılığıyla en uygun ve üretken olabilecek destekleme biçimi geliştirilmesi doğru olur.
Tarımda destekleme ile amaçlanan;
Üreticileri tatmin edici bir fiyat vermek dolayısıyla refah seviyelerini yükseltmek,
Ürünler arasında fiyat dengesi sağlamak,
Tarımsal yapıyı iyileştirmek,
Olumsuz piyasa şartlarından üreticiyi ve tüketiciyi korumaktır.
Ayrıca,destekleme politikaları toprağın korunması,üretim artışı, demokratik çiftçi örgütlenmesine yönelik düzenlemeleri mutlaka kapsamalıdır.
Ülkemizde, tarım kesimine yönelik fiyat ve pazar politikalarının esasını, tarım ürünlerinin pazarlaması sürecinde fiyat politikaları yoluyla desteklenmesi, yani destekleme alımları oluşturmaktadır.
Bu sistemle devlet o yıl destekleme kapsamına alınan ürünler için bir taban fiyat tespit ve ilan etmekte, bu işle görevli Tarımsal Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT)’ler ile Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri (TSKB) aracılığıyla piyasaya girerek diğer alıcılarla birlikte ürünü satın almaktadır. Böylece, destekleme kapsamındaki ürünlerin talebi yapay olarak yükseltilerek fiyatların üreticiler lehine gerçekleşmesine çalışılmaktadır.
Başlıca tarım destek kuruluşları:
Çaykur (çay)
Tariş (çekirdeksiz üzüm, çekirdekli üzüm, kuru incir, zeytinyağı)
Fiskobirlik (fındık)
Çukobirlik (pamuk)
Antbirlik, Fiskobirlik (yer fıstığı)
Tekel (tütün, anason)
Şeker Fabrikaları AŞ. (şekerpancarı)
Trakya Yağlı Tohumlar Birliği (kolza, ayçiçeği)
Koza Birliği (ipekböceği kozası)
Güneydoğu Tarım Kooperatifleri Birliği (Antep fıstığı, kırmızı mercimek)
Toprak Mahsulleri Ofisi (buğday, arpa)
Gül Birlik (gül)
Et Balık Kurumu (koyun, sığır eti) -özelleştirilerek kapatıldı
Süt Endüstrisi Kurumu (süt) -özelleştirilerek kapatıldı
Tiftik Yapağı AŞ. (tiftik, merinos, yün)
TZDK (gübre, alet ve ekipman desteği)
TMO (Buğday, arpa, yulaf, çavdar, mısır, haşhaş) -TKK (Gübre, ilaç, tohumluk, traktör ve ekipman ‘üretim girdileri’)
T.C. Ziraat Bankası
Türkiye’de genelde tarım politikaları denildiğinde akla gelen araçları şöyle sıralayabiliriz:
Girdi sübvansiyonları (Gübre, ilaç, su, tohum, kredi, yakıt, suni tohumlama, şeker pancarı tohumu dağıtımı ve makine bakımı); destekleme fiyatları (destekleme alımları, destekleme fiyatları), ekim alanı kısıtlaması (şeker, tütün ve afyon), doğrudan ödemeler (doğal afet yardımı), dış ticaret sınırlaması (vergiler, fonlar), alt yapı yatırımları (sulama, drenaj), kurumsal düzenlemeler (kalite kontrol, yasal düzenlemeler, kooperatifler), servisler (araştırma, eğitim, hayvan hastalıklarıyla mücadele, köy hizmetleri)’dir.
Peki; tarımsal destekler hangi yollardan yapılmaktadır? Ya da tarımda destekleme şekilleri nelerdir?
Tarımda destekleme şekilleri
1-Fiyat Yoluyla Yapılan Desteklemeler:
Ülkemizde en yaygın olan bu destekleme şekli 1930’lu yıllarda başlamış, 1932 yılında buğday, üzüm, çayda; 1944’lerde pamuk ve incirde; 1969’da ayçiçeğinde fiyat yoluyla destekleme yapılmıştır. 1982 yılında 22 ürün destekleme kapsamına alınmış, 1990 yılında destekleme kapsamındaki ürün sayısı 10 ürüne düşmüş, 1991’de bu sayı artırılarak 23 ürün desteklenmiştir. 1994 tarihinden beri sadece 3 ürün, fiyat yoluyla yapılan destekleme kapsamındadır. Bu ürünler hububat, tütün, şekerpancarıdır ve TMO hububat alımlarını, TEKEL tütün alımlarını TŞFAŞ. Şeker pancarı alımlarını yürütmektedir.2001 yılında çıkarılan Şeker Yasası ve Tütün-Tekel Yasası ile 2002 yılında şekerpancarı ve tütünde destekleme alımları dışında kalacaktır.
Destekleme kapsamındaki ürün sayısının yıllar itibariyle gösterdiği değişiklikler popülist politikaların etkisiyle desteklenen ürünlerin sayısı bir yıl artarken bir yıl sonra azalmıştır. Yani planlı bir çalışma sonucu, ihtiyaç gereği ortaya çıkmış desteklemeler değil, daha çok politikaya alet edilmek üzere hükümetlerce, desteklemeler gündeme alınmış, artırılmış veya azaltılmıştır.
Şu an sınırlı da olsa destekleme alımı yapılan ürün yalnızca buğdaydır. Özelleştirme kapsamında olan, TMO’nun özelleştirilmesi sonrasında destekleme alımı yapacak hiçbir kuruluş ve ürün kalmamış olacaktır.
Oysa ki tarım sektörünün desteklenmediği hemen hiçbir ülke yoktur. Tarım sektöründe gelir seviyesinin düşük, nüfus artış hızının yüksek olması ve işletme yapılarının ekonomik çalışmaya uygun olmaması ülkemizde desteklemeleri zorunlu kılmaktadır.
2-Ucuz ve Yeterli Girdi Temini Yoluyla Yapılan Desteklemeler:
Verim artışını sağlamak için girdi kullanımını teşvik etmek amacıyla yapılan bu destekleme en çok kimyevi gübrede uygulanmıştır. Tohum ve fidan, zirai ilaç, ithal damızlık projeye dayalı hayvansal üretim ve sanayi yemleri gibi girdilere de dönem dönem uygulanmıştır.
Bu desteklemelerde çiftçi belgeleri esas alınmıştır. Düzenlenen çiftçi belgeleri ise ihtiyaç sahibi çiftçiyi desteklemekten çok haksız kazanç aracı olarak kullanıldığı da olmuştur. Örneğin; aynı gübreyi, (serbest piyasa koşullarında) aynı fiyatla satın alan sanayiciler alım güçleri çiftçilere oranla yüksek olduğu için daha avantajlı taraf oluyor ve büyük oranlarda alım yapabiliyorlar.
Devlet koruma ve desteğine dayalı üretim biçiminden, piyasa koşullarında girdi teminiyle üretim yapmaya geçmek,öncelikle küçük ve orta ölçekli üreticiyi üretemez duruma getirecektir.
3-Düşük Faizli Kredi Temini Yoluyla Yapılan Desteklemeler:
Düşük faizli kredi veren kuruluşların kredi verme koşulları, küçük çiftçilerin bu kredileri kullanabilmelerine olanak vermemiş, büyük çiftçilerin yararlanabileceği şekilde koşullara bağlanmıştır. Verilen kredilerin faizleri düşük olmalıdır. Çünkü çiftçiler aldığı krediyi 1 yıl boyunca üretim girdileri temininde kullanıyorlar ve üretim dönemi boyunca girdilere gelen zamlar üreticinin aldığı krediyi ekonomik olarak kullanmasını engelliyor.
4-Ürün Başına Uygulanan Teşvik Primleri:
Bu destekleme şeklinin üretim açığımızın olduğu sektörlerde, örneğin yağlı tohumlarda yapılması daha uygun olur.
5-İhracat Teşvikleri:
Dünyada ticarete konu olan 30 üründen 28’ini ticari olarak pazara sunabilmekteyiz. Dünyaya pazarlayabileceğimiz ve kendi tüketimimizde kullanabileceğimiz ürünler bazında destekleme politikaları oluşturmalıyız. Hayali ihracatı engellemeliyiz.
6-Üretimin Belirli Kademelerinde Yapılan Avans Ödemleri Şeklinde Desteklemeler:
Daha çok şekerpancarında uygulanan ancak çif
tçilere üretim sürecinde yeterli katkı sağlayamayan destekleme biçimidir. Geliştirilip, aksaklıkları giderilerek uygulanması gereklidir.
Bildiğiniz gibi zaten bu güne kadar tarımda destekler doğru,ihtiyaca göre uygulanmayıp,siyasal tercihlere ve birazda siyasal yakınlara fayda sağlayıcı kullanılmıştır.
Aksaklıkları gidererek,çiftçilerin mağduriyetini önleyici (siyasal tercih değil de planlı programlı) biçimde, destekleri sürdürmek yerine, dış dayatmalar nedeniyle tümden kaldırmak, sektörü gözden çıkartmak,yok etmek değil midir?
Bir aldatmaca!…
Doğrudan Gelir Desteği (DGD)-Açlık parası-
Mevcut destekleme modelinin çok kısa bir zaman dilimi içinde yerini bütünüyle doğrudan gelir desteği (DGD) modeline bırakmasını öngören 2000/267 sayılı Bakanlar kurulu kararı 14 Mart 2000 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
Bu güne kadar uygulanan desteklemelerin tümünün yerine ikame edilmesi tasarlanan DGD sistemi tek başına hiçbir ülkede uygulanmamaktadır. Örneğin; OECD ülkelerinde 1998 itibarıyla doğrudan ödemelerin toplam üretici eşdeğerine oranı yüzde 17 olup, piyasa desteği yüzde 67,girdi ağırlıklı diğer desteklerin oranı yüzde 16’dır.*
AB ülkelerinde durum ise;DGD ödemelerine kısmen yer verilmektedir. DGD,fiyat politikası,garanti eşikleri,üretim planlaması ve diğer ekonomi politikalarla birlikte uygulanmaktadır. AB’de DGD oranı yüzde 30,Pazar fiyat desteği yüzde 55,girdi desteği ise yüzde 8’dir.Ayrıca AB DGD ödemelerinin kısa/orta vadede daha fazla kaynak emeceğini ön görmekte,değişik önlemler araştırmaktadır. Türkiye’de tarıma uygulanan desteklemelerden tümden vazgeçilmesini savunanların gerekçeleri, kamu maliyesine yüksek maliyet getirdiği, yük olduğu savıdır. Bu savı güçlendirmek için de abartılı rakamlar açıklayarak kamuoyunu yanıltmaktadırlar. Gerçekte ise AB’nin öngördüğü gibi DGD kamu maliyesine daha fazla yük getirecektir. Ayrıca bunu sadece AB ön görmemektedir. Meksika’da uygulanan DGD bizdeki gibi alelacele bir uygulama olmamasına rağmen, daha uzun hazırlık dönemleriyle geçildiği halde, hazine üzerindeki destekleme yükünü artırdığı belirlenmiştir.2000 yılında pilot uygulama olarak başlatılan DGD sistemine 2002 yılı gibi çok yakın bir vadede tamamen uyum sağlanması istenmekte,2003’te de diğer tüm destekleme düzeneklerinin kaldırılması düşünülmektedir.
DGD’nin de sürekli uygulanamayacağı yetkililerce açıklanmakta ancak,çiftçilere açık bir takvim de vermekten kaçınmaktadırlar. Bu da çıkarılan yeni Şeker yasası ve Tütün yasası ile üretim yapamayacak çiftçiler başta olmak üzere hükümetlerin uyguladıkları tarım politikaları ile üretemez duruma soktukları köylülerin tepkilerini bastırmaya yönelik geçici bir uygulama olduğu savlarını güçlendirmektedir.
Çiftçilere açık bir takvim vermeyen hükümetler,niyet mektuplarında yabancılara tarımımızın geleceği konusunda yeterince açık takvim vermişlerdir.
IMF’ye verilen iyi niyet mektupları:
9 Aralık 1999 tarihinde IMF’ye verilen Niyet Mektubunda şu ifadeler yer almaktadır:
“Reform programımızın orta vadeli amacı var olan destekleme politikalarını safhalar halinde ortadan kaldırmak ve fakir çiftçileri hedef alan doğrudan gelir desteği sistemi ile değiştirmektir”.Deniliyor.
Dünya Bankası’na verilen 10 Mart 2000 tarihli Niyet Mektubu:
“Tarım alanında,Hükümet,büyümenin desteklenmesi ve tarımsal destekleme politikalarının bütçe ve tüketiciler üzerindeki yükünün azaltılması için geçmişe kesin bir set çekme niyetindedir. Orta vadeli hedef,hükümetin sübvanse ettiği girdi,kredi ve temel mahsullerdeki fiyat desteklerine dayanan mevcut sistemin,zaman içerisinde küçük çiftçileri giderek daha fazla hedefleyecek doğrudan gelir desteği programı ile değiştirilmesidir”.Deniliyor.
IMF’ye 18 Aralık 2000’de verilen üçüncü ek niyet mektubu:
“Tarım politikalarının reformunda,tüm dolaylı destek politikalarından 2002 sonuna kadar kademeli olarak vazgeçilmesi ve doğrudan gelir desteği sisteminin uygulanmasına geçilmesi amaçlanmaktadır”. Denilmektedir.
Görüldüğü gibi ülkemiz nüfusunun yüzde 40’nı yakından ilgilendirecek olan derin yapısal değişim için üç yıl gibi kısa bir süre ön görülmekte, anlamlandırılamayacak bir acelecilikle hareket edilmektedir. Bütün bu zaman zarfında yaşanan Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleriyle programın kriz ayağı çökmesine karşın,tarıma yönelik programda duraksama gereği duyulmamış, sektördekilerin her türlü uyarı ve tepkilerine rağmen devam etmiştir.
IMF ve Dünya Bankası aracılığıyla Türkiye’ye dayatılan bu model her türlü üretim ve verimlilik kriterlerinden uzak, yalıtılmış, iç karar alıcılarca üzerinde ciddi düşünülmemiş, dış karar alıcıların çıkarlarına uygun bir önerme/dayatmadır. Başka bir deyişle DGD uygulaması gelişmiş ülkelerde üretim fazlası olan ürünlerde alan veya ürün kotalarının çiftçi gelirlerinde yaratacağı gelir düşmesini giderme amaçlıyken, Türkiye’de ise kendi çiftçilerini düşünmeyen,çiftçileri tüm desteklerinden yoksun bırakacak olan, dışarıdan dayatılan, gelişmiş ülkelerin çiftçilerinin çıkarlarına hizmet edecek bir modeldir
Doğrudan Gelir Desteği (DGD) bir tarımsal destek değil, sosyal nitelikli ve giderek azaltılan bir tarımsal destek biçimidir. Gelişmiş ülkelerin uyguladığı bu sistemle hedefledikleri tarımı geliştirmeyi değil, aksine, ihtiyacının çok üzerinde olan üretimin kısılması yani tarımsal üretimin artırılması yerine tarım kesiminin gelirinin korunması amaçlanmaktadır.
57.Hükümet, doğrudan gelir desteğine geçişi kamu maliyesi üzerindeki tarımsal destekleme yükünü hafifletme amaçlı olduğunu açıklamaktadır. Ancak DGD’nin hangi kaynaktan sağlanacağı belirsizdir. Oysa ki, mevcut uygulamada, düşük faizli ama geri dönüşü olan destekleme alım kredileri verilirken doğrudan gelir desteğiyle daha büyük bir kaynak, geri dönüşsüz olarak kullanılacaktır. Bu anlamda güven vermiyor. Göstermelik bir uygulama olacağı işaretleri oldukça fazladır. Türkiye tarımı ve ekonomik yapısı içerisinde uygulanabilirliliği güç görünmektedir. Çünkü, tapu kayıtları uygun değildir. Araziler çok parçalıdır. Ürün alım satımında,girdi ve emek kullanımında kayıt sistemi büyük oranda yoktur. Bu kadar kısa sürede ve Türkiye tarımının yukarıda saydığımız bugünkü koşullarında böyle bir uyum olanaksız gözükmektedir.
4 küsur milyon aile işletmesinin gösterdiği çok parçalılık da DGD sistemi mevcut destekleme biçimlerine ancak bir tamamlayıcı unsur olarak düşünülebilirdi.
Bu şartlar altında söz konusu uygulama Türkiye tarımını güçlendirmez, tüketir, dışa bağımlı kılar. Üretimden caydırır, dolayısıyla üretimde düşüşlere neden olabilecektir. Çünkü;
200 dönümün üzerinde arazisi olanlara bu sistem gereği ödeme yapılmayacağından ,bu paradan yararlanmak için arazi bölünmesi yoluna gidilebilecektir. Böylece aile işletme sayısı artacak,arazi toplulaştırmasına değil bölünmesine hizmet edecek,(Meksika uygulamasında 1000 dekara kadar ödeme yapılmıştır.)
Tapusu olduğu halde tarımla uğraşmayanı,kente yerleşik olanı teşvik edecek,tapusu olmadığı halde tarımla uğraşan ortakçı,kiracıları sistem dışına itebilecek,(İktidarın iddia ettiği gibi,yoksul çiftçi lehine bir uygulama değildir.)
Hisseli arazilerde yeni hukuki ihtilaflara zemin hazırlayabilecek,
Doğrudan gelir deste
ği(DGD) karşılığında destekleme alımları ve diğer tarımsal destekler kaldırılacak, sadece doğrudan gelir desteği verilecek,
Verimlilik farkları 10 katına kadar çıkabilen Orta ve Doğu Anadolu köylüsü ile Ege-Çukurova çiftçisi de miktar bazında aynı oranda destekten yararlandırılacak,
Hiç arazi kullanmadan veya az kullanarak,meraya dayalı hayvancılık yapanlar bu uygulamadan hiç yararlanamayacak,
En önemlisi de,IMF ve Dünya Bankası istiyor diye dekara 10 milyon lira DGD karşılığında;
a)Desteklemelerin tamamı kaldırılacak,
b)Girdi sübvansiyonları kaldırılacak,
c)Destekleme alım yapan kuruluşlar özelleştirilecek,
d)Tarımsal kredi faizleri yükseltilecek,
e)Taban fiyat uygulamalarından vazgeçilecek,
Dekara 10 milyon vereceksin karşılığında çiftçinin hayat damarlarını keseceksin buna da Tarımda Reform! yapıyorum diyeceksiniz. Buna “ağza bir parmak bal çalma” bile denilemez…
Kısaca,köylülükten çiftçiliğe geçişin önünü tıkayan irrasyonel bir uygulamadır. Bu uygulama ve diğer uygulamaları ile Türkiye’yi kendi kendine yeterlilikten çıkaran iktidarlar,şimdi de üretim ve verimlilikle hiçbir bağını kurmadan DGD’ini uygulamaktadırlar. Türkiye çiftçisinin ihtiyacı sonucu oluşmuş bir uygulama değil,kökü dışarıda bir politikanın ihtiyacı sonucunda Türkiye’ye dayatılmıştır. Yabancıların ihtiyacıdır. Eloğlu istiyor diye yapılmaktadır. Aldatmacadan başka bir şey değildir.
2000 yılında Karadeniz’deki pilot bölgedeki uygulama sonucunun verilerine göre 5-10 dönümlük arazi için çiftçiler alacakları desteğin ilk taksitleri olan 25-75 doları almak üzere başvuruda bulunmaya bile gerek görmemişlerdir. Kaldı ki,dekar başına DGD tutarının tedricen aşağıya çekilmesi,bazı ürün ve bölgelerin dışlanması ve birkaç yıl içinde DGD’nin tümden kaldırılması gündeme gelebilecektir.
Türkiye’deki tarımsal işletmelerin yüzde 68’i 50 dönümün altındadır.30 dönüm araziye sahip bir çiftçinin doğrudan gelir desteğinden dolayı alacağı dekar başına 10 milyon lira yani, ortalama olarak ödenecek olan 300 milyon liralık bu komik rakam ile 1 yıl yaşayabilmesi mümkün mü? Ne dersiniz? Bu nedenle verilen açlık parasıdır,diyoruz.
Doğrudan Gelir Desteğinin ülkemizde tek başına düşünülüp, uygulanması halinde;
DGD karşılığında tarıma yapılan tüm destekler ve girdi sübvansiyonları kaldırılacaktır.
Sahip olunan arazi bazında yapılacak ödemelerden en büyük payı yine toprak ağaları almaya devam edecektir.
Kadastronun geçmemiş olması, kayıt sisteminin olmaması sağlıklı olarak gerçekleştirilmesini olanaksızlaştıracaktır.
Üretimle bağı kopartılmış bir DGD sistemi ile ülkenin ihtiyacı olan üretim planlaması gerçekleştirilemeyecek, engellenecektir.
DGD sisteminde yük vergi mükellefleri üzerinde olacağı için, tarım dışı kesimler ile tarım kesimi haksız, gereksiz ve yanlış olarak karşı karşıya getirilecektir.
DGD sistemi ile hazinenin yükü azalmayacak, artacaktır.
DGD sisteminde müdahale kurumlarına gerek olmadığından, KİT’ler özelleştirilecek bundan da üretici ve tüketici olan büyük bir halk kitlesi zarar görecektir.
Tarımda reform değil, çiftçiyi yok edecek uygulamalardan birisidir. Tek başına düşünülüp, uygulanmasından vazgeçilmelidir. DGD mevcut destekler ile birlikte ek destek olarak verilmelidir.
Doğrudan gelir desteği pilot proje uygulamasına, Ankara-Polatlı, Adıyaman-Merkez ve Kahta, Antalya-Serik ve Manavgat, Trabzon-Sürmene ve Akçaabat ilçelerinde başlanmıştır. 2001-2002 yılında tüm ülke genelinde uygulanması taahhüdü verilmiştir.
57.Hükümetin Tarım Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp,Dünya Bankası kökenli Devlet Bakanı Kemal Derviş’e karşı çiftçi yararına gibi görünen çıkışlarında samimi olup olmadığına gelince…
PRO. Dr. Tayfun Özkaya’ya göre “Dünya Bankası,Tarım Bakanlığı bünyesindeki Tarımsal Ekonomik Araştırmalar Enstitüsü’nün kuruluşuna büyük katkılarda bulundu. Yıllardır, tarımsal ürün desteklerinin kaldırılarak doğrudan gelir yöntemine geçilmesi için lobi faaliyetlerini bizzat yürüten, Tarım Bakanlığı bünyesindeki bu enstitüdür.” diyor… (Bakınız: Işık Kansu, Cumhuriyet, 4 Haziran 2001 ‘Ankara Kulisi’ köşesi.)
Bir de… böyle bir, 2002 Yılı Tarım Bütçesi!…
Bir başka aldatmaca!…
Dünya Fiyatları
Türkiye’deki şehirli,sağ görüşlüsü de sol görüşlüsü de, köylünün üretimini hep küçümsemiştir, küçümsemeye de devam etmektedir. Sanki tarımda, hayvancılıkta her şeyin dağda bayırda kendiliğinden yetiştiğini, çiftçinin bunları satarak “havadan para kazandığını “yıl boyunca “kahvede oyun ve laklakla zaman geçirdiğini” varsayarlar.
Tarım ürünlerinin fiyatlarını belirleyenler de halk bol, ucuz ekmek, sebze, et yesin, süt içsin diye fiyatları düşük tutarlar. Üretici ne ederse etsin politikasını izlerler. Umursamazlar…
Bu politikanın sonucunda insanlar, şehirlere göç ederler. Sonra da bu köyde yaşayanlar da neden topraklarını bırakıp şehre göç ediyorlar. Şehirler artık adam alacak durumda değil diye söylenir, dururlar. Bunu söyleyenler,köyünü ve toprağını terk edip şehre göçen çiftçinin ‘üretici’ iken, neden ‘tüketici’ olduğunu düşünmez. Köyünde buğday ekip kendi ekmeğini yaparken,şehirde ekmek almak için fırın önünde ekmek kuyruğuna girmeyi kendisi istemiş gibi birde, şehirde istenmez. Garip bir ülkeyiz biz. Bunlardan söz edenlere ‘vatan haini’ muamelesi yapılır, IMF’nin dayatmış olduğu ‘dünya fiyatı ile üretim yapamıyorsa,yapmasın’ diyenler vatansever saygınlığı görürler.
İkinci Dünya savaşı sonrasında,azgelişmiş ülkeleri gelişmiş ülkelerin insanlarını beslemek için Marshall Planı’yla tarıma yönlendirirken, bugün; kendi tarımsal ürün fazlaları için cazip pazarlar olarak görmeye başladılar.
Üretim girdilerinin (tohumluk, damızlık, ilaç, gübre,mazot, yem v.s)üretimini ve pazarını ellerinde tutan gelişmiş ülkeler ve yabancı ulusaşırı şirketler, gelişmekte olan ülkelerin tarımsal ürün ithalatında korumacılıktan vazgeçmelerini uluslar arası finans kuruluşları aracılığıyla dayatmaktadırlar.
Kendi üreticilerine uygun görmedikleri ürün borsalarının fiyatlarını esas alan bir fiyatın üreticilere uygulanması için yine uluslar arası finans kuruluşlarının yaptırımcılığına başvurmaktadırlar. Bilindiği gibi, gelişmiş ülkelerde iki fiyat uygulanmaktadır. Üreticinin eline geçen fiyat ile borsa fiyatları arasındaki fark devletçe karşılanmaktadır. Üreticilere maliyet artı kar verilir. Yani, gelişmiş ülke çiftçilerinin eline geçen fiyatlar yüksek, borsa fiyatları ise daha düşüktür. Aradaki fark devletçe karşılanmaktadır.
Üretici her zaman borsada oluşan fiyatların üzerinde fiyattan ürününü satabilmektedir. Özellikle aradaki fark AB çiftçisi lehine çok yüksektir.
Açıkçası, gelişmiş ülkelerde ihraç fiyatları ayrı, üreticiye ödenecek fiyat ayrı belirlenmektedir. Bizde dünya fiyatları denince hemen tartışılan konu; ‘buğdayı, sütü, üzümü’ dışarıdan almak istersek, kaça alırız? O fiyat konuşulur. Düşünmeyiz ki ihracatçı ülkeler ürün fazlası olan ülkelerdir. Malını satmak için fiyat kırarlar. Senin de dövizin varsa alırsın. Pazarları olursun. Ancak unutmamak gerekir ki, üretimden vazgeçmişsen, üretmiyorsan, artık satıcının belirlediği fiyattan almak zorunda kalmışsın,pazar olmuşsun demek
tir.
Bu nedenle dünya fiyatları aldatmacasına kanmadan, çiftçileri toplu pazarlık yapabilecek demokratik örgütlere sahip kılınmalı , çiftçinin ürettiği malın fiyatını gelişmiş ülkelerde olduğu gibi maliyet artı karını koyarak belirlemeli, gelişmiş ülkelerin pazarı olmayacak politikaları devlet politikası olarak kabul edip, uygulamalıyız.