5 Eylül Çarşamba günü İstanbul’da TİSK, TÜRK-İŞ, HAK-İŞ ve DİSK yöneticileri ile bağlı sendikaların başkan ve başkanvekillerinin biraya geldiği bir toplantı yapıldı. Toplantının görünen gündemi, “İşsizlik, İşten Çıkarmalar, İşyeri Sorunları ve Muhtemel Çözüm Yolları” olarak belirtilmişti. Ancak toplantıda dağıtılan gündeme bakıldığında “muhtemel çözüm yolları” olarak işçi ve işverenlerin katkısyla oluşacak bağımsız bir fon, yurtdışındaki kaynakların […]
5 Eylül Çarşamba günü İstanbul’da TİSK, TÜRK-İŞ, HAK-İŞ ve DİSK yöneticileri ile bağlı sendikaların başkan ve başkanvekillerinin biraya geldiği bir toplantı yapıldı. Toplantının görünen gündemi, “İşsizlik, İşten Çıkarmalar, İşyeri Sorunları ve Muhtemel Çözüm Yolları” olarak belirtilmişti. Ancak toplantıda dağıtılan gündeme bakıldığında “muhtemel çözüm yolları” olarak işçi ve işverenlerin katkısyla oluşacak bağımsız bir fon, yurtdışındaki kaynakların ülkeye çekilmesi kampanyası, Türk parasına itibar kazandırlması kampanyası ve Türkiye’de üretilen malların kullanımı kampanyası öneriliyordu.
Toplantının il bölümümde söz alan Konfederasyon Başkanları içinde sadece DİSk Genel Başkanı Süleyman Çelebi, yeni bir fon oluşumuna karşı olduklarını, işsizlik sorununun çözümünde öncelikle uygulanan ekonomik politikalar değerlendirilmeden ve buna yönelik radikal değişiklik talepleri gündeme getirilmeden böyle bir fonun çalışanlar açısından yeni bir fedakarlık çağrısı olacağını, artık fedakarlık yapacak birşeyin kalmadığını belirtti. Bayram Meral ve Salim Uslu ise fon dahil her önleme hazır olduklarını belirtti. Nitekim yapılan konuşmalar sonrasında içinde fon önerisinin de ye aldığı bri sonuç bildirgesi TİSK, TÜRK-İŞ ve HAK-İŞ imzasıyla yayınlandı.
DİSK’in imza koymadığı sonuç bildirisinde “tarihinde çok büyük zorlukları birlik içinde aşmış olan ulusun, bugünkü krizi de aşacak güç ve yeterliliğe sahip olduğu belirtilerek, krizin aşılacağı” ifade edildi. Bildiride şöyle denildi:
“Ülkemizdeki tüm işçi ve işveren tarafları ulusal çıkarlarımız için somut konularda etkili ve kapsamlı bir işbirliği dönemine geçilmesi konusunda mutabık kalmışlardır. İşçi ve işveren konfederasyon ve sendikaları faaliyetlerinde işletmenin işçisi ve işvereniyle bir bütün oluşturduğu gerçeğinden hareketle, çağdaş hak ve özgürlükler ve çalışma koşulları rehber alınarak, işsizliğin azaltılması ve istihdamın artırılması, işletmenin rekabet gücünün geliştirilmesi amaçlarını esas alacaklardır. Bu amaçla bir ulusal istihdam stratejisinin oluşturulmasına çalışacaklardır. Politika ve uygulamalarında taraflar her iki amacın da takipçisi olacak, bu iki amaç arasında denge ve uyum sağlanacaktır.”
“2001 Eylül ayında reel sektörün yaşadığı sorunları, bunların kaynaklarını, işten çıkarmaları ve benzeri sorunları analiz etmek amacıyla ortak bir anket çalışması yapılacaktır. Anket sonuçları Ekim ayında kamuoyuna açıklanacaktır. Ekonomik kriz nedeniyle reel sektör işletmelerinin ekonomiye kazandırılması, işsiz kalan işçilerin işlerine kavuşturulması , güç durumda bulunan firmaların durumunun objektif olarak değerlendirilmesi, istihdamın ve yatırımların teşvik edilmesi için işçi ve işveren konfederasyonlarının ve diğer sivil toplum kuruluşlarının yönetiminde ve hükümetten bağımsız, toplumun gönüllü mali desteklerini esas alacak bir fon oluşturulması için ortak değerlendirme çalışmalarına başlanacaktır.”
DİSK ise sonuç bildirgesini imzalamadı. DİSK Yönetim Kurulu’ndan, konuya ilişkin yapılan yazılı açıklamada, TİSK ile işçi sendikaları konfederasyonları ve bağlı sendikaların katılımıyla düzenlenen “İşçi-İşveren Zirvesi”ne, DİSK’in “işsizlik ve istihdam sorunlarının işçi ve işveren örgütlerince tartışılması, muhtemel çözüm yolları konusunda çeşitli önerilerin ortaya atılmasını öngördüğü için katıldığı” belirtildi.
Açıklamada, şöyle denildi:
“Böyle bir toplantıda üzerinde yeterince derinlik sağlanmayan, görüş birliği oluşmayan ve bizce sorunlara çözüm oluşturmayacak önerilerin sonuç bildirgesi şeklinde hemen kamuoyuna duyurulması doğru değildir. Ülkede yaşanan ekonomik ve sosyal çöküntünün gerçek nedenleri, bu sonuca yol açan politikalar ve bunlar karşısında dile getirdiğimiz öneriler yeterince tartışılıp sonuçlandırılmadan ortak çözüm bulmamız mümkün değildir. Böylesi bir ortamda emeğiyle geçinenlerden ve kriz yükü altında ezilen halktan, yeni bir fon oluşturarak bir kez daha fedakarlık istenmesini kabul edebilmemiz de mümkün değildir. Böyle bir fona, işsizlere yardım gibi işlevler yükleyerek hoş gösterme çabaları kabul edilemez. Çünkü bu işlev işsizlik sigortasındadır. Böylesi bir fedakarlığı istemeden önce, uygulanmakta olan IMF ve Dünya Bankası patentli politikalardan vazgeçilmesi sağlanmalıdır. Ayrıca fedakarlık sonrasında nasıl bir toplumda ve ülkede yaşayacağımız konusunda da mutabakat sağlanması gerekir. Söz konusu toplantı böyle bir mutabakat sağlamaya yeterli olmadığından, sonuç bildirgesine imza atmamız mümkün olmamıştır.”
Fon Ne Anlama Geliyor?
Türkiye’de çeşitli zamanlarda çeşitli adlar altında oluşturulan fonlar tam bir başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Çoğu kez çalışanların, rızaları alınmadan, ücretlerinden yapılan kesintilerle oluşturulan bu fonlar, kamu açıklarına ya da özel sektörün finanse edilmesine kaynaklık etmiş, ancak çalışanlar bu fonlardan doğrudan ya da dolaylı olarak yararlanamamıştır. Son olarak Zorunlu Tasarruf Fonu’nun durumu ortadadır. Dolayısıyla çalışanlarda, yeni bir fonun kurulmasına yönelik ciddi bir güvensizlik, hatta tepki oluşacağı açıktır.
Güvensizliğin tek nedeni Hükümet uygulamaları değildir. Bu nedenle Hükümet dışında özel bir fon kurulması da çalışanlarda beklenen güveni getirmeyecektir. Geçmiş krizler bir yana son iki yılda çalışanlar ciddi reel ücret kayıpları ile karşı karşıya kalmışlardır. Ücret artışları gerçekleşen enflasyonun çok altında kalmanın ötesinde pekçok sektörde nominal olarak da gerilemiştir. Öte yandan fiyat artışları hızlanarak sürmekte; sonbahardan itibaren bütün mal ve hizmetlerde önemli fiyat artışları olacağı beklenmektedir. Bir başka deyişle çalışan kesimden sürekli kaynak çekilmektedir. Bütün göstergeler genel olarak yoksullaşmanın dışında, varolan gelir adaletsizliğinin daha da derinleştiğini ortaya koymaktadır. Böyle bir durumda oluşturulacak bir fona çalışanlardan katkı istemenin, daha fazla yoksullaşma çağrısı yapmaktan başka bir anlam taşımayacağı açıktır.
Kaynakların kötü kullanılması, borç sarmalının bütün ekonomik değerleri yutması, yolsuzlukların sürmesi, krizin olumsuz sonuçlarının dengeli dağılmaması, yani herkesin eşit bedel ödememesi “topyekün seferberlik” çağrılarının inandırıcılığını ortadan kaldırmaktadır.
En azından orta ve uzun vadeli bir üretim ve istihdam planlaması ile gelir dağılımın nasıl düzeltileceğine ve sosyal devletin nasıl geliştirileceğine dair ortak bir politika oluşturulmadan, bir fon kurmak ve çalışanlardan böyle bir fona katkı istemek doğru olmayacağı gibi gerçekçi de değildir. Üst örgütler böyle bir çağrı yapsa bile bunun yankı bulması ve hayata geçmesi bugünkü koşullarda kesinlikle mümkün değildir.
Kaldı ki varolan güvensizliğin ortadan kaldırılmasında bu tür kampanyaların kalıcı sonuçlar üretmesi de mümkün değildir; nihai bir çözüm ancak, uygulanan yanlış ekonomik politikalarda köklü değişikliklerle sağlanabilir. Türkiye’de dolarizasyonun önüne geçmede ve kaynakların yatırıma yönlendirilmesinde öncelikli olarak devletin adım atması gerekmektedir. Kamuda bütün fiyatlamalarda Türk Lirasına dönmek, kısa vadeli sermaye hareketlerinin denetim altına alınması, kayıtdışı para hareketlerinin kayıt altına alınması, borçlar konusunda yeniden vadelendirme, servetin vergilendiril
mesi, yolsuzlukları kısmen önleyecek ihale yasasının çıkarılması acilen atılması gereken adımlardır. Bunlar gerçekleşmeden yapılacak her iyi niyetli girişim yapay bir iyimserlik yaratmanın ötesine gidemeyecektir.
Bunların dışında aslında teknik olarak reel sektör ile mali sektör arasındaki kaynak kullanımı ve değer paylaşımına ilişkin sorunların özel sektör katkılarıyla oluşturulacak çeşitli fonlar tarafından hafifletilmesi sermaye açısından rasyonel bir politika olabilir. Ancak kabul etmek gerekir ki bu konuda karar vermek sendikaların görevi değildir. Çünkü bu gelirlerin daha da azalmasını kabul etmek anlamına gelecektir.