Tüm dünyadan katılımcılarla aylar öncesinden örgütlenmeye başlanan Cenova eylemleri, 20 Temmuz’da büyük yürüyüşle başladı. Ertesi gün G-8 temsilcilerinin toplantıya başlamasıyla eylemlerin rengi değişti. İtalyan polisi tarafından Kırmızı Bölge olarak adlandırılan gölgeye girilmesi amacıyla ile kitlenin polisle çatışması, bir İtalyan eylemcinin jandarma tarafından katledilmesiyle sürdü. Ertesi gün barışçıl grupların eylemlerden çekilmesiyle kitlede bir kırılma yaşansa da […]
Tüm dünyadan katılımcılarla aylar öncesinden örgütlenmeye başlanan Cenova eylemleri, 20 Temmuz’da büyük yürüyüşle başladı. Ertesi gün G-8 temsilcilerinin toplantıya başlamasıyla eylemlerin rengi değişti. İtalyan polisi tarafından Kırmızı Bölge olarak adlandırılan gölgeye girilmesi amacıyla ile kitlenin polisle çatışması, bir İtalyan eylemcinin jandarma tarafından katledilmesiyle sürdü. Ertesi gün barışçıl grupların eylemlerden çekilmesiyle kitlede bir kırılma yaşansa da ölümün verdiği tepkiyle dışardan katılımlar daha da yoğunlaştı. 3 gün boyunca ortalama 300,000 kişi eylemlilik halinde oldu. Eylemlere Türkiye’den de destek verilmesi, hatta doğrulanmamakla birlikte tutuklulardan birinin de Türk olduğunun iddia edilmesi ülke ‘sol’ gündeminin Cenova’ya uzak olmadığının bir göstergesiydi.
Eylemci kitle, kendi içerisinde çok farklı grup ve örgütlenmeleri barındırsa da kaba hatlarıyla üç dört gruba ayrıştırılabilir. Barışçı olarak nitelendirilen Borçları İptal Komiteleri, çevreciler, Sosyal Dayanışma Örgütleri bir grubu oluştururken, sendikalar-işçi/emekçi örgütleri ile sosyalist-komünist gruplar/partiler başka bir grubu oluşturuyordu. Bunun da yanında eylemlere nicelik olara en küçük olmasına rağmen en ‘hazırlıklı’ grubun Kara Blok adı verilen anarşist platform olduğu görüldü. Öyle ki bu grup eylem taktikleriyle polisin önlemlerini boşa çıkartmayı bildi. Kırmızı Bölge’ye girilmesinin esas aktörü bu grup olarak dikkat çekti. Eylemlerde öne çıkan anti-emperyalist vurgu olmasına rağmen, katlin gerçekleştiği günün ardından anti-faşist bir atmosfer de oluştu.
Tüm bu olan bitenin içerisinde gerçekleşen zirvede gündem, elbette medyanın yansıttığı gibi borçların iptal edilmesi değildi. Sadece bu noktaya dikkat çekilmesine rağmen eylemler adresini buldu. Zirvede ise üçüncü dünyanın borçlarının bir kısmının silinmesinin yanında ağırlıklı olarak uluslar arası mali piyasalardaki aksaklıkların giderilmesi için alınacak önlemler ve sömürge ülkelerin eski toplumsal yapılarının çözülerek uluslar arası ticaret anlaşmalarıyla emperyalist yatırımlara uygun hale getirilmesi için alınacak önlemler tartışıldı.Amacın yoksul ülkelerin borçlarının silinmesi ve yoksullukla mücadele değil yoksullarla mücadele olduğu ise uygulanan emperyalist programlarla görüldü ve görülecek. Ana hatlarıyla G-8’in gündemi buydu:Eski toplumsal yapıların çözülmesi ve emperyalizmin yeni sürecine dahil edilmesi için uygun hale getirilmesi…Ancak sonuç bildirgesine çok küçük bir kısmı yansıyan zirveden çıkan sonuçların esası ancak önümüzdeki süreçte yaşanacak gelişmelerle görülecek.
Zirveden ziyade ön plana çıkan ise, dünya çapında yarattığı yankıyla eylemler oldu. Solun gündemini bir anlamda belirleyen bu ‘küresel eylem dalgasının’ esas handikapı ve eksiği ise, net bir ideolojik-politik hattı barındırmaması olduğu görülüyor. Sadece ‘küreselleşmeye ve sonuçlarına hayır’ anlamında tepkisel bir tarzda gelişen hareketler, dünya çapında yeni bir yükseliş trendine giren emek hareketinin, önümüzdeki sürecinde uzun bir süre daha dikkat çekecek gibi görünüyor. Ama eylemci grupların en azından kendi ülkelerindeki muhalefeti yaratma noktasında çok güdük hatta edilgen bir noktada oldukları düşünülürse bir hatalı yaklaşımın daha gelişmeye başladığı söylenebilir. Ülke içindeki muhalefetin fiili olarak reddine varabilen bu yaklaşım, Dimyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan olmayı getirebilir. Hareketin sadece uluslar arası zirvelere hazırlanması ve yığınlar halinde neredeyse ‘eylem turizmi’ halinde örgütlendirilmesi, esas olarak ulusal sınırlar dahilinde uygulanan politikalara muhalefetin örgütlendirilmesi görevini arka plana itmeyle sonuçlanabiliyor. 90’lı yılların yenilgi sürecinin ardından filizlenen, yarattığı olanak ve birikimlere rağmen, içerisinde anılan hatalı eğilimleri barındıran bu hareket, yeni bir emek hareketi dalgasının ilk kıpırtıları olarak düşünülmeli. Unutulmamalı ki tarihte makine kırıcılığıyla başlayan hareketlilik kendisini belli bir noktadan sonra dönüştürerek bilimsel sosyalizm çağının yolunu açmıştı. Duyulan yeni bir emek hareketinin ilk ayak sesleridir ve bu ses olgunlaşmış, tamamlanmış bir hareketin sesi değildir.