Kuşkusuz bu gelişmelerin içinde ilk sırayı FP’nin kapatılması alıyor. Zira FP’nin kapatılması, RP’nin kapatılmasından çok daha derin etkiler yaratmaya aday bir gelişme olarak görünüyor. Bir süredir uluslararası planda olduğu gibi ülke içinde de ivme yitiren İslamcı hareket, FP’nin kapatılmasıyla birlikte sadece bölünmekle kalmayıp, aynı zamanda 1980’lerden itibaren oluşturduğu ‘hırçın’ muhalefet çizgisinden de vazgeçme sinyalleri veriyor. […]
Kuşkusuz bu gelişmelerin içinde ilk sırayı FP’nin kapatılması alıyor. Zira FP’nin kapatılması, RP’nin kapatılmasından çok daha derin etkiler yaratmaya aday bir gelişme olarak görünüyor. Bir süredir uluslararası planda olduğu gibi ülke içinde de ivme yitiren İslamcı hareket, FP’nin kapatılmasıyla birlikte sadece bölünmekle kalmayıp, aynı zamanda 1980’lerden itibaren oluşturduğu ‘hırçın’ muhalefet çizgisinden de vazgeçme sinyalleri veriyor. Tayyip Erdoğan’ın askerlerle görüştüğü iddialarının askerlerce yalanlanması ve hemen ardından toplanan MGK’nın sonuç bildirisine yansıyan ‘tarikatların ve islamcı sermayenin devletle barıştığı’ ifadesi bu gelişmenin yüzeye yansıyan göstergelerinden bazıları olarak görünüyor. Bu arada, 2000’lerin parlamenter yapısında, 90’larınkinden önemli ölçüde farklılaşarak islamcı-muhafazakar çizginin birinci parti ve/veya ana muhalefet gücü olmaktan çıkarak kritik bir değişim içereceği de bugünden görülüyor.Liberal söylemlerle merkez sağın ana gücü olmaya soyunan ‘yenilikçilerin’ ise bu hedefe ulaşıp ulaşmayacakları zamanla ortaya çıkacak. Ancak islamcı oy potansiyelinin bir bölümünün kalıcı olarak merkez sağa aktarılacağı ise tartışmasız bir olgu olarak karşımıza çıkıyor.
Merkez sağın alacağı yeni şekillenişte ise diğer kimi girişimlerin yanısıra asıl kritik faktör, MHP’nin merkez-sağ rolüne oturup oturmayacağı olacaktır. Ekonomik krizin gidişatı ve etkileri bu noktada belirleyici olacak. Şubat krizi öncesine dek ön plana çıkmayıp, bir yandan kadrolaşırken diğer yandan hükümetin içinden utangaç bir muhalefet yürüten MHP, Derviş’in gelmesiyle birlikte yüksek sesle muhalefet yapacağı bir muhatap buldu. Böylelikle halkta IMF’ye karşı oluşan tepkileri yalıtmaya ve giderek mayalanmakta olan ulusalcı politik atmosferi kendine yontmaya girişti. Bu politikanın tutup tutmayacağı ise, emek cephesinin -ve geniş anlamıyla sol güçlerin- muhalefet becerileri ve Derviş’e dönük tutumlarıyla doğrudan ilişkili olacak. Çünkü ancak gerçek bir tepki, sahte bir muhalefeti boşa çıkarabilir. Oysa bugün sosyal demokratlara yamanmak istenen Derviş, halk kitlelerinin gözünde IMF ile ‘sol’ partiler arasında bir köprü oluşturma tehlikesini yaratarak gerçek bir IMF yardakçısı olan MHP’nin kendisini aklamasına yol açabilecektir.
Telekom krizi bu noktada önemli bir yer tuttu.Ecevit’in de kendisine rakip olacağı belirginleşen Derviş’i MHP karşısında ezdirmeyi tercih etmesiyle birlikte, eğer çok kritik bazı çıkışlar yapamazsa Derviş’in bundan sonrasında iktidarın gerçek aktörü olmaya doğru değil, tam tersine ‘boksörlerin antrenman yaptığı kum torbasına’ dönüşeceği söylenebilir. Tüm bunlar olurken, IMF’nin 1,5 milyar dolarlık kredi dilimini vermeyi, Telekom ve bankacılık yasasının istenilen doğrultuda sonuçlanmadığını gerekçe göstererek ertelemesi Derviş’e yönelik bu kıskaç operasyonuna karşı bir hamle olarak da değerlendirilebilir.
Olağan kurultayı Baykal’ın kazanmasıyla birlikte daha da eriyeceğinin yolu açılan CHP’nin kenara itilmesiyle birlikte gözler giderek sosyal demokrat cephedeki yeni oluşumlara çevrilecektir. Bu oluşumun gerek seçim öncesi gerekse de sonrasındaki gidişatını ve başarı şansını ise IMF politikalarına karşı alacağı tutum belirleyecektir. Geçtiğimiz hafta, sonbaharda sahneye çıkacağı belirtilen bu partinin 1989’da zirveye çıkıp, 1-2 yılda tüm parıltısını kaybeden SHP’den farklı bir kadere sahip olup olamayacağı, hatta böyle bir noktaya dahi erişip erişemeyeceğini de IMF politikaları karşısındaki konumlanışıyla doğrudan bağlantılı olacaktır. Kuşkusuz CHP’den kopanların daha sola kaymalarının önünün kesilmesi için İnönü-Karayalçın öncülüğüyle başı tutulan bu oluşumdan, emekten yana ve tutarlı bir IMF karşıtı çizgi izlemesini beklemek aşırı iyimserlik olacaktır. IMF ile sosyal demokratların arasında oluşacak politik mesafe ise MHP’nin kaderini yakından etkileyecektir.
Kuşkusuz ki bu noktada asıl belirleyici güç emek cephesi olmalıdır. Ancak görünen o ki, emek cephesinde daha bir süre kendi geleneksel sendikalarının çözülmesi, 90’ların uzlaşmacı yasal sol partilerinin çökmesi izlenirken dipte büyük bir enerji yoğunlaşması yaşanacak.Bu da olağan sayılabilir. Tarihsel olarak emek hareketinin, hele ülkemizde daima partilerdeki yüzeysel hareketliliklerden daha geç ve derinden geldiği 1960’larda, 70’lerde ve 80’lerde görülmüştür. Bu defa da öyle olacağı görünmekle beraber, bu kez dipten gelen dalganın şiddeti devrimcilerle ve yeni bir emek hareketinin yaratılmasında yer alacakların enerji ve becerileriyle doğrudan bağlantılı olacaktır.