IMF ve Dünya Bankası’nın bankalar ve Telekom yönetimini gerekçe göstererek kredileri ertelemesi ve hükümetin ise tavrında ısrar etmesi geçen haftanın en önemli gelişmesini oluşturdu. Derviş’in Telekom sürecinde ekarte edilmesinin rövanşı şeklinde gelişen bu süreç, emperyalistler ile ülke egemenleri arasındaki pazarlık gerilimini yansıtmaktadır.Kredi erteleme kararının ardından IMF ile görüşmeleri sürdüren Derviş’in ağzından kaçırdığı ‘erteleme sürpriz değil, […]
IMF ve Dünya Bankası’nın bankalar ve Telekom yönetimini gerekçe göstererek kredileri ertelemesi ve hükümetin ise tavrında ısrar etmesi geçen haftanın en önemli gelişmesini oluşturdu. Derviş’in Telekom sürecinde ekarte edilmesinin rövanşı şeklinde gelişen bu süreç, emperyalistler ile ülke egemenleri arasındaki pazarlık gerilimini yansıtmaktadır.Kredi erteleme kararının ardından IMF ile görüşmeleri sürdüren Derviş’in ağzından kaçırdığı ‘erteleme sürpriz değil, biz istedik,biliyorduk..’ sözleri kendi pozisyonunu açıklarken, ordunun kalemşörlüğünü yapan Emin Çölaşan’dan Ecevit ve MHP’ye kadar tüm egemen çevreler IMF’ye sert çıktılar. Hükümet içindeki krizin izolasyonunda hedef tahtası haline getirilen Derviş’in ordu ve hükümet içerisindeki kredisinin tükenmeye doğru gittiği anlaşılıyor. Öte yandan yürütülen program dahilinde istenilen tüm yasalar sorunsuz bir şekilde onaylanırken, Telekom, bankalar ve tarım alanında çıkarılan yasalar ve bugüne kadar izlenen çizgi ne Ecevit’in ne MHP’nin ne de ordunun gerçek anlamda IMF’ye karşı çıkma niyetinde olmayıp, bu didişmeleri halkın tepkilerini emerek geleneksel rollerini sürdürebilme olanağını yitirmemeye dönük olduğunu ortaya koymaktadır. Nitekim IMF’nin hafta sonundaki ‘ihtar mektubu’nun ardından Derviş’in geziden erken dönmesi ve hükümetin Telekom yönetiminde istenen değişiklikleri yapmak üzere acilen toplanması bu durumu açık şekilde gösterdi. Artık ortaya çıktı ki; IMF programı bazı noktalarda ülke egemenlerince tepkiyle karşılansa da bu krizler, küçük manevraların ardından siyasi tavizler verilerek süreklileşecektir.
Bütün bu gelişmeler ışığında IMF ile yapılan anlaşmaların basit bir borç anlaşmasının çok ötesinde, emperyalistler açısından bölgeye dönük önemli siyasal hesapların ana manivelası işlevini gördüğü bir kez daha ortaya çıkmıştır.Yapılmak istenen, bir yandan eski toplumsal-ekonomik yapı tüm siyasal uzantılarıyla tasfiye edilirken, yoksullaşarak iyice köşeye sıkışacak olan ülkeye bölgede daha kritik roller yüklenmesidir. Dolayısıyla iç ve dış siyasal gerilimlerin, ekonomik krizi hangi noktalara kadar derinleştireceği, ekonomik krizin ise iç ve dış siyasal ilişkileri nasıl yenileyeceği yakın geleceğin ana gündemlerini oluşturmaktadır.
Bu doğrultuda, süreç parlamenter siyasal arenanın özellikle merkezinin yeniden yapılandırılması etrafında önemli ataklara da sahne olmaktadır. Bu konuda asıl önemli gelişmeler merkez sağda görülürken,’Soldaki’ yeni oluşumların nispeten daha ağır bir havada ilerlediği izlenmektedir. Mümtaz Soysal’ın başını çektiği ‘ulusalcı’ oluşum ile sosyal demokrat hareketi toparlama misyonunu yüklenen İnönü arasındaki görüşmeden birlikte harekete dair olumlu bir sonuç çıkmaması geçen haftanın bu cephedeki tek gelişmesiydi.
Demirel’in sahneye çıkmaya dönük ısınma hareketlerinin yanısıra, merkez sağı etkileyen ana gelişmeler İslami cephede yaşandı. FP’yi kapatma kararının ardından MHP ellerini ovuşturarak kendine davetler çıkarırken, asıl atağı Tayyip Erdoğan’ın öncülüğündeki ‘yenilikçi’ hareket gerçekleştirdi. Ve medyanın kampanyasıyla birlikte gözler ‘yenilikçi’ harekete çevrildi. Merkez sağdaki mevcut yapıların erimesine koşut olarak gerçekleşen bu oluşum, Doğan medya grubu başta olmak üzere sermaye medyasının olağanüstü ilgisine mazhar oldu.
Gün be gün ‘yenilikçi’ cephedeki gelişmeler aktarılır ve desteklenirken, sermayenin amacı 1990’lı yıllarda parlamenter siyaseti baştan aşağı belirleyen İslami akıma olabildiği kadar büyük bir darbe vurarak, buradaki kitleleri merkez sağa çekebilmektir.Şimdilik islami akımı bölme ve siyasal sahnenin arka planına atma misyonu nedeniyle desteklenen yenilikçilerin, gerçekte merkez sağın ana partisi olup olamayacakları ise zaman içinde belirginleşecektir. Zira buranın talibinin çok olduğu her fırsatta görünmektedir.
Öte yandan, yeni oluşumun daha baştan dizginlenmesi ve hizaya getirilmesi için de adımlar atılıyor. Tayyip Erdoğan’a hafta içerisinde yeni bir dava açma hazırlığı yapılması bu niyetin bir işareti olarak görülmeli. Bu durum egemenlerin koşullu desteğinin sınırlarının çizilmesinin de ihmal edilmediğini ortaya koymaktadır. Diğer yandan, medyanın Milli Gazete şahsında Erbakan’a yönelik yürüttüğü yıpratma kampanyası da bu bütünsel planın bir parçasını oluşturuyor. İ.Melih Gökçek’in de üçüncü bir oluşumu yerli yersiz tavırlarla yaratmaya çabalaması ise bu cephedeki bir başka gelişme olarak görünüyor. Egemenlerin tüm bu gelişmelerin yaşandığı süreçte temel yöneliminin, İslamcı çizginin siyasal arenada devre dışı bırakılması ve geri dönüşsüz bir biçimde parçalanarak merkeze çekilmesi olduğu anlaşılıyor.