Bu nedenledir ki The Economist dergisi önceki hafta, 1974’ten bu yana, ilk kez resesyon konusunu kapak yaptı. Uluslararası basındaki kimi önemli ekonomi yorumcularının da geçen hafta, yazılarında birdenbire, 1974-75 resesyonunu hatırladıkları görüldü. Eşzamanlı Resesyon Dünya ekonomisinin toplam üretimi, 2000 yılında yüzde 12.8 oranında büyümüştü. Bu yıl büyüme hızının 1975’ten bu yana ilk kez görülen bir […]
Bu nedenledir ki The Economist dergisi önceki hafta, 1974’ten bu yana, ilk kez resesyon konusunu kapak yaptı. Uluslararası basındaki kimi önemli ekonomi yorumcularının da geçen hafta, yazılarında birdenbire, 1974-75 resesyonunu hatırladıkları görüldü.
Eşzamanlı Resesyon
Dünya ekonomisinin toplam üretimi, 2000 yılında yüzde 12.8 oranında büyümüştü. Bu yıl büyüme hızının 1975’ten bu yana ilk kez görülen bir hızla gerileyerek yüzde 4.3 olması bekleniyor (NY Times 28106).
Dünya ekonomisinde yayılmaya başlayan resesyon, dünyanın toplam üretiminin yüzde 34 ‘ünü, toplam ithaIatın ve ihracatın, sırasıyla yüzde 31 ve 28’ini gerçekleştiren ABD, Japonya ve Almanya’yı pençesine aldı. 2001 ‘in birinci üç aylık döneminde, Avrupa Birliği ülkelerinin Avrupa dışına topIam dış satımları yüzde 12.5 geriledi. Almanya’da yıllık ekonomik büyümenin yüzde 1 ‘in altına düşme olasılığı güçlendi. Avrupa’da tüketici talebinde de hissedilir bir gerileme başladı (Global Economic Forum 26106). Artık, Avrupa’nın bu yıl yavaşlamasına rağmen, ABD’den daha güçlü bir büyüme gerçekleştirerek dengeleyici bir etki yapma umudu da kalmadı (Dismal Science, 20/01). Japonya ise geçen on yılın dördüncü resesyonuna girdi ve GSMH’sinin yüzde 130’una ulaşan bir kamu borcu ve yüzlerce milyar doları aşan batık banka alacakları altında, dünya ekonomisinide çatlatmaya aday bir mali krize doğru hızla kayıyor.
Dünyanın geri kalanının durumu da hiç parlak değil. En son verilerle bir yıl öncesine göre sanayi üretimi büyeme hızı (yüzde S) ile 2000-2001 dönemi GSMH (yüzde G) büyüme hızIarı şöyle: Tayvan (-5.8/-1.9), FilipinIer (-2/-0.6), Tayland (-1.8/-1.3), Singapur (-0.8/-4.9), Malezya (-0.3/-4), Hong Kong (-0.2/-7), Avustralya (3.1/-1.8), Güney Kore (5.7/-5.3), Peru (-6.3/-1.1), Meksika (-1.9/-3.4), Kanada (0.7/-4.2), İsrail (-1/-4.2) (IMF Ulusal İstatistikler).
Bu yukarıdaki rakamların arkasında daha köklü, kalıcılığı yüksek kriz eğiIimleri var. Geçen 20 yıl boyunca ulusIararası mal ve sermaye piyasalarının serbestleştirilmesinden en çok faydalanan, mali hizmetler, otomobil ve telekom araç gereçleri ve donanımları, yarı iletkenler, sanayi makineleri sektörlerinde kronik bir kapasite fazlası sorunu yaşanıyor. Bakır, alüminyum fiyatlarında yaşanan, demir-çelikte sertleşen ticari gerginlikler hep bu durumun göstergeleri. Geçen on yılda bu Iider sektörlerde dünya ölçeğinde entegrasyon büyük hız kazandı. Ancak, bu sırada oluşan ileri-geri bağlantıları şimdi, sektörler arasında kriz eğilimlerini hızla yaygınlaştıran ve güçlendiren bir ”bulaşıcı” ortamı yaratıyor.
Dünya ekonomisinde eşzamanlı bir resesyonun yerleştiğini gösteren bir gösterge de şirket karları. Önceki haftaki, The Economist’te bu konuyu işleyen yazılar, başta telekom ve maIi hizmetler sektörleri olmak üzere, dünyanın dev şirketlerinde karların hızla düştüğünü, önümüzdeki dönemde de düşmeye devam edeceğini vurguladılar. Örneğin, Standard and Poors 500 indeksine göre 2000 yılında ilk üç ayIık döneminde Amerikan şirketlerinin karları, bir önceki yılın aynı döneminden belirgin olarak yüksekti. Şirket karlarını ölçen S&P500 indeksi bu yıIın ilk dört aylık döneminde yüzde 6’dan fazla geriledi. İkinci üç aylık dönemde de gerilemenin yüzde 16-17 düzeyine ulaşması bekleniyor. Aynı dönemde, teknoloji sektöründe bu gerileme yıllık yüzde 40-yüzde 60 oranlarına ulaşıyor. Benzer bir durum Avrupa’da aynı sektörlerdeki şirketlerde de görülüyor (The Economist 21/06). Karları düşen şirketler ise hızla sermaye harcamalarını kısıyor, işçi çıkartmaya başlıyorlar; bankalar ise şirketIerin kredi reytinglerini düşürüyorlar. Bu arada, ABD’de borsa gelirleri, geçen yıl yüzde 5.8 gibi muazzam bir oranda gerileyen tüketicinin direnme gücünün zayıfladığı görülüyor.
Geçmişe dönüş
Aktardıklarım, dünya ekonomisinde gelişen resesyonun, daha öncekiIerden önemli farklılıklar içerdiğini gösteriyor. Nitekim, Morgan Stanley ekonomistleri de yayımladıkları bir yorumda, bu noktaya dikkat çektiler (This Global Trade Recession is Different), bu kez dünya ekonomisinin şok emicilerden yoksun olduğunu vurguladılar. 1990’Iarın başındaki resesyon sırasında Rusya ve Doğu Avrupa dünya ekonomisiyle bütünleşiyor, yeni yatırım alanları ve milyonIarca yeni tüketici oluşuyordu. Asya’da altyapı yatırımlarında patlama yaşanıyordu, Latin Amerika ülkeleri hiperenflasyon sürecinden yeni çıkmışlardı. Geçen dönemde şok emici rolü üstlenen bölgeler, biraz da bu işlevlerinden dolayı (asya inşaat sektörü köpüğü gibi) 1997’de çöktüler. Aynı dönemde sermayenin dolaşımının hızlanması, telekom teknolojisindeki gelişmeler yeni yatırım olanakları sağladı.
Dikkatli bir bakış, dünya ekonomisinde birçok gelişmenin 1974’ten bu yana ilk kez yeniden gündeme geldiğini saptayabilir. Ekonomik resesyon, 1997-98 mali krizindekinden farklı bir yapışkanlık kazanıyor, üretim ve yatırım düzlemlerini (“reel ekonomi”) etkisi altına alıyor. Buradaki sorunlar kar oranları düşüş eğiliminin karşıt eğilimleri olarak devreye giren düzenleme yöntemlerinin işlevlerinin tükenmeye başladığını gösteriyor.
II. Dünya Savaşı sonrası dönemin istikrarlı ekonomik büyümesinin tabutuna son çiviyi çakan 1974-1975 genelleşmiş resesyonu ekonomik siyasi istikrarsızlıklar ve çalkantılarla dolu yeni bir dönemin, kapitalizmin yeni bir uzun dönemli krizinin başladığını haber veriyordu. Üstelik bu resesyon da, tıpkı bugünkü gibi (1968-73) küresel çapta bir toplumsal hoşnutsuzIuk dalgasının ardından başlamıştı. Şimdi, bu yapısal kriz süreci içinde 1980’Ierden sonra geliştirilen kriz düzenleme mekanizmalarının tükendiğini ve yine önümüzde, belirsizlikIerle ve radikal değişik olanaklarıyla dolu bir dönemin açıldığını düşündüren işaretler hızla çoğalıyor.