Sevgili Atilla Özsever yazısında “Hollanda Tilburg Üniversitesi’nden Frank Hendrickx”in bir toplantıda anlattıklarını aktarıyor. Hendrickx, Hollanda’daki esneklik uygulamalarını övmüş ve AB çalışma mevzuatının fazla abartılmaması gerektiğini belirtmiş. Her şeyden önce Hendricckx bir işveren vekili, bir bilim insanı değil: 14 yıl General Electric’te çalışmış ve şu anda Cymat şirketinin pazar geliştirme müdürü. Eğitimi, Tilburg’den mekanik mühendisliği ve […]
Sevgili Atilla Özsever yazısında “Hollanda Tilburg Üniversitesi’nden Frank Hendrickx”in bir toplantıda anlattıklarını aktarıyor. Hendrickx, Hollanda’daki esneklik uygulamalarını övmüş ve AB çalışma mevzuatının fazla abartılmaması gerektiğini belirtmiş. Her şeyden önce Hendricckx bir işveren vekili, bir bilim insanı değil: 14 yıl General Electric’te çalışmış ve şu anda Cymat şirketinin pazar geliştirme müdürü. Eğitimi, Tilburg’den mekanik mühendisliği ve polimer dalında; CV’sinde endüstri ilişkileri, sosyal politika ve AB sosyal politikası konusunda her hangi bir unsur yok. Bir işveren vekili olarak esnekliği övmesi ve AB sosyal politikasını küçümsemesi son derece anlaşılır bir tutum. Çünkü AB’de ve ülkemizde işveren çevreleri de (özellikle TİSK) yıllardır aynı şeyi yapıyor.
Yazıda, Sosyal Politikaya İlişkin Anlaşmasına (SPİA) atfen, AB’nin “ücret, örgütlenme özgürlüğü ve grev konularında düzenleme getirme yetkisi olmadığını” belirtiliyor. SPİA (1992), yeni liberal yaklaşımların koç başı İngiltere’nin Maastricht antlaşmasına sosyal boyut eklenmesine karşı çıkması üzerine diğer 11 AB ülkesinin imzaladığı ve sınırlı hükümlerine rağmen sosyal politikanın gelişmesine yol çan bir belgedir. Bu anlaşmaya dayanarak çok sayıda yönerge çıkarılmıştır. SPİA, İngiltere’nin kabul etmesi üzerine Amsterdam Antlaşması (1997) ile AT Kurucu Antlaşmasının (Roma) 136 ve 137. maddelerine aktarılmıştır. 136. madde ile İşçilerin Temel Sosyal Haklarına İlişkin Topluluk Şartı (1989) ve Avrupa Sosyal Şartı-ASŞ (1961) ilk kez birincil hukuk normlarından biri haline gelmiştir. Dolayısıyla AB’nin sosyal politika yetkileri ile ilgili atıf SPİA’ya değil AT Antlaşmasına yapılmalıdır.
Sendikal Haklar Siyasi Kriterdir
Doğrudur; Antlaşmanın 137/5 maddesine göre AB Konseyinin ücretler, örgütlenme hakkı, grev hakkı konularında bağlayıcı karar alma yetkisi yoktur. Konsey, ücretler, örgütlenme ve grev hakkı konusunda üye ülke mevzuatlarını tekleştirici kararlar alamaz ve bu konularda tüzük ve yönerge çıkaramaz. Ancak bu kural, sadece üye ülke mevzuatlarını tekleştirici karar alma konusunda sınırlama getirmekte olup; genel olarak örgütlenme, toplu sözleşe ve grev hakkının AB hukuku dışında olduğu anlamına gelmemektedir. Mesut Gülmez’in de yerinde saptamasıyla, 137/5’te yer alan kural bir istisna niteliği taşımaktadır ve dar yorumlanması gerekir. Çünkü AB’nin kurucu antlaşmalarında “insan hakları ve temel özgürlüklerine saygı” ilkesine yer verilmiş olması, sosyal ve sendikal hakların çerçevesini evrensel boyutlarda genişletmiştir ve bu nedenle sendikalaşma, toplu sözleşme ve grev haklarına ilişkin değerlendirmenin ILO sözleşmeleri, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS), ASŞ, göz önüne alınarak yapılması gereklidir. Toplu sözleşme ve grev hakları temel hak ve özgürlükler bağlamında antlaşmasal düzeyde, siyasi kriter olarak güvence altındadır ve yönergelerden çok daha üst bir yere sahiptir. Bu nedenle bu konularda yönerge çıkarılamayacağını söylemenin, hakların özü açısından bir önemi yoktur.
Bu konularda AB’nin yönerge yetkisinin olmaması ile bu hakların AB’ye üye olacak ülkelerce kabul edilmiş ve uygulanıyor olması zorunluluğu ayrı ayrı sorunlardır. AB’nin örgütlenme özgürlüğü ve grev hakkı konusunda tekleştirici düzenleme yetkisinin olmaması, AB ülkelerinin ya da aday ülkelerin bu hakları ihmal ya da ihlal edebileceği anlamına gelmez. AB bir siyasi kriter olarak aday ülkelerden bu hakları güvenceye alınmasını ve uygulanmasını istemekte, ancak bu hakların hangi araçlarla ve nasıl uygulanacağına ilişkin tekleştirici karar alamamaktadır.
2004 İlerleme Raporu’nun sendikal haklar ile ilgili çerçevesi, 137/5 maddesinin nasıl yorumlanması gerektiği konusunda aydınlatıcıdır. Rapor, sendikal hakları açıkça insan hakları ve temel özgürlükleri kapsamında ele almış ve bu hakların ILO standartlarına ve Avrupa Sosyal Şartına uygun olması gerektiğini vurgulamıştır. Komisyon, bu konuda ILO standartlarına atıf yaparak, ILO standartlarını AB üyeliği için bir çeşit siyasal kriter haline getirmiştir. AB, İlerleme Raporu ile, Türkiye’den grev hakkına saygı istemektedir. Bu çalışanların haklarının geriye götürülmesi midir?. Türkiye’de 2000 yılından bu yana grev yapılamamaktadır. Grevler milli güvenlik nedeniyle ertelenmektedir. Ama AB ülkelerinde sanayi işçileri bir yana Dışişleri Bakanlığı çalışanları dahi greve gidince “milli güvenlik” sarsılmamaktadır.
AB sürecinde, ülkemizin en uyumsuz ve en çok kısıtlama yaşanan alanı sendikal haklardır. Ancak bu konuda atılan sınırlı adımlar da AB sürecinin ürünüdür. Örnekleyelim; son derece sınırlı bir uygulama alanı olsa da, iş güvencesi; Sendikalara siyaset yasağının, serbest bölgelerde grev yasağının ve özel güvenlik görevlililerine sendika yasağının kalkması; Ve en önemlisi insan hak ve özgürlükleri ile ilgili uluslararası sözleşmelerle çelişen yasaları geçersiz sayan Anayasanın 90. maddesinde yapılan değişiklik. 90. madde ile ILO sözleşmelerinin doğrudan uygulanmasının ve sendikal sınırlamalarla ilgili pek çok yasa hükmünün ortadan kalkmasının yolu açılmıştır. AB süreci ve sendikal haklarla ilgili söylenecek şey, AB sürecinin sendikal hak ve özgürlükleri geri götüreceği değil hükümet ile işverenlerin uyumun gereğini yapmadığı ve ayak dirediğidir.
Bireysel İşçi Haklarının Durumu
Yazıda yer alan diğer bir konu bireysel işçi hakları ile ilgili yönergelerdir. Şunu vurgulamak gerekir ki AB’de bireysel işçi hakları ağırlıkla ülke düzeyinde düzenlenmektedir. Topluluk düzeyinde sosyal politika düzenlemelerinin tekleştirilmesi yavaş gelişmektedir. Bazı ülkeler (liberaller) buna ısrarla karşı çıkmaktadır. Yine de, işçi sağlığı, yönetime katılma, ayrımcılığa karşı korunma, iş sürelerinin düzenlenmesi gibi alanlarda adımlar atılmaktadır. Sosyal politika ile ilgili yaklaşık 70 yönerge söz konusudur ve bu yönergelerde iki tip düzenleme yer almaktadır: Uyulması zorunlu alt sınırlar ve uyulması zorunlu olmayan tercihe bağlı düzenlemeler.
137. Maddenin ısrarla göz ardı edilen çok önemli bir hükmü vardır. Madde, çalışma koşulları konusunda asgari koşulları belirleyecek yönergeler çıkarılmasını öngörmektedir. Madde açıkça asgari koşullardan söz etmekte ve kabul edilen yönergelerin üye devletlerin “daha sıkı [stringent] koruyucu” hükümleri sürdürme veya yürürlüğe koyma hakkını saklı tutmaktadır. Üye ülkeler, yönergelerin öngördüğü sınırlamaların altına inemeyecekler ancak daha koruyucu hükümleri uygulayabilecekler ya da daha koruyucu düzenlemeler yapabileceklerdir. Bu hükümler esasen daha düşük standartlara sahip yeni üye ülkeleri asgari sınırlara çekmeyi ve böylece sosyal dampingi engellemeyi amaçlamaktadır; yoksa var olan ileri standartları aşağı çekmeyi değil.
AB sosyal politika yönergelerinin hemen hemen hepsi Türk iş hukukundan ilerdedir. Son bir kaç yılda iç hukuka aktarılmaya çalışılan yönergelerin içeriği ortadadır: İşçi sağlığı standartlarının yükseltilmesi, kadın-erkek ayırımcılığının ve ayırımcılığın yasaklanması, toplu işçi çıkarma ve iflas durumunda işçinin korunması, ebeveyn izni, yıllık ücretli izin, işçilere danışılması ve onların bilgilendirilmesi bu yönergelerin belli başlılarıdır. Bir yönerge hükmünü, yukarıdaki esasları dikkate almadan sınırlı yorumlayarak, Türk iş hukukunun, AB’den daha ileride olduğu söylemek haksızlık olacaktır.
Yazıda sözü edilen 93/104 sayılı Çalışma Süresinin Belirli Yönlerinin Düzenlenmesi Hakkında Yönerge, İş Yasasının en fazla aykırılık taşıdığı AB yönergesidir. Yönerge çalışma ve dinlenme süreleri ile yıllık ücretli izinler hakkında uyulması zorunlu alt sınırlar saptamakta ve çalışma sürelerinin denkleştirilmesini ise ülkelerin tercihine bırakmaktadır. Yönergenin çalışma, dinlenme ve izin sürelerine ilişkin alt sınırları (işçiyi koruyucu sınırlar) zorunlu iken, “denkleştirme süreleri” tercihe bağlıdır. Yazıda aktarılan hususlar, zorunlu alt sınırlar olarak değil; sanki daha koruyucu düzenlemelerin aşağı çekilmesini gerektiren kurallar olarak ifade edilmiştir.
Yönerge haftalık çalışma süresinin fazla çalışmalar dahil 48 saati aşamayacağı hükmünü içermektedir. AB ülkelerinde bu süre 35 saate kadar inebilmektedir. Yazıda “fazla çalışma dahil” ifadesi yer almamış ve haftalık çalışma süresinin AB mevzuatında 48 saat ve Türkiye’de ise 45 saat olduğu ve Türkiye’deki düzenlemenin daha gelişkin olduğu savunulmuştur. Oysa gerçek durum tam tersidir.
Yeni iş yasası ile (AB yönergesi çiğnenerek) fazla çalışmanın günlük, haftalık ve aylık üst sınırı kaldırılmıştır. Yönerge, fazla çalışma dahil haftalık çalışmayı 48 saat olarak düzenlediğine göre ülkemizde haftalık fazla çalışma süresinin 3 saati aşmaması gerekir. Ancak yeni İş Yasasında fazla çalışmalar ile ilgili her hangi bir günlük-haftalı-aylık sınıra yer verilmemiştir. Öte yandan yönergeye göre ülkemizde yıllık fazla çalışmanın 144 saati aşmaması gerekir. Oysa iş yasası yıllık fazla çalışma süresini 270 saat olarak saptamıştır. Ülkemizdeki fazla çalışma süresi AB yönergesinden 126 saat daha fazladır. Üstelik günlük, haftalık ya da aylık bir sınırlamaya tabi değildir. 93/104 sayılı yönerge yıllık ücretli izin süresini en az dört hafta olarak düzenlemiştir. Bu alt sınır belirten; uyulması zorunlu bir hükümdür. Ancak iş yasası alt sınırı 14 gün olarak belirlemiştir.
AB sürecinin ikili karakterine; yeni liberal Avrupa projesinin emekçiler için tehlikelerine dikkat çekelim, AB içinde liberalizm ile sosyal korumacılık arasındaki mücadelede taraf olalım, sosyal haklar konusunda hükümetin ve işveren çevrelerinin çifte standardını sergileyelim. Ama cımbızla ayıklanmış örneklerle, AB sürecinin emekçiler açısından yarattığı ve yaratabileceği olanakları bir çırpıda yok saymayalım.