Kristal-İş sendikası eğitim uzmanı Zafer Aydın Radikal gazetesinin 24 Ekim 2004 günü yayımlanan Pazar ekinde “AB ilerleme raporu ve sendikal hareket” başlıklı yazısında “kamu çalışanlarının toplu görüşme süreci, yüzde 10.4’lük zam oranıyla yine kamu çalışanlarını memnun etmeyen bir biçimde sonuçlandı. Sözcüğün gerçek anlamıyla toplu pazarlık özelliği taşımayan toplu görüşme sürecinden, başka türlü bir sonuç elde […]
Kristal-İş sendikası eğitim uzmanı Zafer Aydın Radikal gazetesinin 24 Ekim 2004 günü yayımlanan Pazar ekinde “AB ilerleme raporu ve sendikal hareket” başlıklı yazısında “kamu çalışanlarının toplu görüşme süreci, yüzde 10.4’lük zam oranıyla yine kamu çalışanlarını memnun etmeyen bir biçimde sonuçlandı. Sözcüğün gerçek anlamıyla toplu pazarlık özelliği taşımayan toplu görüşme sürecinden, başka türlü bir sonuç elde edilmesi beklenemezdi. Fakat kamu sendikaları gerçek toplu pazarlık koşulları için mücadele etmek yerine sonucu başından belli olan bir toplu görüşme sürecinin parçası olmayı tercih ettiler.” Saptaması ile önemli bir konuyu tartışmaya açıyor. Zafer Aydın bu yazısında belki kamu çalışanları sendikal hareketinin “dışından” bir eleştiri yönelttiğinden kamu çalışanları sendikalarının neden böyle bir yanlış tutum aldıklarına dair bir şeyler söylemiyor. Ancak yine de değerlendirmesi ciddiye alınmalı ve yeniden yeniden tartışılmalıdır.
Türk Kamu-Sen ve Memur-Sen’in sendikal mücadele anlayışlarına, hangi ihtiyaçtan ortaya çıktıklarına ve sendikal alana yada ülkenin genel sorunlarına yaklaşımlarına bakıldığında tutumlarında anlaşılmaz bir şey yok. (Bu sendikalar, KESK’e bağlı sendikaların geliştirdiği bağımsız sendikal hareketin önünü kesmek, kamu çalışanlarını bölerek sendikaları işveren devletin çizdiği sınırlar içine hapsetmek üzere bakanlık üst düzey görevlileri ve bürokratlar eliyle kurdurulmuş kuruluşlardır.) burada esas tartışılması, değerlendirilmesi ve sorgulanması gereken; Olması gereken yerde olmayan, durması gereken yerde durmayan (kamu çalışanlarının ağır bedeller ödeyerek, mücadele içinde kurdukları yeni işçi kitlesinin yeni sendikal hareketi) KESK ve bağlı sendikaların tutumudur.
KESK’in ve bağlı sendikaların kendi ‘tarihiyle’ çelişen bu tutumu ise, kamu çalışanları sendikaları yasasını kabulünden sonra benimsenen tavrın (yasalcı-bürokratik, geleneksel sendikal anlayış) doğal sonucudur. Kamu çalışanları sendikalarının yönetimlerinde bulunan yasalcı-bürokratik sendikal anlayış, kendi gücünün bilincinde olmadığından ve kendi öz gücüne dayalı bir sınıf sendikası refleksi gösteremediğinden dolayı, kamu çalışanları sendikal hareketinde bir meşruiyet krizi yaşamaktadır. (Sayın Zafer Aydın’ın Radikal Gazetesi’nin ekinde yayınlanan yazısında yaptığı “kamu çalışanları sendikaları bütün dikkatleri ücret artışına yoğunlaştırdıklarından bu imkanı -en azından- şimdilik kullanamadılar” saptamasının ardında yatan esas gerçek tam da meşruiyet sorunudur.
Sendikalar bu süreçte sendikal hak ve özgürlükleri fiilen kullanarak, bu alanı daha da genişletmek için mücadele etmek yerine, siyasal iktidarların çizdiği, aslında anayasaya ve hukuka aykırı olmasına rağmen yasal ve hukuka uygunmuş gibi sendikalara dayatılan “minderde güreşiyormuş” gibi görünmeyi terci etmişlerdir.
Birkaç yıldır bütün dikkatleri ve çabaları toplu görüşme süreçlerine kilitleyerek işyerlerinden ve kamu çalışanlarından kopan sendikalar, zaman geçirmeden bu zeminden nasıl çıkılacağına ve meşruiyet krizinin nasıl aşılacağına tutarlı, gerçekçi ve kapsamlı bir yanıt bulmak durumundadırlar. Eğer daha fazla bu anlayışta ısrar edilirse bilinmelidir ki, kağıt üzerinde kalan ve aslında toplu görüşme trafiği içinde anlamını yitiren yetkili sendika yarışı yetkili sendikacı yarışına dönüşecek ve bu yarış da doğası gereği kitlelerin üzerinden açık ve çirkin bir çıkar yarışı olarak yaşanacaktır.
Kamu çalışanlarının işçi ve emekçilerin, demokrasi güçlerinin, eşitlik ve özgürlükten yana olanların umudunu güçlendirecek, mücadelesiyle bütünleşecek bir sendikal hareket olmak isteniyorsa sahnelenen orta oyununa son verilmelidir. Bunun içinde öncelikle sendikal hak ve özgürlüklerin sınırları net olarak ortaya konmalı, hangi hakların kazanıldığını, hangi haklar için ve kimlerle birlikte mücadele edilmesi gerektiği ve kazanılan / kazanılacak hakların kullanılması için nasıl mücadele edileceğine dair bir sendikal strateji ve bu stratejiye uygun bir program oluşturulmalıdır. Bugün kamu çalışanları sendikal hareketinin açık ve net bir sendikal stratejiye ve ciddi/gerçekçi bir programa sahip olduğu söylenemez. (Bu arada Türk Kamu-Sen ile Memur-Sen’in hakkını yememek gerekir! Onlar kendilerine verilen görevleri ve üstlendikleri misyonları yerine getirmekte azami gayret içindedirler. Bu nedenle eleştirilerin esas muhatabı KESK’dir.)
Sendika faaliyeti yalnızca bakanlar veya işveren temsilcileriyle görüşmek, sendika liderliğini ise medyada boy göstermek olarak algılayan KESK ve bağlı sendikaların yöneticileri, fiili meşru kitlesel mücadeleyi yükseltmeye kafa yormak bir yana, yasal kazanımları bile kavrayamayacak kadar sığ ve bu kazanımları kullanamayacak kadar basiretsizdirler.
1990’larda bile kamu çalışanlarının sendika kurma, toplusözleşme yapma hakları önünde yasal bir engel bulunmadığı iddia edilirken, (KESK ve bağlı sendikaların birçok yöneticisi o süreci yaşayanlardandır.) 7 Mayıs 2004 tarihinde Anayasanın 90. maddesine eklenen bir ibare ile “Usulüne uygun olarak onaylanıp yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslar arası sözleşmelerle kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda uluslar arası sözleşmelerin hükümlerinin esas alınacağı” hükmü ile TBMM’de onaylanarak yürürlüğe konulan 98 ve 87 sayılı ILO sözleşmeleri ortada iken, Sayın Zafer Aydın’ın da belirttiği gibi 4688 sayılı yasa ile belirlenmiş olan toplu görüşme sürecinin artık hükümsüz olduğu hukuksal gerçeğine rağmen, toplu görüşme oyununun figüranı olmak nasıl açıklanabilir?
Ülkemizde kamu çalışanlarının toplu sözleşme yapma hakkı vardır. Burada sorun işveren devletin bu hakkı yok sayarak sendikaların önüne toplu görüşme oyuncağını atması, onların da bu oyuncakla oynamak için üye yazımı yoluyla yetki sevdasına düşmeleridir. Yani burada oynanan oyunun oyuncuları, işveren devletle koltuklarını ve kazandıkları sosyal statüyü bir türlü kaybetmek istemeyen sendikacılardır. Bu oyunda kamu çalışanları yoktur. Ve kimse tarafından da muhatap alınmamaktadırlar.
Kamu çalışanları sendikaları “toplu görüşme süreci” adlı oyunu zaman geçirmeksizin reddetmeli, fiilen toplu sözleşme sürecini programlamalı ve bu sürece uygun hazırlıklar yapmalıdırlar. Ancak bunun olabilmesi için öncelikle yöneticilerin “toplu sözleşme hakkını var olduğuna, kendilerinin inanmaları önkoşuldur. Yöneticilerin bu konuda kafaları netleşirse ikinci adımda görev bu hakkın temel ve vazgeçilmez bir hak olduğu bilinciyle sendikal olanak ve inisiyatifleri değerlendirerek, üyeleri “Toplu sözleşme hakkımız, grev silahımız” şiarıyla mücadeleye seferber etmek olmalıdır. Bu mücadelede esas olarak fiili pratik/politik bir mücadele olmakla birlikte unutulmamalıdır ki; aynı zamanda hukuki bir mücadeledir. Ve bu ikili mücadele iç içe gelişecektir.
Ülkemizde kamu çalışanları sendika kurma hakkının tam da böyle fiili ve meşru bir mücadele ile hukuki mücadelenin iç içe yaşandığı bir süreçte elde edildiği unutulmamalıdır. Haklar ve özgürlükler yasalardan önce gelir. Bilindiği gibi kamu çalışanları sendikal hareketi ve sendikaları böyle bir süreçten geçerek var olmuş, yasal düzenleme sonradan gelmiştir. Kuşkusuz, yapılan yasal düzenleme sendikal hareketin sendikal hareketin ihtiyaçlarına yanıt olmaktan