‘71’de açtığınız yolun arkasını getirmekte ne kadar zayıf ve yetersiz kalmış olursak olalım, sizler bu topraklarda yaşamaya ve devrimci esin kaynağı olmaya devam ediyorsunuz!
Seni ilk gördüğümde 16 yaşında liseli bir devrimciydim. Bir eylemden dolayı aranıyormuşsun. Polisin seni ODTÜ yurtlarında arama olasılığı yüksek olduğu için bizim Komün’ün ana karargâhı olan Basın Yayın’a gelmiştin. O dönemlerde liderimiz Aktan (Aktan İnce), Kuseyri (Mustafa Kuseyri) ve Sivas’tan çocukluk arkadaşın Aydın’la (Aydın Çubukçu) aran çok iyiydi zaten.
Basın Yayın’ın alt katındaki teksir odamızda kaldın bir süre. Sahra yatağı diye bilinen açılır kapanır bir yatak hazırlamış bizimkiler sana. Kapağında Ho Chi Min’in fotoğrafı olan Türk Solu dergisini okur gibi yaptığın ünlü fotoğrafın o odada çekildi. Davudi sesinle yaptığın mavralar, koridoru inleten kahkahaların hâlâ kulaklarımda çınlıyor. Sadece uzun boyunla değil, cana yakınlığın ve dinamizminle müthiş etkileyici biriydin. Hani ‘insan gibi insan’ denir ya, öyle bir insandın.
Daha sonraları birkaç kez de ODTÜ yurtlarında karşılaştım seninle. Yurtta kalan ağabeyimi ve ODTÜ’lü devrimci arkadaşlarını görmeye geldiğimde sizleri yani seni, Sinan’ı (Sinan Cemgil), Yusuf’u (Yusuf Aslan), Dede’yi (Hüseyin İnan) kısacası “THKO tayfası”nı görmemek mümkün değildi. Özellikle yurtların olduğu bölgede. Tesadüf bu ya, Yusuf’la senin hınzırca bir mizansenle Kız Yurdu’ndan “kız kaçırmaya” geldiğiniz gün de oradaydım. Millet kahkahadan kırılmıştı.
Sonra malûm 12 Mart günleri geldi. Ardından Yusuf’un Şarkışla’da, senin Gemerek’te, Dede’nin Sarız’da tutsak düşmeniz, Sinan, Alpaslan (Özdoğan) ve Kadir Manga’nın Nurhak dağlarında ölümsüzleşmeleri…
Burjuvazi sizleri ortadan kaldırmayı kafaya koymuştu. 12 Mart terörü karşısında yaşadıkları şok sonucu nedamet getirmenin yollarını arayan Yusuf Küpeli, Münir Ramazan Aktolga, sonradan onlara eklenen İrfan Uçar ya da Nahit Töre gibi döneklerin mahkemelerde Abdülhamit’le birlikte göklere çıkardıkları Demirel denilen azılı anti komünist -27 Mayıs darbesinin idam ettiği Menderes’lere atıfla- “3’e 3” şeklinde intikam çığlıkları atıyordu. İdam edilmenizin önüne geçmek için o koşullarda yarı legal bir imza kampanyası başlatıldı. Güvendiğimiz komşular, aile dostlarımız, ağabey ve ablalarımın arkadaşları… derken 600 civarında imza topladığımı hatırlıyorum. Kamuoyundaki saygınlığınız ve sizlere duyulan sevgi o denli yüksekti.
Basın Yayın Komünü’nün 1971 Temmuz’unda gerçekleştirdiği İzmir’den Denizli’ye para taşıyan Ziraat Bankası kurye aracındaki 4 milyar liraya el koyma eyleminin ardından başlayan operasyonlar zincirinde geriye kalan son posta olarak Mart ortalarında yakalandık. Bizler MİT’te sorgudayken devlet Mahirler’in peşindeydi. Soluk soluğa süren kovalamacada bizimkiler artık burun farkıyla yırtar duruma düşmüşlerdi. Bir sabah bizleri apar topar Ankara Emniyeti’ne sevk ettiler. Sonradan anladık ki Mahir’lerin Karadeniz’e çıktıklarını tespit etmişler. Başlarında Hiram Abbas-Mehmet Eymür-Ümit Erdal’ın bulunduğu katil sürüsü oraya üşüşecekleri için bizi polise postalamışlar.
İdam edildiğinizi duyduğumuzda İzmir-Şirinyer Askeri Cezaevi’ndeydik. Hücrelerden çıkarılıp koğuşlara verilmiştik. Akşam 19.00 haberlerinde radyodan duyduk. Hiç abartmıyorum, koğuşta zaman dondu sanki. Nutkumuz tutulmuştu. Adeta şoklanmış gibiydik. Sadece gözlerimizden sicim gibi yaş akıyordu. Aktan’ların kaldığı koğuştan sloganlar gelince kendimize geldik. Pencerelere fırlayıp biz de patlattık sloganları. Hançeremiz yırtılırcasına bağırıyorduk. Alt kattaki koğuşlarda kalan asker tutuklulardan da bize katılanlar oldu. Koğuşta kime, ne zaman, nasıl geldiğini bilemediğim bir pikabımız, üç tane de plağımız vardı. Biri Ruhi Su’nun plağıydı. Pikabı pencereye taşıyıp o plaktan döne döne Çanakkale Türküsü’nü çaldık. Sonra hangimizin aklına geldiyse yataklardan birini parçalayıp içindeki kıtık ve pamuk parçalarını tutuşturup tutuşturup havalandırmaya atmaya başladık. Gecenin karanlığında havalandırmaya sanki yıldızlar ya da ateşten karlar yağıyordu.
Sonraları Ato’dan (Ataman İnce) çok dinledim Mamak günlerinizi. Ato, Ziraat Bankası eyleminden dolayı o dönem tutuklananlarımız içinde en gencimizdi. Ya orta son ya da lise bir öğrencisiydi. Ankara’da tutuklanmıştı. Mamak’a götürdüklerinde yaşı küçük olduğu için koğuşlara vermemiş devlet, sizin hücrelerinizin bulunduğu bölüme vermişler. Anlattığı her anı, seni ilk gördüğüm zaman zihnimde uyanan insan Deniz, hayat dolu Deniz, yeri geldi mi kartal kesilen Deniz… algısını pekiştirdi. Aktan’ın kardeşi olmasının yanında siyasal nedenle o yaşta zindana düşmüş gencecik bir devrimci olduğu için farklı sahiplenmişsin Ataman’ı. Havalandırmada birlikte attığınız voltalarda yaptığınız sohbetleri özlemle anlatırdı Ato.
Sadece 6 Mayıs’tan 6 Mayıs’a hatırlamadık seni/sizleri Deniz! Biz TİKB’liler için her zaman idoldünüz! Kavgada ısrarınızı, gözü karalığınızı ve adanmışlığınızı örnek aldık kendimize. Birlikte yola çıktığınız ilk kuşaktan THKO’luların çoğuyla yıllar sonra bir kez daha kesişti yolumuz. Sizleri çağrıştıran özelliklere sahip olanlar da vardı aralarında, “Deniz’ler yaşasalardı ne derler, nasıl tepki gösterirlerdi acaba buna” diye düşündüklerim de. Ne acı ki ikinci kategoridekiler çoğunluktaydı. “Neydik ne olduk” ya da “Nereden nereye geldik” sorusunu akıllarına bile getirmeden 6 Mayıs’larda çıkıp hâlâ sizlerin “silah arkadaşı” pozlarında boy göstermiyorlar mı, ağzımı bozup dümdüz gitmemek için kendimi zor tutuyorum.
Bir de son İstanbul Newroz’unda yaşanan bir sahne içimi resmen kavurdu. Acı ve öfkeden kasıldım adeta. Kendilerini Kurden Nasyonalist olarak tanımlayan faşist bir güruh, sizin posterlerinizi taşıyan devrimci bir örgütün kortejine saldırıp ayin havasında yakmışlar posterleri. Bu topraklarda Kürt devrimciliğinin uyanışına da esin kaynağı olan ’71 devrimci kopuşunun öncüleri arasında yer almanız yanında özellikle senin idam sehpasında son nefesini verirken bile “Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi” sloganını haykırışın geldi aklıma. Remzi Nafi gibi Nazi Almanyası’nın piyonu bir ırkçı Kürdü tarihsel önder kabul edip Nazi selamı veren o güruhun bu alçaklığı yapmasına şaşırmadım ama yüzbinlerin doldurduğu o Newroz alanında bu pervasızlığın hak ettiği tepkiyi görmemiş olması içimi acıttı. Özel harp bağlantılı bir aparat olmaları olasılığı çok yüksek bu karanlık çevrenin böyle bir cüreti bir daha göstermeye kalkmalarının önünü alacak netlik ve kararlılıkta merkezi bir tepki sonrasında da gösterilmedi maalesef.
Bu tür beklenti ve hesaplarla hareket edenlerden olmadığınızı herkes gibi ben de biliyorum ama söylemeden geçemeyeceğim: ‘71’de açtığınız yolun arkasını getirmekte ne kadar zayıf ve yetersiz kalmış olursak olalım, sizler bu topraklarda yaşamaya ve devrimci esin kaynağı olmaya devam ediyorsunuz! Yeni yetişen kuşaklar senin sadece parkana ya da Dede’nin o dik yakalı kazağına vurulmuş değiller. Onlar asıl sizin bu çürümüş düzene kafa tutuşunuzu, bu konuda sergilediğiniz cesaret ve kararlılığı örnek alıyorlar; ruhu pörsümüş olanlara ‘sonuçsuz kalmaya mahkûm boş işler peşinde koşmak’ olarak görünen “Gerçekçi ol imkansızı iste” serüvenciliğinize hayranlar. Bu yönlerinizi örnek alıp günün gereklerine uyarlama yollarını arıyorlar.
Velhasıl bu coğrafyada öyle derin ve silinmez izler bıraktınız ki, adınız ve esinleyici anılarınız sanıyorum gelecekte de -umarım öyle heykel fetişizmi gibi saçmalıklara dönüşmeden- Türkiye ve Kürdistan illerinde ya bir okul ya da akademinin ya bir çocuk yuvasının ya bilimsel araştırma merkezi veya fabrikanın adı olarak yaşayacaktır!..
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.