Hal ortada, memleket siyaseti yeniden en zorlu günlerinde sosyalistleri göreve çağırıyor. Emekçilerin, kadınların, gençlerin, Kürt halkının, Alevilerin ezilmiş herkesin memleketini kurmak için ilk adım zamanı çoktan geldi
Son 10 yılın tekrarlanan döngüsü “Türkiye tarihinin en kritik” seçimi bu yıl da 31 Mart günü yapıldı. Haziran İsyanı’nın hemen arkasından gelen yerel yönetimler seçimleriyle birlikte hayatımıza giren bu tamlama aradan geçen 10 yılda kısmi zaferlere, çokça mağlubiyet ve hezimetlere rağmen emekçilerin, kadınların, gençlerin, ezilen bütün kesimlerin gözünü diktiği, umudunu bağladığı odak olarak hayatımızdaki yerini koruyor. Ancak bu son yaşadığımız seçim, hem atmosferi hem de sonuçları açısından girilen bütün seçimlerden farklı oldu. 31 Mart akşamına gelen süreçte yaşanılan 14-28 Mayıs seçimlerinin yarattığı olumsuz hava nedeniyle, kaybetmeyi kabullenmeye zorlanan, tek çıkış yolunun mevcut iktidardan daha sağcı, daha emek düşmanı, Kürt düşmanı bir ittifakın olduğu fikrine ikna edilmeye çalışılan kitleler bu zamana kadarki en motivasyonsuz seçime girdi.
Büyükşehirlerde bulunan CHP yönetimlerinin Millet İttifakı’nın dağılmasının ardından hele de DEM Parti’nin kendi adaylarını çıkardığı koşullarda devam edip edemeyeceği, 6 ay öncesinde yapılan bir genel kurulda genel başkanlarının değişmesine ön ayak olan Ekrem İmamoğlu’nun arkasında toparladığı parti içi muhalefetin kendi adına ne kadar başarılı olacağı, sosyalist hareketin seçim sonrası yaşadığı tartışmalar sonrasında seçimlerde nasıl bir tutum alacağı, işçi sınıfı içerisinde yükselen Yeniden Refah ve gençlik kitlelerinde var olduğunu söyleyen Zafer Partisi’nin ne yapacağı soruları içerisinde bir seçim günü geçirdi Türkiye.
Ancak sandık siyaseti papatya falı olma geleneğini sürdürerek bir kez daha öncesinde yapılan bütün tartışma ve tahminleri tersine çıkardı. CHP neredeyse yarım asır sonra ilk kez “1. parti” olarak ekranlarda yer alırken yıllar sonra ilk kez Anadolu’nun dört bir yanında büyükşehir ve il belediyeleri kazandı. Bunların yanında Ankara ve İstanbul seçimleri beklendiği gibi CHP’de kalırken beklenmeyen oy farkları oluştu. Son yılların en güçlü İzmir adayı olan Hamza Dağ ile seçime giren AKP, tekrar mağlup oldu. Cumhur İttifakı, kalesi gibi gördüğü Kastamonu, Uşak, Adıyaman’ı kaybetti. Sözün kısası mutlak mağlup ve kazananlarıyla birlikte herkes açısından zorlu ve önemli bir süreç başladı memleketimizde.
CHP bu seçimlerin mutlak en büyük kazananı. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi yarım asır sonra gelen bir “iktidar” durumu, halihazırda ellerde tutulan büyükşehirlere eklenen Bursa ve yıllar sonra Anadolu illerinden gelen hiç de beklenmeyen zafer haberleri… Yerel seçim maratonu başlarken İstanbul için en büyük aday olan Ekrem İmamoğlu’ydu. Adaylığı da kimse için sürpriz olmamıştı. Ancak İmamoğlu kendi ekiplerini kurarak CHP’nin bütün ilçelerindeki adaylarını tek tek belirledi. İmamoğlu, böylelikle ilçe belediyelerindeki CHP üstünlüğünün de en büyük mimarı olarak karşımızda duruyor. Bununla birlikte ekonomik faaliyetin büyük bir çoğunluğuna ev sahipliği yapan belediyeler artık CHP’nin elinde, hem de büyük çoğunluğunda belediye meclis çoğunluğuyla birlikte. Küçük esnafa verilecek izinden müteahhitlere verilecek imar izinlerine, yoksul halka dağıtılacak yemek ve yardım kartlarına kadar her şey artık tamamıyla yıllar sonra muhalefetin eline geçti.
Seçimlerde İstanbul ve Ankara’nın gölgesinde kalan İzmir’e de bir parantez açmak gerekir. Sosyolojisi ve gelenekleri açısından CHP’nin kazanmasının sürpriz olmadığı İzmir’de asıl önemli nokta, CHP tarafından aday gösterilen ve seçilen Cemil Tugay. Mevcut Belediye Başkanı Tunç Soyer, genel kurul sürecinde Özgür Özel’in destekçisi konumunda olmasa da hem ilçe örgütleri tarafından desteklenmesi hem de DEM Parti seçmeninden daha rahat oy alabilmesi açısından doğal alternatiflerden biriydi. Ancak Soyer yerine Karşıyaka Belediye Başkanı Cemil Tugay bütün itirazlara rağmen aday gösterildi. Bu itirazların temelinde Tugay’ın 5’li çetedekilerle yaptığı anlaşmalar yatıyordu. Tugay’ın İmamoğlu-Özel tarafından seçilmesinin nedeni de tam olarak bu anlaşmalardı. Zira bu tercih, hayalini Cumhurbaşkanlığı olarak belirleyen İmamoğlu için 5’li çeteye “Sizlerle anlaşmaya hazırım” mesajı olarak da yorumlanabilir.
Seçimin mutlak mağlubu elbette ki AKP. Yıllardır sürdürdüğü sömürü politikası, Kürt savaşı politikaları, içlerindeki önemli figürlerin destek gördüğü yoksul halk kesimlerinin yaşam standartlarıyla arasındaki uçurumun gözler önüne serilmesinin sonuçlarını yıllar sonunda ilk kez sandıkta aldı. Kalesi gibi gördüğü şehirlerde yaşadığı oy kayıpları; Urfa, Adıyaman, Bursa gibi hem ekonomik hem de kendisi için simgeleşen illeri kaybetmiş olması bu kayıplarını da sadece CHP’ye değil YRP ve BBP’ye hatta bazı ilçelerde ittifak ortağı MHP’ye olmuş olması AKP için çözülmenin ayak sesleri olarak da yorumlanabilir.
AKP bu sürece, hem de 14-28 Mayıs seçimlerindeki zaferden sonra nasıl geldi? Öncelikle kurtarıcı olarak Maliye Bakanlığı’na getirilen Mehmet Şimşek’in Orta Vadeli Program (OVP) diye ortaya attığı, “emekçilerin, emeklilerin kursağından ekmek geçmesin” politikası sermayedarlar açısından olumlu karşılandı. Ancak yoksul ve emekçi yığınların satın alma gücünün ortadan tamamen kalkması, zaten yapılan zamlar enflasyon karşında erirken bir de Erdoğan’ın “para yok” diyerek emeklilerin zam talebini geri çevirmesi AKP karşısında çokça öfkeli bir yığın oluşturdu. Filistin gündemi imdatlarına yetişti derken İsrail’le olan ve vazgeçmeyecekleri ihracat anlaşmalarının ortaya çıkışı 31 Mart tablosunun oluşmasındaki etkenlerden biri oldu. Her ne kadar Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli erken seçim kapılarını kapatmış da olsalar hem ekonomik hem de sosyal kriz bu durumdayken bu krizle başa çıkabilecekler mi meçhul.
Yeniden Refah yıllar sonra AKP’den ayrılan, küsen İslamcı kitleleri toplamak için ortaya çıktığında kimse Saadet Partisi’nden fazla bir potansiyel görmüyordu. Ancak hem LGBTİ+ ve kadın düşmanlığını sokaklarda en aktif şekilde yürüten aynı zamanda emekçi sınıflar arasında anbean büyüyen Yeniden Refah, bugün sağ siyasette AKP ve Erdoğan’ın en büyük rakibi ve belki de mağlup olmasının aktörlerinden birisi oldu. Her ne kadar şu anda AKP’nin geriletilmesi hatta belki de yenilmesinde bir aktör olacak olsa da Yeniden Refah bugün memleketteki tüm ilerici, devrimci, demokrat, sosyalist unsurlar için bir tehdit. Vakit geçmeden toplum içerisindeki etkinliğinin kırılması için hamleler yapılması gerekir.
Kürt siyasi hareketinin parlamenter sistemdeki temsilcisi olan DEM Parti genel seçimler sonrası hem yönetim kadroları hem de siyasi fikir ve aksiyonlarda değişime gideceğini söyleyerek bir yapılandırma sürecine girmişti. Bu süre zarfı içerisinde gerek devlet destekli çeteler (Newrozlarda Nasyonalist Kürtler adıyla karşımıza çıkan), gerekse de Hizbullah’ın siyasi kanadı olan HÜDA-Par tarafından “Kürtlere sırt dönmek”, “Türk Solu’nun emrine tabi olmak” gibi suçlamalarla yıpratılmak istendi. Yıllar önce başlayan “Türkiyelileşme” tartışması Fırat’ın her iki yakasında başka türlü algılandı ve bu durumun siyasi hareket üzerinde derin bir ayrılık yarattığı gözle görülüyor.
Seçimlere kısa bir süre kala Leyla Zana sahneye çıkarak Kürt illerinde DEM Parti adına oy ve birlik çağrısında bulundu. Bu durum her ne kadar batıda karşılığını bulmamış da olsa Newroz’ların kitleselliği, Van’a atanan kayyum sonrası yapılan eylemler bizlere Kürt siyasi hareketinin her ne olursa olsun kendi siyasetini sandık siyasetiyle sınırlamayacağını gösteriyor.
Öncelikle belirtmek gerekir ki sosyalist hareketin kazandığı her belediye ve hatta her oy seçimde olan-olmayan herkes için bir sevinç kaynağı. Aksaray’da bir belde belediyesi kazanan SOL Parti de depremin en çok etkilediği yerlerden biri olan Samandağ’ı TİP çatısı altında seçime girerek kazanan Değişim İttifakı da kıymetli ve biricik işler yapacaklardır. Başta Fatih Maçoğlu’nun Kadıköy adaylığı olmak üzere büyük kentlerin muhalif ilçelerinde kendi programını propaganda etme üzerine kurulu adaylıklar da kendi içinde tutarlı ve anlaşılırdır ancak depremden en büyük zararı hisseden Hatay’da gerçek bir ittifakın en geniş alanlarda kurulamaması bugün sosyalist hareketin konuşması gereken konular arasında. Defne İçin Sol İttifak’ın TİP’in ne ittifak hukukuna ne de yoldaşlık bağlarına uygun düşmeyecek bir tutumla etik dışı bir şekilde dağıtılmış olması ve bunun Hatay bu durumdayken yapılmış olması, sol için şapkayı öne koyma vaktinin geldiğini göstermekte.
Sosyalistler için bir önemli husus da bugünün gerçek çelişki ve problemlerini örgütlemeyi tercih edip etmediğidir. AKP’ye kaybettirdiği düşünülen YRP son ana kadar adayını çekmek için çeşitli şartlar sundu. Bunlar; askeri üslerin kapatılması, İsrail’le olan ticari anlaşmaların feshi ve emekli maaşlarının 20 bin liraya gelmesiydi. Bunlar içlerinde YRP’nin de olduğu bir dizi siyasi hareketin, memleketi soktuğu girdapken, bizlerin asıl mücadele alanı olan antiemperyalizm ve yoksulluğa karşı mücadele bayrağını devralma cesaretini gösterebiliyorlar. Bir süre önce “sosyalist kitle partisi” olma iddiasıyla yola çıkan, çok da iyi bir birikim ve momentum yakalayarak genel seçimlerde bir milyon civarı oy alan TİP başta olmak üzere hiçbir sosyalist parti bunları gündemine almamış, bu alan sağın dahi en geri unsurlarına terk edilmiştir. Bu durum bir kez daha gösteriyor ki yanlış örülen bir temsil siyaseti fikri sosyalistlere mevzi ve daha fazlasını kaybettirmekte. Yine belirtmek gereğiyle bu kısır, suçlayıcı ve yara vermek üzerine kurulu bir TİP eleştirisi değil bugün sosyalistlerin en çok olması gereken yerden en uzak olduğu gerçeğinin söylenmesidir. Yoksulluk, antiemperyalizm, laiklik halen bizlerin en önemli mevzi alanıdır, unutulmamalıdır ki savaşı ilk kendi mevziimizde kazanacağız.
Hal ortada, memleket siyaseti yeniden en zorlu günlerinde sosyalistleri göreve çağırıyor. Gericilik memleketin dört bir yanında kol gezerken yoksul mahallerde çocuklar tarikat ve cemaatlere gönderilirken asıl bugün çocukları laik-bilimsel eğitimle buluşturmalı, mahallelerimizden tarikat ve cemaatleri kovma adına cesaret göstermeliyiz. Yoksulluğun yaşamın olağan haline dönüşmemesine emeklilerin, işçilerin, işsizlerin sesini kent meydanlarından kahvehane sohbetlerine kadar taşımalıyız. ABD ve NATO üslerinin karargâhı haline gelmiş memleketimizde antiemperyalist mücadeleyi büyütmenin artık tam zamanıdır; yanı başımızdaki Filistin halkının mücadelesi bizlerin kutup yıldızıdır.
Her gün hukukun katledildiği ülkemizde Van’dan başlayarak tüm memlekete yayılan ve kazanarak biten direniş hepimize hukuk mücadelesinin nerede verileceğini ve nerede kazanılacağının tekrar hatırlattı. AKP’nin gençlere, emekçilere, kadınlara, yoksullara sunabileceği hiçbir şey yoktur bizlerin de yoksulluğa, faşizme, gericiliğe, kadın düşmanlığına, hukuksuzluğa karşı her yerde ve her şekliyle meşru, militan ve en kitlesel mücadeleyi büyütmek dışında seçeneğimiz yok.
Bunun içinde başlangıç noktası başta İstanbul’da Taksim Meydanı’na geri dönme hedefiyle yapılacak 1 Mayıs ve ardından gelecek uzun yaz dönemidir. İlk olarak 1 Mayıs’ta Taksim başta olmak üzere kent meydanlarını emekçilerin, geçinemeyenlerin sesiyle kuşatacak, ardından bütün bir yazı kentlerimizde mahallelerimizde yoksulluğa, gericiliğe ve faşizme karşı çocuklarla, emekçilerle, gençlerle, kadınlarla mücadeleyi büyüterek göstereceğiz. Kent çeperlerinde, yoksul mahallerde, kent merkezlerinde, fabrikalarda, üniversitelerde zayıflayan, yenilgi ve dağılma döneminin kapılarını aralayan AKP’ye karşı gerçek, yıkıcı ve yaratıcı bir ihtimal mümkündür. Faşizmin daha fazla gerileyecek alanı yok. Artık mutlak son faşizmin yıkılmasıyla mümkün. Emekçilerin, kadınların, gençlerin, Kürt halkının, Alevilerin ezilmiş herkesin memleketini kurmak için ilk adım zamanı çoktan geldi.
Dayanmaz ki bu sütunlar patlarsa o zelzele,
Dayanmasın a yoldaşlar asılın kirişlere!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.