Değişen üye profilini ve beklentilerini doğru okuyamadık. Koşullanmış politik şablonlarımıza uygun davranmalarını bekledik. Eğer zamanı verimli kullanıp, tartışma ortamlarımızı zenginleştirerek “yeniden yapılanma” hedefine yoğunlaşmazsak, değerli meslektaşım Bülent Batuman’ın deyimiyle “Ankara’da Titanik’in batması” yetmeyecek, İstanbul’da beklenen büyük deprem kaçınılmaz olacaktır
Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nde yaşanan seçim sonuçları; başta mimarlık kamuoyunda olmak üzere toplumun duyarlı birçok kesiminde yeni bir tartışma başlattı. Kimileri için bir “şok” niteliği taşıyan bu sonuç, yorumlayıcı ve süreç odaklı değerlendirmede bulunanlar için ise öngörülebilen bir durumdu.
Meslek kavramı “Fertlerin geçimini sağlayan, genel sosyal statülerini belirleyen ve kendine özgü kanuni ve ahlaki kuralları olan göreli sürekli bir faaliyet tarzı” olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımın öznesi olan meslek insanlarında, dönemin toplumsal taleplerine de bağlı olarak egemen siyasi kültürün etkisinde davranış farklılıkları gözlemlenir.
Yapı ve toplumun işleyişi ile ilgilenen “işlevselci” yaklaşımın kurucularından Emile Durkheim’in “İşbölümü ve Toplumsal Dayanışma Kuramı”; Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesine Ziya Gökalp tarafından monte edilirken, mimarlık tarihimizin de 1970’li yıllarına kadar belirleyicisi oldu. Özellikle kamu yatırımlarında ihtiyaç duyulan ve teknokrat bir nitelik taşıyan mimarlık hizmetleri, dönemin mimarlarına da yüksek toplumsal statü ve prestij sağlamaktaydı. Bu dönemin mimarlık pratiği ve oda çalışmalarına bakıldığında mesleki niteliğin arttırılması yönünde teknik ve standardizasyon çalışmalarının yoğunluğu dikkat çeker. 60’lı yıllarda, tüm dünyada yeniden yaygınlık kazanan Marksist ideolojik yaklaşımlar, mimarlığın toplumsal sorumluluğunu önceleyerek Mimarlar Odası çalışmalarında “toplumculuk” kavramıyla somutlaştı. Ve nihayet politik bir konumlanışla, 69 Mimarlık Semineri’nden sonra “Mimarlar Odası Toplum Hizmetinde” şiarıyla sosyalist kadrolar Mimarlar Odası’nda sorumluluk üstlendiler.
Cumhuriyet tarihimizin önemli kırılma noktalarından biri olan, ekonomik, siyasal ve sosyal dönüşümün miladı sayılan “24 Ocak kararları” ile liberal ekonomik politikalar benimsenmiş ve yeni bir toplumsal dönüşüm sürecinin temelleri atılmıştır. Bir taraftan “bireysel çıkarı” önceleyen toplumun inşası yaşanırken, diğer taraftan da Mimarlar Odası’nın “toplumsal yararlılık” esaslı meslek politikası üye tabanında giderek yalnızlaştı. “Oda, üyesi için ne yapıyor?” eleştirisinin temel sebebi bu süreçtir.
Özellikle 2000’li yıllardan sonra yoğunlaşan ve toplumun hemen her kesiminde hissedilen, ayrıcalıklı imar süreçleri ile (sınıfsal çelişkiden de kendini soyutlayarak) sermaye birikiminin kentsel ranttan sağlanması “Mimarlar Odası Toplum Hizmetinde” şiarını daha da anlamlı kıldı. Çünkü muhalefet kimliği taşıyan kitle partisi niteliğindeki siyasi yapılanmalar da özellikle yerel yönetimler üzerinden finansal kaynak sağlamayı benimsemişler ve bu toplumsal dönüşümün siyasi figürleri olmuşlardır. Hemen her partinin benimsediği “kentsel dönüşüm” kavramı bu anlamada iyi bir örnektir.
Böylesi bir süreçte Mimarlar Odası; yerel ve merkezi iktidarların toplumsal çıkarları öteleyen politikaları karşısında durarak, sivil ve mesleki muhalefet kimliğiyle duruş sergiledi. Hukuksal alanda verilen mücadele yöntemi gelenekselleşmekle birlikte zaman zaman kent hakkı mücadelesi veren sol siyasetler ve sivil toplum örgütlenmeleriyle birlikte paydaşlık kurdu. Ve bu politik duruşunu medya yoluyla da kamuoyuyla paylaşarak meşruiyet kazanmaya çalıştı.
Toplumsal dönüşüm süreci içinde mimarlık ortamının ve mimarların içinde bulunduğu durumu da özetlemek gerekir. Bilimsel bilginin ötelendiği, toplumun inşasında “cemaat kültürünün” belirleyici olduğu günümüzde mimarlık; toplumdaki itibarını değerini hızla kaybetmektedir. Plansızca çoğalan ve yeterli akademik kadrodan yoksun okullaşma stratejisi de bu süreci beslemektedir. Meslektaş bütünü içinde özellikle büyükşehirlerde mimarlar prekaryalaşmış bir sosyal tabaka oluşturmaktadır. Mimarlığın “serbest meslek” niteliği giderek kaybolmakta, meslek pratiği; sürekliliği bulunmayan, güvencesiz, daha çok ücretli statüde, mesleki gelişim performansından uzak bir yapıya dönüşmektedir.
Kısaca makro bir bakış açışıyla özetlemeye çalıştığım toplumsal dönüşümün tarihsel sürecini ve içinde bulunduğumuz zamanı, Mimarlar Odası örgütü olarak doğru okuyabildik mi? Eğer okuduysak davranış kalıplarımıza, uygulamalarımıza, çalışma anlayışımıza, kısacası oda politikasına yansıtabildik mi? Bu noktada ciddi bir özeleştiri yapmamız gerekiyor. Kendisini yenileyemeyen dar bir kadroyla uzun yıllar aynı mücadelenin takipçisi olurken üye tabanının kayıp gittiğini fark edemedik. Fark ettiysek de önemsemedik. “Meslekçi” bir anlayış olarak yorumlayıp çoğu zaman küçümsedik. Oysa bu anlayış, zamanın ruhuna uygun olarak sağ ideolojik bireyci siyasetin ürünüydü. Yeri gelmişken belirtmekte yarar var. Ankara Şubesi’nin yeni yöneticileri, “Artık oda siyaset yapmayacak” derken aslında tam bir siyasi duruş sergilediklerinin ne kadar farkındalar?
Değişen üye profilini ve beklentilerini doğru okuyamadık. Koşullanmış politik şablonlarımıza uygun davranmalarını bekledik. Oysa yetişen kuşakların beklentileri, becerileri, ilgi alanları çok farklılaşmıştı. Kuşakların özelliklerini anlamak yerine kolaycı bir yaklaşımla göz ardı etmeyi tercih ettik. Yeni kuşağın en az bizler kadar toplumsal sorumluluklarının var olduğunu, yeri ve zamanı geldiğinde kitlesel bir eylemlilik içinde yer alabildiğini “Gezi” sürecinde çok açık yaşamıştık. Çalışmalarımızın yasal kaynağı olan hukuk belgelerimizi süreci doğru yorumlayıp güncelleyemedik. Oda içi iktidar mücadelesini salt kendi yankı odalarımızın içinde verirken hızla çoğalan mimarlar kitlesinin ilgisizliğini yeterince dert edinmedik. Örgütlenme ve çalışma modellerimizi özellikle günümüzün dijital imkanlarına paralel güncelleyemedik. İktidar egomuzun bizi kolektif çalışma kültüründen uzaklaştırarak yalnızlaştırdığını fark edemedik. Bu yalnızlığın bizi popülizm tuzağına çektiğini göremedik. “Sahiplenmekle” “sahip çıkmak” arasındaki ince ve derin ayrımı anlamadık. Özetle muhafazakar bir tutum içinde olduk. Eğer zamanı verimli kullanıp, tartışma ortamlarımızı zenginleştirerek “yeniden yapılanma” hedefine yoğunlaşmazsak, değerli meslektaşım Bülent Batuman’ın deyimiyle “Ankara’da Titanik’in batması” yetmeyecek, İstanbul’da beklenen büyük deprem kaçınılmaz olacaktır. Bu yıkım önce Mimarlar Odası’na ve devamında TMMOB’ye kadar uzanacaktır.
* Ali Hacıalioğlu, eski Mimarlar Odası Bakırköy Temsilciliği Başkanı, eski Mimarlar Odası İstanbul Şube yöneticisi
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.