Şubat sonuna kadar Meclis’in gündeminde ilk sıralarda, henüz taslak aşamasında olan ve önümüzdeki günlerde Meclis’e sunulması beklenen 8. Yargı Paketi bulunuyor. 8. Yargı Paketi’nin kadınlar için ne anlam ifade ettiğine dair Av. İlayda Doğa Karaman ve Av. Berat Aslı Han ile konuştuk
Ulusal Yargı Stratejisi kapsamında hazırlanan 8.Yargı Paketi’nin 60’dan fazla maddeden oluşması öngörülüyor. Yargı Paketi’nde, denetimli serbestlikten soy bağı reddi davasına, hakaret suçuna ön ödemeden noterlere yeşil pasaporta kadar pek çok önemli düzenlemenin yer alması bekleniyor. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç bir televizyon programında açıklama yapmıştı.
8. Yargı Paketi’nin içeriğine ve yapılacak değişikliklere dair Av. İlayda Doğa Karaman ve Av. Berat Aslı Han ile konuştuk.
AYM’nin iptal kararı doğrultusunda, Türk Medeni Kanunu’nda kadınlara erkeğin soyadını alma zorunluluğunu kapsayan madde yeniden düzenleniyor. Bununla ilgili neler söyleyebilirsiniz?
Medeni Kanun’da yapılması planlanan pek çok değişiklik olduğu kamuoyu tarafından biliniyor. Önümüze incelemeye değer, bütün değişiklik tasarılarının olduğu bir önerge sunulmasa da siyasetçilerin konuşmalarından cümle aralarında Medeni Kanun’da kadının soyadından, nafakaya, boşanmada kusur şartından, aile hukukunda arabuluculuğa kadar birçok maddede değişiklik yapılacağı bilgisini öğrenebiliyoruz.
Anayasa Mahkemesi 22 Şubat 2023 tarihli kararıyla Medeni Kanun’un 187. Maddesi’ni iptal etti ve TBMM’ye “kadın erkek eşitliğine uygun bir yeni düzenleme için” 9 aylık bir süre verdi. TBMM bu sürede bir düzenleme yapmadı, dolayısıyla bu hüküm iptal edilmiş oldu ve bu kamuoyunda bir sevinç yarattı. Ancak bu konuda henüz yeni bir düzenleme henüz yok, üstüne üstlük, Meclis’te görüşülecek olan yeni yargı paketinde 187. Maddenin aynen korunacağı niyeti kamuoyuna yansıdı. Bununla ilgili neler söyleyebilirsiniz?
Evet bilindiği üzere 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 187. maddesinde kadının soyadı düzenlemesi “Kadın, evlenmekle kocasının soyadını alır; ancak evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabilir. Daha önce iki soyadı kullanan kadın, bu haktan sadece bir soyadı için yararlanabilir” şeklindeydi.
Anayasa Mahkemesi’nin 22/2/2023 tarihli ve 2022/155 Esas 2023/38 Karar sayılı kararıyla, Türk Medeni Kanun’un 187. maddesi iptal edilmiş ve iptal kararının 28/4/2023 tarihli ve 32174 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak dokuz ay sonra (28/1/2024) yürürlüğe girmesine karar verilmiştir. Bu iptal kararı ile kadınların isterse evlilik öncesi soyadlarını kullanma, isterse eşinin soyadını alma, isterse hem evlilik öncesi soyadını hem eşinin soyadını birlikte kullanma hakkı Anayasal şekilde güvence altına alınmıştı.
8. Yargı Paketi Taslağında ilgili maddenin “Kadın, evlenmekle kocasının soyadını alır. Şu kadar ki; kadın evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabilir. Kadının soyadı, kendi soyadı ile önceki kocasının soyadından oluşuyorsa kadın bu soyadlarından sadece birisini evleneceği kocasının soyadının önünde kullanabilir” şeklinde düzenlenmesi teklif edilmektedir.
Bu teklif ile Anayasa Mahkemesi kararı görmezden gelinmekte, hukuk tekrar lağvedilmektedir. Maddenin gerekçesinde Anayasa’nın 41. maddesinde ailenin Türk toplumunun temeli olduğu kabul edildiği, ailenin önemi değerlendirildiğinde, anne ve babanın ayrı ayrı soyadı kullanmaları, çocuk üzerinde olumsuz etkiler doğurabileceği, çocuğun hangi soyadını kullanacağı ayrı bir tartışma konusu haline geleceği, bu durumun Türk toplumunun temeli olan aile bütünlüğüne zarar verebileceği bu nedenle Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilen kanun hükmü yeniden düzenlenerek evlenen kadının kocasının soyadını alacağı, ancak dilerse kocasının soyadının önünde önceki soyadını da kullanabileceği, kadının soyadı, kendi soyadı ile daha önceki kocasının soyadından oluşuyorsa bu soyadlarından sadece birisini evleneceği kocasının soyadının önünde kullanabileceği hüküm altına alındığı belirtilmiştir.
Eşit haklara sahip olmak ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması açısından son derece önem arz eden ilgili kararın göz ardı edilerek düzenlemenin uygulanmasının önüne geçilmesi tarafımızca kabul edilebilir değildir. Her ne kadar yargı paketinde yeni bir madde ya da değişiklik gibi lanse edilse de aslında AYM kararı ile kaldırılan maddeden bir farkı yok kulislerde konuşulan düzenlemenin. Bu yönüyle sözde değişiklik ama uygulamada AYM kararını uygulamamak gibi bir sonuç doğuyor. Kadınların herhangi bir başvuru yapmadan evlenme sonrasında da soy isimlerini tek başına kullanması bizim için önemli bir kazanım. Bu kazanım sadece soyadı ile değil, yine evlilik ile birlikte kütük değişikliğinin de ne kadar eski ve eşitliğe aykırı bir uygulama olduğunu bize hatırlatıyor. Hedefimizde kütükler var.
Boşanan kadınların yoksulluk nafakasının sınırlandırılması, boşanmaların erkekler için kolaylaştırılması, yeni şiddetler doğuracak aile arabuluculuğunun getirilmesi, evli kadınlara eşlerinin soyadını kullanmalarının dayatılması gibi birçok konu gündeme geliyor. Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?
5 Şubat Anayasa’ya Laiklik ilkesinin girmesinin 87. yıldönümünde EŞİK tarafından düzenlenen “Medeni Yasa Medeni Hakların Anayasasıdır Dokunamazsınız” konulu basın açıklamasında belirtildiği üzere Medeni Kanun 17 Şubat 1926 yılında yürürlüğe girmiştir. Medeni Kanun medeni hayatın anayasası olup toplumsal konsensüs sağlanmaksızın bir yargı paketi içerisinde çeşitli maddeler ile medeni kanunda değişiklik yapılması kabul edilebilir değildir.
Boşanmanın kolaylaştırılması, aile hukukunda arabuluculuğun getirilmesi gibi hususlar, aile hukukuna uygun yargılama usulleri olmayıp yapılması planlanan bütün değişiklikler Medeni Kanun’u ileriye taşımanın zıddına; kadın, çocuk, LGBTİ+ haklarının gerilemesine neden olacak değişikliklerdir.
Kanun metninde nafakaya ilişkin eşitlikçi bir tutum yer alırken, siyasal iktidar ve ortakları tarafından süresiz nafaka olduğu, nafaka miktarlarının çok yüksek olduğu gibi algılar oluşturuluyor. Halbuki asıl problem toplumsal cinsiyet eşitliği sağlanamadığı için boşanmalar sonrasında kadınların nafakaya ihtiyaç duyuyor olması. Nafaka hakkına erişilebilmesi için eşlerin evlilik birliğinden sonra evlilik birliğine kıyasen ekonomik durumunda düşüş yaşanması aranıyor. Ayrıca nafaka miktarları belirlenirken tarafların ekonomik durumuna göre karar verilmesi gerekirken, hükmedilen nafaka miktarlarının birbirine yakın olduğunu ve bu miktarların herhangi bir şekilde geçim sağlamak için yeterli olmadığını görüyoruz. Sosyal medya ve basında nafakaya ilişkin en çok karşılaştığımız serzenişlerden birisi de aslında boşanan eş, çocuğa nafaka öderken bu nafakayı boşandığı eşine ödüyormuş gibi konuşuyor. Velayeti üstlenmediği gibi nafaka ödemek de istemiyor ya da ödediği nafakanın çocuk için olduğunu kabul etmiyor. Bu durumlar da toplum nezdinde algı yaratmak için kullanılıyor.
Boşanma davaları ne yazık ki uzun sürüyor. İlk derece mahkemesi, istinaf ve Yargıtay derken boşanma kararının kesinleşmesi dört, beş yılı bulabiliyor. Aslında yine kendilerinin yaptığı bir değişiklik bu, eskiden eşlerin ikisi de boşanma noktasında hemfikir fakat kusur noktasında anlaşamamışsa ilk derece mahkemesi kararı ile birlikte boşanma kesinleşiyordu. Tekrar bu uygulamaya dönerek karşılaşılan birçok problemin önüne geçmemiz mümkün olabilir.
Boşanma davalarına arabuluculuk şartının getirilmesi ise boşanma hususunun doğasına aykırı. Kanun zaten anlaşma sağlanması durumunda tek celsede boşanmanın sona ermesine yönelik bir hak tanıyor. Taraflar anlaşamıyor ise arabuluculukta anlaşmalarının beklenmesi de beklenemez. Ayrıca arabuluculuk yapılabilmesi için tarafların eşit olması gerekir. Şiddetli geçimsizlik sebebi ile boşanan kadınların çocuğu maddi manevi tazminat istemeksizin hızlı olsun diye anlaşmayı kabul edebilir ve bu durum evlilik birliği içerisinde mağdur edilen tarafın tekrar zarara uğratılması anlamına gelmektedir.
Sendika.Org/Ankara (Nisan Çıra)