“İşçi eylemlerinin büyümesi ve yaygınlaşması, “2015 Metal Fırtına” gibi kendi işyerlerini aşan sonuçlar üretmesi çoklukla bir birikim sonucu gerçekleşmektedir. Bu ölçekteki eylemler, belirli dönem aralığında sorunların ve dolayısıyla öfkenin birikmesi, bunu açığa çıkaracak, tetikleyecek kadroların bulunması, iş bulma olanaklarının olması hallerinde, somut bir olayın tetiklemesi ile, bir anlamda “bu kadar da olmaz” şeklinde bir öfke sonucu gerçekleşmektir. Tekrar belirtmek isterim ki, bu koşulların varlığı mutlak anlamda eylemliliğe yol açmaz”
“Yeni ekonomi yönetimi, işçi direnişleri ve sınıf mücadelesinin seyri” dosyası kapsamındaki sıradaki söyleşimiz DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş sendikası toplu sözleşme uzmanı İrfan Kaygısız ile. Kaygısız ücret zamlarının hedeflenen enflasyona göre belirleme girişiminin toplumun çoğunluğunu oluşturan ücretli kesimi daha da yoksullaştıracağını ifade ediyor.
2022 Ocak ve Şubat aylarında ve 2023 Temmuz ve Ağustos aylarında yaşanan eylemlerin asgari ücret zammının hemen sonrasında olduğunu hatırlatan Kaygısız, ücretlerin asgari ücrete yaklaşmasının en önemli tetikleyicilerden biri olduğunu belirtiyor.
Kaygısız enflasyon yüksek seyretse dahi bunun her zaman direnişle ya da eylemlerle yanıtlanmak zorunda olmadığının da altını çiziyor. İşçi eylemlerinde ve direnişlerinde ücret veya yoksulluk dışında da motivasyonların olduğunu belirtiyor. Eylemlerin büyümesinin, yayılmasının ve işyerlerini aşan sonuçlar çıkmasının ise genelde bir birikim sonucu olduğunu ekliyor.
Enflasyonun yüksek olmasına dair Merkez Bankası raporları da Mehmet Şimşek’in açıklamaları da ücretlere işaret ediyor. Ücret politikasına dair önceki döneme nazaran nasıl bir değişimden söz edebiliriz?
İktidar sözcüleri ve kimi burjuva liberal akademisyenler enflasyon artışının asıl nedeninin ücret artışları olduğunu iddia ediyor. Bunlara göre enflasyonu düşürmek için ücret zamları düşük tutulmalı ve gerçekleşen değil, hedeflenen enflasyona göre hesaplanmalı.
Enflasyonun tüketicinin yüksek talebinden dolayı arttığı ve dolayısıyla nüfusun geniş kesimlerini oluşturan ücretlilerin gelirinin görece düşmesinin enflasyonu da düşüreceği şeklindeki “talep enflasyonu” yaklaşımının Türkiye’de şimdi yaşadığımız enflasyonun nedeni olmadığı, konuyla ilgili akademisyenler tarafından güçlü şekilde ortaya kondu. O yüzden makul ve gerçekçi olan, meselenin işçi sınıfına yönelik politik sonuçlarına bakmamız.
Öncelikle, iktidarın yeni ücret politikasının doğal sonucunun son yıllarda giderek yoksullaşan, reel ücret kaybına uğrayan işçilerin daha da yoksullaşması, asgari ihtiyaçlarını bile karşılayamaması olacağı açıktır.
Amacın, ihracat eksenli iktisadi politikalara hız vermek, bunun bir gereği olarak diğer ülkelerle rekabet etmek, öte yandan uluslararası sermayenin yatırım yapmasını sağlamak ve bu eksende ücret maliyetini düşürmek olduğu anlaşılıyor. Bunu bürokratların yanı sıra sermaye örgütü temsilcileri oldukça açık biçimde söylemektedir. Nitekim, Türkiye ekonomisinde yaratılan katma değerin üçte birini oluşturan metal işkolunda sürmekte olan toplu sözleşme görüşmelerinde, MESS Genel Sekreteri’nin sunuş ve açıklamaları tümüyle uluslararası rekabetin korunması ve bunun için de ücret zamlarının düşük tutulması üzerine olmaktadır.
Ücretlerin hedeflenen enflasyona göre belirlenmesi meselesine gelirsek, hemen hiçbir dönem hedeflenen enflasyon gerçekleşmemiştir. Zaten hedeflenen enflasyonun esas alınması, dolayısıyla daha düşük oranda zam yapılması bu nedenle istenmektedir.
Diğer yandan, diyelim enflasyon hesabı doğru ve hedeflenen ile gerçekleşen enflasyon da aynı oranda arttı ve dolayısıyla ücretler de gerçek enflasyon oranında artırıldı. Bunu iyi bir sonuç olarak kabul etmeye hazır bir ortamdayız. Oysa bu durumda, bir kişi sadece mevcut gelirini, reel ücretini korumuş olur. İşçilerin hiç mi gelirlerini artırma, daha iyi yaşama olanağı olmayacak? En iyi halde, mevcut durumlarını korumaya razı mı olacaklar?
Şu halde meseleyle ilgili temel sorunlardan birinin TÜİK tarafından açıklanan resmi enflasyona inanan kimse olmamasına karşın ücret tartışmalarında hâlâ resmi enflasyonun baz alınması olduğunu saptayabiliriz. Resmi enflasyonun gerçeği yansıtmamasının birkaç boyutu var. En önemli sorun enflasyon hesaplamasındaki malların fiyatlarının tamamen masa başında tayin edilmesidir. Nitekim TÜİK, kendisine olan güvensizliğin derinleşmesi üzerine geçtiğimiz yıl artık enflasyon hesabında esas aldığı mal fiyatlarını açıklamayacağını belirtti.
Enflasyon hesaplamasının bir başka boyutu harcama kalıbının işçilerin harcamalarını esas almamasıdır. TÜİK’in enflasyon hesaplamasındaki harcama kalıbı ile ücretli çalışanların harcamaları birbirinden farklıdır. Bu bakımdan TÜİK’in harcama kalıbını esas kabul ettiği yurttaşın orta gelirli biri olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin, ücretliler gelirlerinin önemli kısmını gıdaya harcarken, yüksek gelirliler gıdaya gelirlerine göre daha az harcama yapar. Gelir arttıkça gıdaya harcanan paranın oranı azalır ve dolayısıyla gıdadaki fiyat artışı ücretlileri daha olumsuz etkiler.
Bu konuda çarpıcı bir örnek vereyim. Tüketici fiyat endeksi ana grup ağırlıklarına göre giderimizin sadece yüzde 4,5’i kiraya gidiyor. Bunun ne kadar gerçek dışı olduğu açık değil mi? Dolayısıyla alabildiğine artan kiraların enflasyona yansıması düşük olmakta, böylece resmi enflasyon da düşük çıkmaktadır!
Diğer bir konu da, seçime girerken mayıs ayında doğalgaz bedelinin bir bölümünün Hazine tarafından karşılanmasıdır. İlk olarak belirtmek gerekir ki, bu tür gelir destekleri ve sübvansiyonların enflasyon hesabından düşülmesi bu desteklerin yarattığı ek gelirin enflasyon hesaplaması yoluyla geri alınması anlamını taşır ve gelir desteklerini anlamsız kılar. Tüketici fiyat endeksi ana grup ağırlıklarına göre doğalgazın enflasyona etkisi yüzde 2,8871’dir. Doğalgazın enflasyon hesaplamasından çıkarıldığı mayıs ayından sonraki fiyat endeksine yüzde 2,8871 eklenmiş olsaydı enflasyon sadece bundan dolayı yaklaşık yüzde 5 daha yüksek çıkacaktı.
Bu birkaç örnekten yararlanarak söylemek istediğimiz, ücretliler için ayrı bir harcama kalıbının oluşturulması ve farklı enflasyon hesaplaması yapılmasının zorunluluğudur.
Türkiye’de maaş ve ücretler çoklukla TÜFE’ye göre artırılıyor. TÜFE’nin de gerçeği yansıtmadığını göz önüne aldığımızda reel ücret artışının olmadığı gerçeği çıkmaktadır karşımıza. Bunu Gayrisafi Yurt İçi Hasıla verilerinden de görmek mümkündür. Son 4 yıllık döneme baktığımızda, ücretlilerin ekonomiden aldığı payın yüzde 32 azaldığını, öte yandan sermayenin ekonomiden aldığı payın ise yüzde 21 arttığını görüyoruz.
Bu ücret politikası, asıl olarak kamuda çalışan işçiler, memurlar, emekliler için ve de asgari ücret artışı için sonuç doğurmaktadır. Sorunun önemli bir yönünü ise, bütün bu açıklamaların toplu sözleşme hakkını yok sayması oluşturmaktadır. Ücret belirlemesinin tek taraflı olarak yapılacağının, yapıldığının itirafıdır.
Burada devreye sendikalar girmektedir. İktidarın bu pervasızlığında kamuda örgütlü işçi ve memur sendikalarının devlet sendikası niteliğinde ya da devlet güdümlü olmasının da etkisi vardır. Bu gerçeğe dolaysızca bağlı olarak, iktidarın bu politik yöneliminin boşa çıkarılması mücadelesi aynı zamanda söz konusu sendikalara karşı mücadeleyi de içermek durumundadır. Sendikal yapılar, devlet ve sermaye denetimindedir ve hem fiziken hem de ideolojik olarak işgal edilmiş durumdadır ve sendikaların yeniden işçi sınıfına kazanılması mücadelesi ertelenemez görevlerimiz arasındadır.
Temmuzdan itibaren çok sayıda yerde çoğunlukla zammın düşük bulunmasına karşı işçi eylemleri oldu. Enflasyon etkisinin uzun dönemli olması durumunda bu hareketlenmenin uzun vadede etkisinin ne olacağını ve nereye varacağını düşünüyorsunuz?
Gerek bu yıl Temmuz-Ağustos ayında yapılan eylemleri, gerekse de 2022 yılı Ocak-Şubat ayı eylemlerini yaratan temel etken asgari ücret artışıydı. Nitekim eylemlerin gerçekleştiği aylar asgari ücrete yapılan artışların hemen sonrasıdır.
Genel olarak işçiler iki temelde ücret talebinde bulunurlar. Birincisi bildik haldir; ücreti düşüktür, geçinememektedir ve işçi bu nedenle ücret zammı talep eder.
Ücret zammını tetikleyen ve çok açık konuşulmayan bir başka faktör ise işçinin ücretini başka işçinin ücreti ile kıyaslamasıdır. Bu çeşitli vesilelerle olur. Örneğin, çalıştığı işyerine yeni işçi alınmıştır ve bu işçi kendisi ile benzer vasfa sahipse ve ücreti de kendisine yakınsa vasıflı işçi ücret artışı talep eder. İşçilerin kendi ücretlerini işyerindeki başka işçilerle kıyaslamaları ve talepte bulunmaları yaygındır ama çok konuşulmaz. Başkasının ücreti ile kıyas ve bu nedenle zam talebinde bulunulmasının arkasında işçinin kendi ücretinin düşüklüğü yatmaktadır ve bu durum zam talebinin güncelleşmesine zemin sağlar.
Gerek 2022 yılı başında gerekse de 2023 Temmuz-Ağustos ayındaki işçi eylemleri de benzer bir gerekçeden kaynaklanmış, asgari ücret artışı ücret zammı talebini tetiklemiştir. Asgari ücret artışları sonrasında kıdemli işçilerin ücreti asgari ücrete yakın hale gelmiş, “asgari ücret komşuluğu” oluşmuş ve bu durumdaki işçiler haksızlığa uğradığını, ücrette adaletin kalktığını düşünüp zam talep etmiştir. Dolayısıyla kimi farklılıkları olsa da her iki dönemdeki eylemler kısmen vasıflı ve kıdemli işçinin asgari ücrete yapılan kadar ücret zam talebidir. Bir bakıma ücretinin asgari ücretle olan oranının korunması talebidir.
2023 Temmuz ve Ağustos aylarında, geçinemeyen ve asgari ücret artışı sonrası kendilerine de aynı oranda artış isteyen işçiler harekete geçmiştir. Kendi ücretlerinin asgari ücretle aynı olması ya da biraz üzerinde kalmasına tepki gösteren kısmen kıdemli ve vasıflı işçiler eylemin dinamiğini oluşturmaktaydı.
Eylemler ağırlıklı olarak yerel yönetimlerde yapılmıştır. İlginç olan, AKP’li ve Hizmet-İş’in örgütlü olduğu belediyelere de sıçramasıdır. Eylemler, yerel yönetimler dışında öncelikli olarak tekstil, enerji, metal sektörlerinde yoğunlaşmıştır. Ağırlıklı talep ek zam olmasına karşın sendikalaşma gibi nedenler de vardır.
Benzer bir durum, Ocak-Şubat 2022 döneminde de yaşanmış ve onlarca işyerinde eylemler yapılmıştı. Son dönemde işçi eylemlerine asgari ücret artışının kaynaklık etmesine karşın, bunun her asgari ücret artışı sonrası tekrarlanacağı beklenmemelidir.
İşçi eylemlerinin tek motivasyon kaynağı asgari ücret artışı ve bundan doğan eşitsizlik değildir. Yoksullaşma, reel ücret kaybı ve geçinememe halinin derinleşmesi, sendikalaşma gibi nedenler işçi eylemlerinin artma potansiyeline işaret etmektedir. Ancak, buna karşın her yoksullaşmanın eylemle, direnişle yanıtlanacağı beklenmemelidir.
Aynı şekilde, enflasyonun kısa dönemde düşmeyecek olması eylemlerin de paralel olarak aynı biçimde artacağı gibi bir beklenti yaratmamalıdır.
İşçi eylemlerinin büyümesi ve yaygınlaşması, “2015 Metal Fırtına” gibi kendi işyerlerini aşan sonuçlar üretmesi çoklukla bir birikim sonucu gerçekleşmektedir. Bu ölçekteki eylemler, belirli dönem aralığında sorunların ve dolayısıyla öfkenin birikmesi, bunu açığa çıkaracak, tetikleyecek kadroların bulunması, iş bulma olanaklarının olması hallerinde, somut bir olayın tetiklemesi ile, bir anlamda “bu kadar da olmaz” şeklinde bir öfke sonucu gerçekleşmektir. Tekrar belirtmek isterim ki, bu koşulların varlığı mutlak anlamda eylemliliğe yol açmaz.
İşçiler çeşitli vesilelerle eylemler gerçekleştiriyor olsa da, bu eylemlerin “Metal Fırtına” gibi kendi sınırları dışında etki yaratmaları sınırlı olmakta, eylemler işyeri ile sınırlı kalmakta ve politik bir sıçramaya dönüşememektedir.
2022 Ocak ve Şubat aylarında da çok sayıda yerde yine ağırlıkla ücret zamlarının düşük bulunmasına karşı eylemler olmuştu. Bu yılki eylemlerle kıyaslarsak benzerlikler ve farklılıklar açısından ne söyleyebilirsiniz?
2022 Ocak ve Şubat eylemleri kendiliğinden eylemlerdir. 2023 Temmuz-Ağustos aylarındaki eylemlerde ise sendikaların da etkisi söz konusudur.
2022 Ocak ve Şubat döneminde eylemleri tetikleyen ana unsurlar hızla artan enflasyon ve asgari ücret zammının nominal yüksekliğidir. Bu dönemde de 2023 Temmuz eylemleri gibi, asgari ücretteki artışın kendilerine de yansımasını isteyen, ücret zammı talebi ile ayağa kalkan işçiler ana aktördür.
Bu dönemdeki eylemlerin başlatıcıları kuryelerdir. Pandemide sektörün müthiş büyümesinin etkisini vurgulamak gerekir. Pandemide e-ticaret ve kargo şirketleri hızla büyüdü, çalışan sayısı arttı, müthiş kârlar elde ettiler ama işçiye gelince zamları minimum tuttular. Buna olan öfke sokağa yansıdı.
Mekânsal ve sektörel yoğunlaşma yaşandı. Havza ve bölgesel ağırlıklı direnişlere tanıklık ettik. Gaziantep’te tekstil işçileri, İstanbul’da çorapçılar ve Aliağa’da gemi söküm işçileri gibi. Bu bölgelerdeki eylemler birbirini tetikledi.
Sektörel olarak tekstil, gemi söküm, kurye vb. işler ön plana çıktı. Eylemler ağırlıklı olarak emek yoğun sektörlerde ve çoklukla küçük ve orta ölçekteki işyerlerinde gerçekleşti.
Bu eylemler sonucu fiili, meşru mücadele hattının başardığını gördük. Resmi sendikal yapılar dışında da hak elde etmenin mümkün olduğu görüldü. “Sendikasız işçiler grev yapamaz” önyargıları yıkıldı.
Ek zam talepleri ve imzalanmış TİS’lerin yenilenmesi sendikalı işçilerin talepleri arasındaydı, ancak sendikalı işçiler dönemin ana aktörleri değildi. Konfederasyonlar ve kurumsal sendikalar süreçte neredeyse yoktu. Mücadeleci olarak tanımlanan küçük, kurumsallığı zayıf ama daha militan ve devrimci sendikalar yer aldılar süreçte.
“Geçinemiyoruz” üst başlığı talebin haklılığını, meşruiyetini ortaya koydu ve farklı toplumsal kesimlerin, aynı ya da farklı taleplerle sokak eylemlerinin önünü açtı.
Her iki dönemin ortak özelliği, eylemleri asgari ücret artışının tetiklemesidir. Fiili eylemler ve “fiili toplu sözleşmeler” ortak özellikler arasındadır. Antep ağırlıklı tekstil işçileri dışında sektörel olarak farklılıklar söz konudur.
2023 döneminde yerel yönetimlerdeki işçiler öne çıktı ve bunların tümüne yakını da sendikalı işçilerdi. Bazı işyerlerinde sendikanın öncülüğünde, bazı işyerlerinde ise sendikaya rağmen yapıldı eylemler.
Toplu iş sözleşmesi yapılabilen yerlerde dahi kısa süre içerisinde yüksek enflasyondan dolayı ücretlerde hızlı bir erime yaşanıyor. Toplu sözleşme süreçlerinde ücret artışı talebi yeterli mi, ücret artışı talebinin yetersiz kaldığı noktada taleplerin içeriği nasıl genişletilebilir, nasıl bir strateji izlenebilir?
Sizin de belirttiğiniz gibi toplu sözleşme yapılan işyerlerinde de ücretler hızla eridi. Türkiye yakın tarihinde kısa dönemde ve bu hızla yükselen enflasyon yaşamamıştı. Bu durum, toplu sözleşmelerle alınan zamları da aynı şekilde hızla eritti.
Ancak yüksek oranlı enflasyonun yaşandığı dönemler toplu sözleşmelerle ücret zammı almayı anlamsız ve gereksiz kılmaz. Toplu sözleşme maddelerinin içerikleri ile ücret zammı talep etmenin yöntem ve dönemlerinin değiştirilmesini gerekli kılar.
Toplu sözleşmelerle ücret zamları genellikle altışar aylık dönemler halinde yapılmakta ve asıl zam ilk 6 aylık dönem için alınmaktadır. Sonraki dönemler içinde ya enflasyon oranında ya da bunun birkaç puan üzerinde zam alınmaktadır. Bu yöntem, ücretleri reel olarak koruyamamaktadır.
Kamu çalışanları dahil, ücretli çalışanların büyük bir kısmının ücret artışları resmi enflasyona göre yapılıyor. Son üç dört yılda resmi enflasyon ile gerçek enflasyon arasındaki fark çok açıldığı için reel ücret kayıpları da çok fazla büyüdü.
Bu nedenle, birincisi, ücret ya da sosyal haklara yapılacak zamlarda sadece resmi enflasyonun baz alınmasına son verilmelidir. Resmi enflasyon zam belirlemede temel parametre olmaktan çıkarılmalıdır. İkincisi, zam dönemleri kısaltılmalı ve olanaklı olduğu ölçüde üçer aylık dönemler için artış yapılması sağlanmalıdır.
Bunların yanı sıra, ücret zamlarının asgari ücret artış oranının altında kalması halinde asgari ücrete yapılan zamların uygulanması talep edilebilir. Ayrıca, ücret zammının hangi aydaki ücrete yapıldığı önemlidir. Ocak ve Temmuz aylarında yapılacak zamların, asgari ücret artışından önceki ayın değil, sonraki ayın ücretlerine yapılması sağlanmalıdır.
Bu ve benzeri yöntemlerin yanı sıra, ücret zamları hızla erimiş ve yeni toplu sözleşmeye da daha çok süre var ise, toplu sözleşmelerin tadil edilmesi ve ek zam yapılması talebi işçilerin gündeminde olmalıdır.
Sonuç olarak, toplu sözleşmelerle yöntem bulmak zor değil. Önemli olan, işçi sınıfının talep etmesi de değil, herkes daha iyi yaşamak ve bunun için de daha yüksek ücret talep eder. Önemli olan, talebin gerçekleşmesi için mücadele edilmesi ve bedel ödemenin göze alınmasıdır.