“Resmi enflasyon hapsedilmiş bir ücret mücadelesi işçi sınıfını yoksullaştırmaktan kurtaramaz. Bölüşüm ve paylaşım ilişkilerine odaklı bir toplu iş sözleşmesi politikası izlemek gerekiyor. Ülkenin ekonomik büyümesinden emeğin alacağı payın artırılmasına dönük bir ücret politikasına ihtiyaç var. Resmi enflasyon endeksini takip eden ücret politikaları terk edilmelidir”
“Yeni ekonomi yönetimi, işçi direnişleri ve sınıf mücadelesinin seyri” dosyası kapsamındaki sıradaki söyleşimiz emek hareketine dair çalışmalarıyla bilinen Kocaeli Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğretim üyesi Prof. Dr. Aziz Çelik ile. Çelik, Mehmet Şimşek öncülüğündeki ekiple AKP’nin ekonomi politikalarında aslına rücu edeceğini ifade ederken ücretlerin de bu politikalar ekseninde baskılanacağını söylüyor.
Dar tanımlı işsizlik oranlarına yansımasa da işsizliğin önemli bir gündem olacağının altını çizen Çelik, bu konuda işsizlik oranlarından ziyade istihdam oranlarının takip edilmesi gerektiğini belirtiyor.
Ücret mücadelesinin resmi enflasyona endeksli gitmesinin işçi sınıfını yoksulluktan kurtaramayacağını vurgulayan Çelik, ekonomik büyümeden alacağı payı artıracak bir ücret politikası ve bu eksende bir mücadele hattı inşa edilmesi gerektiğini söylüyor.
Enflasyonun yüksek olmasına dair Merkez Bankası raporları da Mehmet Şimşek’in açıklamaları da ücretlere işaret ediyor. Ücret politikasına dair önceki döneme nazaran nasıl bir değişimden söz edebiliriz?
Şimşek döneminde AKP’nin ekonomi politikaları aslına rücu edecek. Daha köktenci neoliberal politikalar izlenecek. Bilindiği gibi AKP iktidarı başkanlık rejimine paralel olarak 50+1 çoğunluk için ekonomi politikasında kimi gevşemelere gitti. Önceki söylem ve eylemlerinin tam aksine 2017’de taşeron işçiler kadroya alınmaya başlandı. Oysa taşeron sisteminin en büyük müsebbibi AKP’nin izlediği neoliberal ekonomi politikalarıydı. Ardından pandemi ile birlikte derinleşen istihdam krizinden çıkmak ve İşsizliği sınırlamak için faizleri siyasi müdahale yoluyla düşürmeye çalıştılar. Ancak bu müdahaleler kurda ve enflasyonda patlamayı beraberinde getirdi. AKP işsizliği kontrol altına almak pahasına faizleri düşürmekte ısrarcı oldu. Dahası seçimleri kazanmak için artan enflasyon karşısında gevşek bir ücret politikası izlemek zorunda kaldı. Bunu özellikle asgari ücret artışı ile yapmaya çalıştı. Düşen emekli aylıklarını tamamlama işlemiyle belirli bir seviyede tutmaya çalıştılar. Emekli aylıklarında Hazine destekli tamamlama işlemi olmasaydı aylıkların bugün ortalama 4-5 bin lira civarında olacağı biliniyor. 2023 seçimleri yaklaştıkça artan toplumsal talepler karşısında EYT yasasını çıkarmak zorunda kaldılar.
Ancak patlayan enflasyon nedeniyle bu model sürdürülemez hale geldi. Ultra liberal politikalara yeniden dönüldü ve Mehmet Şimşek ekonominin başına getirildi. Şimşek AKP hükümetlerinin eski demirbaşlarındandır. Uzun süre ekonomi yönetiminden sorumlu olmuştur. Dolayısıyla AKP’ye yabancı bir zihniyete sahip değildir. Tersine AKP’nin izlediği ekonomi politikalarının özü Şimşek ve ekibinin yaklaşımlarıdır. AKP seçimler riske girince bu politikalardan taviz verse de özünde neoliberal iktisat politikalarına bağlı ve onların sadık uygulayıcısı bir partidir. Seçimler nedeniyle neoliberal programdan sapmalar ve parantezler yanılgıya yol açmamalı.
Şimşek yönetimiyle birlikte köktenci neoliberal programa tekrar dönülüyor. Bu politika enflasyonu düşürmek için sıkılaştırma diye özetlenebilir. Şimşek’in geçmişte ve son zamanlarda sık sık iddia ettiği gibi ücretler ve talep enflasyonun temel sebebi olarak görülmektedir. Bir süredir uygulanan ve iflas eden “faiz sebep-enflasyon sonuç” iddiasının yerini “ücretler sebep-enflasyon sonuç” politikası almış görünüyor. Talebi kısmaya ve parasal sıkılaştırma dönük bu politikadan en çok nasibini alacak kesim kuşkusuz ücretliler olacak. Mart 2023’teki seçimler nedeniyle Şimşek ve ekibinin sıkılaştırma (kemer sıkma) politikalarının asıl etkisi birkaç ay gecikebilir. Ocak 2024’te emek gelirlerindeki artış büyük ölçüde siyasi saiklerle belirlenecek. Erdoğan yönetimi siyasi hesaba göre hareket edecektir. Ancak yerel seçimden sonra ücretler üzerindeki basıncın giderek artacağını söylemek mümkündür.
Seçimsiz geçecek dört yılda emek gelirlerinin enflasyon karşısında ciddi ölçüde eriyeceğini söylemek için kahin olmaya gerek yok. Ücretler üzerindeki bir diğer baskı işsizlik nedeniyle ortaya çıkacak. Enflasyonu düşürmeye dönük politikalar nedeniyle şimdilik “faiz sebep-enflasyon sonuç” itikadından vazgeçilmiş görünüyor. Faizlerdeki artışın ekonomiyi yavaşlatacağı sır değil. Böylece önümüzdeki dönemde istihdamda daralma ve işsizlikte artış kaçınılmaz hale gelecek. Şimşek ekibinin ekonomi politikalarının enflasyonu ne zaman düşüreceği belirsiz ancak bu politikaların çok geçmeden işsizlikte bir artışa yol açması kaçınılmaz. AKP seçimsiz bir dört yılda işsizlikte bir miktar artışı risk olarak görmeyebilir. O nedenle bu politikalara devam edileceği ve emekçiler için kışın yerel seçimler sonrası başlayacağını düşünüyorum. Dahası iş bulmaktan ümidini kesenler veya nasılsa iş bulamayacağını düşünenler işgücü piyasasına çıkmayacağı için dar tanımlı işsizlik düşük kalabilir. Ancak bakılması gereken asıl yer istihdam düzeyi ve istihdam oranlarıdır. 2018 yılında ulaşılan yüzde 48’lik istihdama katılım oranının sonraki yıllarda ciddi biçimde gerilediği ve ilk kez 2023 yılında yüzde 48-49 civarı bir istihdam oranına ulaşıldığı görülüyor. Ancak önümüzdeki aylar istihdam oranları açısından oldukça kırılgan görünüyor. İzlenen ekonomi politikası da istihdamı desteklemiyor.
Temmuzdan itibaren çok sayıda yerde çoğunlukla zammın düşük bulunmasına karşı işçi eylemleri oldu. Enflasyon etkisinin uzun dönemli olması durumunda bu hareketlenmenin uzun vadede etkisinin ne olacağını ve nereye varacağını düşünüyorsunuz?
Yüksek enflasyon dönemlerinin en büyük kaybedeni ücretlilerdir. Enflasyon bir emme basma tulumba gibi emekten alıp sermayeye kaynak aktarmaya yarar. İşçiler yüksek enflasyon dönemlerinde alım gücünü kaybederler. Kaybettikleri alım gücünü kazanmak için ücret artışı talep ederler. Şimşek ve neoliberal zevatın farkında olmadıkları mesele budur. Ücret artışları enflasyonun sebebi değil, sonucudur. İşçi sınıfı kendini korumak için enflasyon üzerinde artış talep ediyor. Üstelik enflasyon hesaplamasının tamamen siyasileştiği bir ortamda işçilerin ücretlerini artırma ve koruma talebi son derece meşrudur. Ücretlerin enflasyona etkisinin düşük olduğunu Merkez Bankası araştırmalarından da görüyoruz. Merkez Bankası Başkanı her 10 puanlık ücret artışının 1 veya 1,2 puanlık enflasyona sebep olduğunu itiraf ediyor. Enflasyonda kur artışlarının, vergilerin ve kârların payının çok daha büyük olduğu biliniyor.
İşçilerin alım güçlerini korumak için harekete geçmesinden doğal bir gelişme olamaz. İşçi ücretlerinin ciddi biçimde düştüğü her dönemde işçilerin harekete geçtiğini görüyoruz. Önümüzdeki dönemde ücretler üzerindeki basıncın ve kemer sıkma politikalarının bu hareketlenmeyi artıracağını düşünüyorum. İşçi sınıfının özellikle kamu işçileri ve sendikalı işçiler dışındaki kesimlerinin ücretlerinin daha fazla düşeceğini düşünecek olursak bu kesimlerden daha fazla tepki gelecektir. Ancak yerel seçim sonrası dönemde ücretler üzerindeki basıncın artması nedeniyle örgütlü işçilerden de tepkiler meydana gelebilir. Ancak sendikal hareketin büyük kesiminin hükümete rağmen hareketlenmesinin zor olduğunu düşünüyorum. Geçmişte zaman zaman gündeme gelen sendikaları aşan eylemler olabilir mi, emin değilim. Bu hükümetin izleyeceği kemer sıkma politikasının dozuna ve sendikalara vereceği tavizlere göre değişebilir.
2022 Ocak ve Şubat aylarında da çok sayıda yerde yine ağırlıkla ücret zamlarının düşük bulunmasına karşı eylemler olmuştu. Bu yılki eylemlerle kıyaslarsak benzerlikler ve farklılıklar açısından ne söyleyebilirsiniz?
2022 Ocak ve Şubat eylemleri enflasyondaki sert yükselişin hemen ardından geldi. Sonbahar aylarında yüzde 20’lerde seyreden resmi enflasyon birden bire 50-60 bandına yükseldi. Pek çok özel sektör işyerinde zamlar bu oranın altında kalınca kitlesel protestolar ortaya çıktı. Ancak bu protestolarda örgütlü emek hareketinin sınırlı biçimde yer aldığını gördük. Protestolar büyük ölçüde kendiliğinden gelişti. Dağınık ve koordinasyonsuz kaldı. Sendikal hareketin rolü sınırlı kaldı. Eylemlerin belirli sektörlerle sınırlı kaldığı görüyoruz.
Bu yıl enflasyonun yaklaşık iki yıllık etkileri nedeniyle toplu sözleşme zamlarının yetersiz kalmaya başladığı görüldü. Öte yandan AKP’nin izlediği asgari ücreti ortalama ücret haline getirme politikası nedeniyle toplu iş sözleşmesi kapsamındaki işçilerin tepkileri de görülmeye başlandı. Sendikalı işyerlerinde de tepkiler ortaya çıktı. Ancak bunların da sınırlı kaldığını söylemek mümkün.
Gerek 2022 başındaki gerekse son dönemlerdeki işçi hareketlenmelerinin temel motifi devasa pahalılık karşısında yaşanan yoksullaşmaya tepkidir. Bir diğer ortak nokta ise özellikle hükümet güdümlü sendikaların bu hareketlere sıcak bakmaması, dağınık ve koordinasyonsuz olmalarıdır.
Toplu iş sözleşmesi yapılabilen yerlerde dahi kısa süre içerisinde yüksek enflasyondan dolayı ücretlerde hızlı bir erime yaşanıyor. Toplu sözleşme masası olsun ya da olmasın, ücret artışı talebi yeterli mi, ücret artışı talebinin yetersiz kaldığı noktada taleplerin içeriği nasıl genişletilebilir, nasıl bir strateji izlenebilir?
Kuşkusuz sendikal mücadelenin en önemli işlevi ücret artışı, dolayısıyla gelir paylaşımında emeğin payını artırmaktır. Yüksek enflasyon dönemlerinde ücretlerde büyük bir erime ve gelir paylaşımında emek aleyhine bir derinleşme yaşanıyor. Bütün veriler bu yönde. Öte yandan enflasyonun ölçümüne dair sorunlar nedeniyle enflasyona bağlı ücret talepleri anlamlı olmaktan çıkıyor. Öncelikle ücret artış taleplerinin resmi enflasyona endeksli olmaktan çıkarılması gerekiyor. Resmi enflasyon hapsedilmiş bir ücret mücadelesi işçi sınıfını yoksullaştırmaktan kurtaramaz. Bölüşüm ve paylaşım ilişkileri odaklı bir toplu iş sözleşmesi politikası izlemek gerekiyor. Ülkenin ekonomik büyümesinden emeğin alacağı payın artırılmasına dönük bir ücret politikasına ihtiyaç var. Resmi enflasyon endeksini takip eden ücret politikaları terk edilmelidir. Bunun için kuşkusuz öncülüğü sendikaların yapması gerekir. Ancak gerek sendikal hareketin örgütsel kapasitesi ve gerekse siyasi iktidarın güdümü nedeniyle bunu başarması zor görünüyor.
Bu nedenle geçmişin geleneksel merkezi sendikal örgütlenme ve tepkilerinin oynayacağı rolü beklememek lazım. Bunun olması iyi bir şeydir ve bunun için uğraş vermek gerek ancak küçük, yerel, dağınık olmasına bakılmaksızın işçi hareketinin tepkileri son derece kıymetli diye düşünüyorum. Merkezi koordinasyona sahip büyük hareketlenmeler yerine birbirini takip eden çok sayıda toplumsal savunma hareketleri ortaya çıkabilir. İşçi hareketinin çok katmanlı ve çok dinamikli yapısı farklı örgütlenme ve tepkileri ortaya çıkarabilir. İnsani yaşam ve çalışma koşulları için giderek büyük bir öfke biriktiğini söylemek mümkün. Bu öfkenin özellikle işsizlikle birlikte artmaya devam edeceğini söyleyebiliriz. Bu nedenle ücret talepleri kadar iş güvencesi taleplerinin de işçi hareketi açısından öneminin artacağı bir döneme gireceğimizi düşünüyorum. Bu durum işçi hareketi için bir yandan fren, bir yandan ise yeni bir olanak oluşturabilir.