Toplumsal muhalefetin kendisini birçok alanda yeniden var etmeye çalışacağı önümüzdeki dönemi bir deneme yanılma dönemi olmaktan çıkartacak olan kuşkusuz devrimcilerin neyi, neden yaptıklarını anlamlandıracakları stratejileri olacak
Toplumsal muhalefetin kendisini birçok alanda yeniden var etmeye çalışacağı önümüzdeki dönemi bir deneme yanılma dönemi olmaktan çıkartacak olan kuşkusuz devrimcilerin neyi, neden yaptıklarını anlamlandıracakları stratejileri olacak
“Düşünün, bir merminin fiyatı nedir? Benim Mehmet’imin giyinip kuşanması ve teröristlere karşı verdiği bu mücadelenin bedeli nedir? Siz daha hâlâ kalkıyor, ‘patates, soğan, domates, sivri biber’, bunları konuşuyorlar.”
Bu ifadeler 1919’da Kurtuluş Savaşı sırasında ya da 1923’te yeni bir devletin kuruluş aşamasında kullanılmış değil, Erdoğan’ın yerel seçim startı verdiği Sivas’taki konuşmasından. Belediye başkanlıklarını kazanmanın onun için önemi malum. 16 Nisan referandumu ile sağladığı anayasal dayanağı kullanarak kendisini 24 Haziran’da “başkan” seçtirmişti. Şimdi bu “yeni rejim”in yerel ayaklarını, “yeni üstyapı”nın, yani Saray’ın ihtiyaçlarına göre şekillendirmek zorunda.[1]
Ancak yerel seçimlerde “seçmen davranışı”nın genel seçimlere göre farklılık gösterdiği tarihsel deneyimle biliniyor.[2] Bu farklılığın nedenleri; yerel adayın özellikleri, yerele önerilen projelerin cazibesi olabilirken, ülkenin siyasi iktidarını değiştirmeyeceğinden iktidardakileri daha önce desteklemiş olanların seçim tavrını değiştirmesinin çok daha mümkün olmasıdır. Özellikle ekonomik sorunların had safhaya çıktığı dönemlerde, seçim analistleri bu tercih farkını yönetenlere “ders verme” olarak okuyorlar.
Dolayısıyla seçim deneyimi en fazla olan politikacı Erdoğan’ın bu durumdan çıkardığı ders mümkün olduğunca “yerel”e inmemek (anlaşılan bu dönem Kanal İstanbul gibi yeni absürt projeler de üretememiş) ve mümkün olduğundan daha çok siyaseti “yüksek perde”den yapmak.
Yine daha önceki deneyiminden biliyor ki, gerici halkın okşanan “fetih dürtüsü” işe yaramıştı. O yüzden Suriye’de şansını sonuna kadar kullanmaya çalışacaktır. Burada önemli olan hem sahada hem de masada kalmaya devam etmek. O yüzden 14 Şubat’ta Rusya ve İran’la yapılacak pazarlık önemli olacak. Diğer yandan sahada ve masada kalmak için dünün “Esed”i, bu dönemin Esad’ı olmaya başladı. Suriye istihbarat şefi Ali Memlük, ocak ayında Türkiye’yi ziyaret etti ve Türk mevkidaşları ile çeşitli görüşmeler gerçekleştirdi.[3] Açıktır ki Erdoğan’ın yerel seçimlerde başarı yakalaması için Suriye konusu 31 Mart’a kadar mutlaka gündemde kalmalı ve hatta yeni bir “başarı masalı” yazılmalı.
Bu arada mart ayı içinde planlanan büyük nümayişlerden birinin 18 Mart olacağı rahatlıkla görülebilir. Hem Afrin’in TSK ve ÖSO tarafından ele geçirilmesinin yıldönümü hem Çanakkale Deniz Zaferi’nin. Ayrıca mart ayı içinde açılacak olan 3. havalimanı da seçim sandığında üzerine düşeni yapacaktır.
Ancak halkın gerçek gündemine tamamen sırt dönmek olmaz. Damat Albayrak’ın dediği gibi “gıda terörü” yapanlarla da mücadele etmek gerek. Sanki bu ülkede daha önce aracısı, nakliyecisi, halcisi yokmuş gibi ve AKP döneminde “al-satçılar” en büyük palazlanmayı gerçekleştirmemiş gibi yeni teröristler imal edilmek zorunda kalınır. Kabul etmek gerekir ki -bu büyük ölçüde muhalefetin başarısızlığıdır elbette- Erdoğan, şu anki ekonomik krizin tek sorumlusu olmasına rağmen kriz karşısında çözüm “üreten” tek şahıs pozisyonunda görülüyor. AKP kitlesinin tamamı “enflasyonla topyekûn mücadele, %10 indirim ve tanzim satış mağazaları”nı Erdoğan’ın halktan yana çözüm önerileri olarak değerlendiriyor. Her ilçenin merkezine konan (ve 2,5 ay süreyle kalacak olan) tanzim satış noktaları, birer AKP seçim standı olarak işlevlenirken CHP’lilere düşen “mundar” demek.
Başını “CHP aklı”nın çektiği düzen içi muhalefet; ideolojik sınırları, kullanılacak araçları ve uyulacak kuralları Erdoğan’ın belirlediği bir siyasal düzlemden vazgeçmemekte/vazgeçememektedir. Bu durum bir yandan statükosunu korumakla yetinen siyasal öznelerden kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte asıl olarak “yeni rejim”in, seçimlerde %50’lik oy desteğini bir şekilde tutturarak engelleneceğine ilişkin bir hayalden beslenmektedir. Kendi içinde bile mantık sınırlarını zorlayan bir akıldır bu. Daha önce AKP’ye oy vermiş bir kitleden oy alabileceğini varsaymaktadır. O halde soru şudur; daha önce AKP’ye oy verenler şimdi neden CHP’ye ya da Millet İttifakı’na oy versin? Aday farkı mı? Ekrem İmamoğlu’nun Binali Yıldırım’dan, Mansur Yavaş’ın Mehmet Özhaseki’den farkı nedir? Mehmet Fatih Bucak’tan Alper Taş’a uzanan aday yelpazesi açıldığında hangi rüzgâr oluşacaktır? Yerel yönetim modeli farkı mı? CHP ya da HDP, AKP’ye alternatif oluşturacak ve yoksul, emekçi halk için görünür olan bir yerel yönetimi, şimdiye kadar ellerinde tuttukları bir belediyede hayata geçirebilmiş midir? Bu sorulara makul mantıklı yanıtlar üretmeden %50 hayali kurmak, yılbaşında bilet bile almadan büyük ikramiye hayali kurmaya benziyor.
Bu muhalefet tazının iflas ettiği, hâlâ inanmayanlar için de yakın gelecekte iflas edeceği açık. Erdoğan’ın %50’lerde durmayı değil, kendisi için zorunlu olan %60’ları, hatta %70’leri hedeflediği bir iktidar modelinde Sarıgülvari bir tarzla ayakta durulamaz.[4] Hele hele yeni rejimle uzlaşmaya çalışan (İmamoğlu gibi), onun kanatları altında göstermelik de olsa muhalif kimliğini koruyabileceğini sanan (Fazıl Say gibi), onun bir şekilde “doğru yolu” bulacağını uman (Ertuğrul Özkök gibi) ve hatta kendi aklını ona katarak kimlik edinmeye çalışan (Metin Feyzioğlu gibi) zihniyetlerden arınılmadığı ölçüde de ilerlenemez.
Büyük zaferler anlık yenilgi ya da anlık kazanımlarla sağlanmıyor. Tarih de sadece başarılar ya da yenilgilerden oluşmuyor. Açıktır ki önümüzdeki dönemin toplumsal muhalefet hareketi, geçmiş deneyimlerimizden farklılıklar taşıyacak. Dün olanların bir kısmı gelecekte olmayacağı gibi, dün olmayanların önemli bir kısmı da gelecekte olacak. Kuşkusuz önemli olan bugün yaptıklarımızı geliştirerek ileri taşımak.
İlerleme konusunda Türkiye toplumsal muhalefetinin kadın hareketini takip etmesinde fayda var. Kadınlar taş üstüne taş koyarak ilerliyor. 25 Kasım’da zorlanan polis barikatları, devamında Türkiye çapında bir arada hareket etmenin zemininin oluşturulması için yol arayışları… Şimdi de bugünden 8 Mart’a ve sonrasına giden bir mücadele sürecinin startı verilmiş durumda. Öyle ki adli tıpçısından savcısına tam bir suç şebekesiyle örtbas edilmeye çalışılan Şule Çet davası kadın hareketinin sahiplenmesiyle toplumsal bir davaya dönüştü ve bundan sonra da kadın hareketinin peşini bırakmayacağı davalardan biri olacak. Aşkla gizlenen eşitsizliklerden gündelik hayattaki erkek şiddetine, kriz koşullarında iyice görünmezleşen kadın emeğinden kazanılmış hakları geri almaya çalışan her türlü yasal düzenlemeye kadınlar, hayatın her alanında itirazlarını dile getiriyor. Kadın politikaları yeni rejimin en önemli ayaklarından birini oluşturuyor ancak kadınlar tehlikenin farkında ve ne Erdoğan’la simgeleşen faşizmle uzlaşmaya ne de kazanılmış haklarından vazgeçmeye niyetli. Bu direngenliği daha örgütlü ve topluma yayılan bir hale getirmekse devrimci kadınların önünde duran öncelikli görev.
Toplumsal muhalefetin kendisini ilerletmeye çalıştığı, birçok alanda yeniden var etmeye çalışacağı önümüzdeki dönemi bir deneme yanılma dönemi olmaktan çıkartacak olan kuşkusuz devrimcilerin neyi, neden yaptıklarını anlamlandıracakları stratejileri olacak. Açıktır ki, CHP’nin parti içi iktidar öbeklerinin ihtiyaçlarını önceleyerek oluşturduğu aday tercihleri seçimden sonra birtakım siyasal sonuçlar doğuracaktır. Benzer biçimde HDP’nin, AKP karşıtlığından kaynaklanmış olsa da CHP adaylarına üstü örtük ya da açık vereceği desteğin “etkisi” 31 Mart akşamıyla sonlanmış olmayacak. Ve kuşkusuz şimdiye kadar sol adına siyasal arenada kimlik kazanmış şahsiyetlerin CHP listelerinden başkan ya da meclis üyesi adayı olmaları (kazansalar da kaybetseler de) siyasal (ve kültürel) sonuçlar yaratacaktır.
Elbette sosyalistlerin seçim sürecinde örgütleyecekleri siyasal mücadelenin, iktidarın yarattığı yoksulluk ve işsizliğin fotoğrafına dönüşen kuyrukların işaret ettiği çelişkilere müdahalelerinin, örgütlenme ve direnme potansiyelini harekete geçirmeye ilişkin somut pratiklerinin sonuçları da belirleyici olacak.
Bu sonuçların kendiliğinden süreçlere bırakılmaması, tam tersine önümüzdeki dönemin toplumsal muhalefet hareketine bir katkı sağlanması devrimcilerin stratejik planlarındaki yerlerine ve asıl olarak mücadelenin sürekliliğine bağlı olacaktır.
Dipnotlar:
[1] İstediği sonucu elde edemezse “yeni rejim”in büyük bir krize gireceğini iddia etmek doğru olmaz. Ancak “darbe” alacağı ve Erdoğan’ı yeni modeller bulmak zorunda bırakacağı beklenmeli. Böylesi bir durumda “yeni modeller”in ne olacağı da aşağı yukarı belli; valilik mekanizmasının değiştirilmesi, ilçe belediyelerinin kaldırılması, belediye başkanlıklarının yetki ve görevlerinin sınırlandırılması ilk sayılabilecekler.
[2] 2009 yerel seçimleri AKP’nin en az oy aldığı seçimler olmuştu.
[3] Ayrıca, “Türk ve Suriyeli yetkililer Moskova’da bu hafta yeniden görüştüler ve PKK’nin iki ülke arasındaki sınır bölgesinden çıkarılması ve Kuzey Suriye’de yeniden Suriye bayrağının asılması konusunda mutabık kaldılar” iddiası da yeni servis edilen bir not.
[4] Hatırlanacağı gibi Sarıgül, yıllarca Şişli’de belediye başkanlığı yaptıktan sonra İstanbul’a belediye başkan adayı olmuş ve ağır bir hezimet yaşamıştı. Şimdi tekrar “eski çöplüğüne” dönme mücadelesi veriyor. Bu tarzın ülke ölçeğindeki karşılığı; ülkenin genelini Erdoğan’a bırakan CHP’nin ve HDP’nin kendi alanlarını korumaya çalıştığı bir gelecek öngörüsüdür.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.