Gücümüz haklılığımızdan, diktatörlüğe karşı bu ülkenin çoğunluğu olmamızdan, mücadele geleneğimizden ve mücadeleyi sürdürme kararlılığımızdan gelmektedir
İktidarın savaş uçakları, tankları, cihatçı çeteleri vardır ama yetmemektedir. Gücümüz haklılığımızdan, diktatörlüğe karşı bu ülkenin çoğunluğu olmamızdan, mücadele geleneğimizden ve mücadeleyi sürdürme kararlılığımızdan gelmektedir. Gücümüz sesimizi yükselttiğimizde; bu halkın dilsiz, savunmasız, örgütsüz, seçeneksiz olmadığını gösterdiğimizde görünmektedir
Tek Adam’a bir savaş gerekiyordu ve nihayet onu da çıkardı. Bu savaş bir yurt savunması değil diktatörlüğü inşa savaşıdır. Saray’a savaş kararı aldıran güvenlik tehdidi Afrin-Türkiye sınır hattında değil, Türkiye-Beştepe sınır hattında yaşanmaktadır.
Afrin sınırında Türkiye’ye yönelik bir güvenlik tehdidi mi var? Aksine, bu hat Suriye savaşı boyunca en sorunsuz bölgeler arasındaydı. Sorun Saray’ın sınırlarında. OHAL ve KHK rejimi sınırlarına dayandı. TÜSİAD “OHAL bir daha uzatılmamalı” diyor. Gül ve Arınç’tan Akşener’e, Saadet Partisi’nden Perinçek’e geniş bir sağ yelpaze itirazlarını çoğaltıyor. Sağın birlik ve bütünlüğü tehlikede. Anayasa Mahkemesi, OHAL sonrası hukuksuzluklarına sessiz onay pozisyonundan itiraz pozisyonuna geçiyor. Devletin iç uyumu da tehlikede. Sözün özü, kontrgerilla içi mutabakat tehlikede…
Gelelim bizim tarafa. Halk muhalefetini bastırmak için devreye sokulan aygıtlar geleneksel örgütlü yapıları hareketsizleştirmeyi büyük ölçüde başarmışsa da, başta işçiler ve kadınlar olmak üzere halk kesimlerinin durmaya, susmaya niyeti yok. İşsizlik, enflasyon, ağır sömürü koşulları, geçim sıkıntısı, gericilik, kadın düşmanlığı, sistematikleşen çocuk istismarı karşısında özellikle emekçilerden ve kadınlardan gelişen itirazlar iktidarın meşruiyetini ve yönetme ehliyetini geniş kitleler nezdinde tekrar tekrar sorgulatıyor. TBMM önünde “Geçinemiyorum” diyerek kendini yakan, İŞKUR önünde “Açım, aç işçi!” diye bağıran, “taşerona kadro” sözünün kamudaki bütün taşeron işçiler için tutulmasını isteyen, Türk Metal’e bile grev kararı aldıran işçiler, AKP tabanındaki fay hatlarını da harekete geçiren bir dinamiğe işaret ediyor. Kadın ve çocuk düşmanı politikalar karşısında en cesur talepler ve en kararlı eylemlerle dikilen kadınlar, AKP’nin savunma hatlarını hiçbir muhalefet gücünün yapamadığı şekilde yaran ve yine AKP tabanındaki fay hatlarını harekete geçiren bir dinamik olarak Tek Adam yönetiminin “güvenliğini” tehdit ediyor. Buna her bir yasağın ve yağma politikasının karşısında gelişen direnişlerin doğrudan Tek Adam rejimini sorgulamaya yönelmesini de ekleyebiliriz. Antalya’da Konyaaltı Sahili’nin yağmalanmasına karşı gelişen tepkiden Artvin’de “Sadece Diktatör” oyununun yasaklanması karşısında Halkevcilerin direnişi ile başlayıp önce kente ve ilçelerine, sonra da yasaklarla birlikte Türkiye geneline yayılan direnişe kadar…
Evet, yukarıdan aşağıdan basınçlar altında memleketi OHAL ile dahi yönetemeyeceği bir noktaya sürüklenen Tek Adam’a bir savaş gerekiyordu. Peki ama yetecek mi?
Evvela Erdoğan’ın hakkını teslim edelim. İlk aşamada da olsa savaş sanatını iyi oynadı: “Kendi saflarını birleştir, karşı safları parçala ya da etkisiz bir pozisyona sürükle.” Savaşın başlamasıyla birlikte Erdoğan, bütün sağı ve de CHP yönetimini arkasında topladı. Yani jetler Afrin’i bombaladı ama teslim alınan egemen siyaset oldu. Abdullah Gül’le birlikte hareket ettiği söylenen iki isim iki ayrı taktikle hedef alındı. Anayasa Mahkemesi’nin eski başkanı Haşim Kılıç, oğlu hakkında FETÖ’cülükten yakalama kararı çıkarılarak itibarsızlaştırma operasyonuna hedef oldu. Bu hamle aynı zamanda Erdoğan’ın canını sıkacak bir karara imza atan Anayasa Mahkemesi’nin mevcut üyelerine de gözdağı olarak yorumlandı. Erdoğan’ın başbakanlık koltuğundan indirip kızağa çektiği Ahmet Davutoğlu da mimarı olduğu Suriye siyasetinin devamı niteliğindeki bu savaşla birlikte yine Erdoğan tarafından davet edilip, vitrine çıkarıldı. Davutoğlu 30 Ocak’taki grup toplantısında Erdoğan’ın yanındaydı. Bu esnada Erdoğan’ın mutlak kontrolünde olmayan İslami cemaatlere operasyon da başladı. Muhalif bir çizgi izleyen Furkan Vakfı yöneticileri gözaltına alındı, vakıf kapatıldı. Erdoğan’ı desteklese bile devlet (özellikle yargı) içinde ayrı bir etki alanı ve ilginç uluslararası bağlantıları bulunan, hayli itibarsız Adnan Oktar ekibi de Diyanet açıklamaları ile hedefe kondu. Görüldüğü kadarıyla AKP bu savaşta kendi arka bahçesini temizlemeye öncelik veriyor.
CHP ise kendi kendine operasyon çekerek Erdoğan’a zahmet vermiyor. Ülkenin değil Saray’ın çıkarları doğrultusunda başlatılmış, TSK’nin ÖSO adındaki El Kaide türevi mezhepçi canilerle birlikte hareket ettiği bu gayri meşru savaşa tam destek açıklayan CHP yönetimi, her koşulda kaybeden olmayı garantilemiş durumda.
Erdoğan’ın egemen siyaset sahnesinde elde ettiği başarıyı askeri anlamda elde ettiğini söylemekse mümkün değil. Türkiye’nin 200’de 1’i büyüklüğünde bir bölgeyi bir günde 72 savaş uçağıyla bombalayarak, sınırda tanklardan adeta duvar örerek, on binlerce cihatçıyı sınıra yığarak yapılan şov Türkiyeli izleyiciyi etkilemiş olabilir. Ancak gidilen yol bir arpa boyu, maliyetli ve sonu belirsiz.
Aslında uluslararası alanda operasyona mutlak bir destek ve onay sağlanmış değil. Hava sahasını açan Rusya bile operasyona destek gibi bir açıklamalarının olmadığını, operasyonda sivillerin de yaşamını yitirdiğini, Şam yönetiminin girişimlerini destekleyeceklerini söylüyor. Ki Şam da operasyonu “işgal” olarak tanımlayıp askeri yanıt verme hakkına sahip olduklarını belirtiyor. Fransa en açık itirazla bölgede Türkiye işgaline karşı olduklarını belirtip, NATO’nun operasyona tavır alma konusunda netleşmesini istiyor. İşin aslı, AKP bölgede yerel güçler ve uluslararası güçler arasında pazarlıkların devam ettiği bir anda askeri müdahale olanağı yakaladı. Şimdilik itiraz etmeyenler, bu operasyonu pazarlık masasında karşıda oturanlar üzerinde bir basınç olarak değerlendiriyorlar. Pazarlıklar sonuçlandığında Türkiye ummadığı darbelerle karşı karşıya kalabilir. Hele de yanına El Kaide türevi cihatçıları almış, uluslararası güçlerine eline böylesi bir koz vermişken. Savaşın uzun süre devamına izin verilse bile AKP’nin sınırsız hareket kapasitesine ve avantaja sahip olduğu söylenemez. Savaşın uzaması halinde fatura ağırlaşacak, her gün zafer haberleri veren ekranlar da bir işe yaramayacaktır. Şimdi en avantajlı yerde durduğunu sanan savaş ittifakı bu ağır faturayla yüzleşecek ancak bu arada halkı da ağır bir yıkımla karşı karşıya bırakacaktır.
Yine dönelim bizim cepheye. Diktatörlüğe karşı duran muhalefet güçleri ağır baskılarla karşı karşıya oldukları ve en zayıf göründükleri anda dahi Gül gibi, Akşener gibi, CHP yönetimi gibi kolay lokma olmamıştır. Sosyalistler, aydınlar, emek ve meslek örgütleri bu savaşın Türkiye’yi savunmak değil teslim almak için çıkarılmış bir diktatörlüğü inşa savaşı olduğu gerçeğini söylemiş, ülkeye sahip çıkmak ve diktatörlüğü durdurmak için savaşa karşı çıkma çağrısı yapmıştır. Medyanın susturulduğu yerde kahve, metro, otobüs konuşmalarıyla; basın açıklamasının yasaklandığı yerde fiili/spontane eylemlerle; tutuklanma tehdidine rağmen “barış” demekten vazgeçmeyerek Saray’ın savaşına itiraz yükseltilmiştir. Yükseltmeye devam edecektir.
Bu atmosferde Barış Atay’ın “Sadece Diktatör” oyununun tiyatro sahnelerinde yasaklanması karşısında, Türkiye çapında muhalefet güçleri oyunu seslendirerek bir başka direnişle dikilmiştir iktidarın karşısına. Türk Tabipleri Birliği’nin savaşa karşı yaşamı savunan açıklaması karşısında Erdoğan’ın gösterdiği reaksiyon ve devamında TTB Merkez Konseyi üyelerinin gözaltına alındığı operasyon, yine toplumsal muhalefetin geniş tepkisi ve hekimleri sahiplenmesi ile karşılanmış, “savaşa karşı olmanın” yasaklanması bir başka tepki düzlemini açığa çıkarmış, bu ülkede özgürlüğü savunmak için dahi savaşa/savaş haline karşı olmanın zorunluluğu açığa çıkmıştır. “Barışı savunmak suç değildir” diyenlerin yoğun tepkisi, Kılıçdaroğlu’nu TTB bildirisini kürsüden okumaya zorlamış, savaşın haksızlığını ve Erdoğan’ın gerçek niyetini dost düşman görmüştür. Devrimciler, barış hakkını, savaşa karşı çıkma hakkını savunmaya ve diktatörlüğün değirmenine su taşıyan bu savaşa karşı yaygın bir halk tepkisi örgütlemeye devam edecektir.
Savaş atmosferiyle gürültüye getirilmeye çalışılsa da işsizlik, ağır sömürü ve enflasyon sorunu yakıcılığını korumakta, kent ve doğa yağması sürmekte emekçilerin tepkisi engellenememektedir. Bir işçi daha kendini yakmış, bir başkası intihar etmiş, metal işçisi hak mücadelesinden vazgeçmemiş ve kazanım elde etmiş, 3. Havalimanı’nda işçiler ağır çalışma koşullarına isyan edip iş bırakmış, Eskişehir’de ve Trakya’da termik santrallere karşı halk direnişi devam etmiştir.
İktidarın savaş uçakları, tankları, cihatçı çeteleri vardır ama yetmemektedir. Gücümüz haklılığımızdan, diktatörlüğe karşı bu ülkenin çoğunluğu olmamızdan, mücadele geleneğimizden ve mücadeleyi sürdürme kararlılığımızdan gelmektedir. Gücümüz sesimizi yükselttiğimizde; bu halkın dilsiz, savunmasız, örgütsüz, seçeneksiz olmadığını gösterdiğimizde görünmektedir. Siyasetin yukarılarında oluşan “milli” maskeli ikiyüzlü ve kirli mutabakatı dağıtacak olan, savaşı ve diktatörlüğü durduracak olan, yeni bir Türkiye kuracak olan da bu güçtür.
Yalanlar karşısında halkın susmasını istedikleri yerde, gerçekleri haykıracak, bu halkın dilsiz olmadığını göstereceğiz.
Zoru gösterip sinmesini istedikleri yerde, halkın savunmasız olmadığını göstereceğiz.
“Bu dönemi sessizce atlatma” yanılgısına kapılmayacak, örgütlerimizi işlevsizleştirmeyecek, halkı örgütsüz bırakmayacak, zor koşulların gereğine göre örgütleneceğiz.
Diktatörlük karşısında bir direniş hareketi kuracağız!
Erdoğan’ın kendini egemenlere tek seçenek olarak dayattığı yerde halkın çıkarları doğrultusunda kendi seçeneğimizi yaratacağız!
Eşitlik, özgürlük, laiklik, barış, yurtseverlik, insanca yaşam ilkelerini esas alarak yeni bir Türkiye kuracağız!
Bu yolda, içeride, dışarıda, derste, sırada, mahallede, işyerinde, sokakta direnenler kazanacak…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.