Şırnak miting kürsüsünde ona sarılmaya çalışan tek bir kişiyi iterken Tek Adam’ın yüzünde, halktan duyduğu korkuyu gördük
Şırnak miting kürsüsünde ona sarılmaya çalışan tek bir kişiyi iterken Tek Adam’ın yüzünde, halktan duyduğu korkuyu gördük
Reina Katliamı… 20 gün sonra da Meclis’ten geçirilen Anayasa değişikliği önerisi… Böyle başladı 2017. “İç savaş” KHK’si olarak anılan 696 sayılı KHK ile de bitiyor. Geçtiğimiz yılı böyle okumak mümkün. Olgular doğru mu? Evet. Yılın böyle özetleyebilir, “yeni yıla” güzel “muhalefet” günlerine ağıt yakarak girebiliriz.
Ama biz devrimci olanaklara odaklanarak yılı başa saralım. Reina Katliamı’nın hemen ardından Okmeydanı’nda bir kahvede devrimcilerin “Gericiliğe karşı yükseltilmesi gereken bayrak laikliktir” sözü ve gericilere, faşistlere, başkanlık sevdalılarına karşı direniş çağrısı ile başladı 2017.
Zor tekelini elinde bulunduran; ülkeyi OHAL ve KHK rejimi ile yöneten; gözaltı, tutuklama, işkenceyi “olağanlaştıran” Erdoğan iktidarı karşısında Tek Adam rejimine “Hayır” diyen milyonların referandum seferberliği ile sürdü. Gayri meşru referandum sonucuna karşı eylemler, “Adalet” diyerek iktidara karşı yollara düşen onbinler, sokaktan geri çekilmeyi, Tek Adam’ın/erkek egemenliğinin hapishanesine tıkılmayı reddeden kadın hareketi, OHAL düzenine karşı direnişin simgelerinden birine dönüşen Yüksel Direnişi ve bunlara eklenen irili ufaklı eylem ve direnişlerle yıl devam etti. Yaşananların hepsini saymamız mümkün değil. Sadece 2017’nin son günlerine bakalım.
Metal sektöründe yayılan işçi eylemleri, “taşerona ayrımsız-şartsız kadro” eylemleri, Sumitomo’da, Eren Enerji’de işçi direnişleri; Halkevleri’nin “Diktatörlükle yönetemezsiniz” eylemleri; “Hırsızlardan hesabı gençlik soracak” diyen üniversitelilerin eylemleri; avukatların Adalet Nöbetleri; gazeteci yürüyüşleri ve Ahmet Şık’ın iktidarı yargılayan “siyasi” savunmasının ve mahkeme heyetinin onu engellemeye yönelik çaresiz girişiminin damgasını vurduğu Cumhuriyet Davası; Barış Akademisyenleri’nin Çağlayan Adliyesi’ni günlerce “ders verme” alanına çevirerek sözlerinin arkasında duran savunmaları; Alevilerin yasaklara rağmen gerçekleştirdiği Maraş Katliamı protestoları; her gün yeni bir cinsel istismar haberinin geldiği tarikat-cemaat yurtlarının kapatılması için Bilimsel ve Laik Eğitim Hareketi’nin eylemleri; Bursa’da, Bartın’da, Tekirdağ’da, Eskişehir’de termik santrallere; Loç’ta, Tokat’ta, Uşak’ta HES’lere, Gökçeada ve Çanakkale’de madenlere, Bolu’da, Antalya’da doğanın talan edilmesine karşı halk tepkisi; bir yıldır mahkemede yapacağı savunmadan korkulan ve mahkemeye getirilmeyen Demirtaş’ın tek tip dayatmasına karşı “Bize Guantanamo’yu hatırlatanlara biz de Diyarbakır, Mamak, Metris, Ümraniye, Ulucanlar Cezaevi direnişlerini hatırlatırız. Burası ne Amerika’dır ne de Ebu Gureyb. Kimse daha fazla ateşle oynamasın” açıklaması, KHK’ye karşı eylemler… 2017 aynı zamanda böyle bitiyor. Umut tacirliği yaparak sorunları mı kapatıyoruz? Hayır. Gerçek sorunları tartışabilmek için bu topraklardaki direniş potansiyeline, direnişçi özneye gözlerimizi çeviriyoruz.
Evet karşımızda kendini katliam, şiddet, hukuksuzluk, hile ve yalanla dayatan bir iktidar ve onun karşısında da Erdoğan diktatörlüğüne “ikna edilemeyen” halk güçleri var. Onların kimi anlarda kitlesel ama çoğu zaman parçalı, tekil ya da simgesel direnişleri var. Soruyu “Diktatörlük bu eylemlerle durdurulabilir mi?” diye sorarsanız yanıt elbette “hayır” olacaktır. Soruyu “Diktatörlük, Tek Adam rejimine karşı olan halk güçlerinin potansiyelinin, bu ülkenin diktatörlükle yönetilemeyeceğini gösteren bir direniş hareketi olarak örgütlenmesi ile durdurulabilir mi?” diye sorarsanız, işte bunun yanıtının “Evet” olduğunu Erdoğan da biliyor. O bildiğinin gereğini yapıyor, sosyalistlerin yapması gereken de budur.
Erdoğan iktidarı, her an yeni bir krizle karşı karşıya kaldığı, çoğunlukla da bu krizleri bizzat yarattığı koşullarda çoğunlukta olduğu bir Meclis’i dahi çalıştırmanın, Demirtaş’ı, Ahmet Şık’ı serbest bırakmanın, OHAL’i kaldırmanın, polisi sokakta, ÖGB’leri üniversitelerde bir adım geri çekmenin, gerçekleri yayımlayan tek bir muhalif televizyonun, tek bir “adil” yargılamanın başına bela olacağını biliyor. Serbest bir seçim ortamı yaratıldığında kaybedeceğini de. Halkta, kadınlarda, gençlikte, işçilerde yoksulluğa, güvencesizliğe, yolsuzluğa, hırsızlığa, yağmaya, baskıya, itilip kakılmaya, şiddete adaletsizliğe karşı biriken öfkenin soluk alıp verilen havada titreştiğini biliyor. Peki ya halk arasındaki direnme eğilimlerine korku ve tedirginlik, 7 Haziran ve 16 Nisan deneyimlerinden çıkarılan “seçimle gitmez” bilgisinin yarattığı “çaresizlik”, siyasi parçalanmışlık eşlik etmiyor mu? Ediyor. Tek Adam bunu da biliyor. Oynadığı yer işte tam da orası. Direnme ve dayanışma eğilimlerini bastırmayı, korku, tedirginlik ve çaresizlik duygusunu ise büyütmeyi hedefliyor. Aynı anda da motivasyonu düşüklüğünden mustarip kendi tabanını seferberliğe hazır tutmaya çalışıyor.
Son KHK’lerde yer alan, “sivil kişilerin,” “darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması fiilleri nedeniyle sorumluluğu olmayacağına” ilişkin maddenin amacı da açık. “Siviller” 15 Temmuz’da iktidarın iddia ettiği gibi kendiliğinden bir “sivil inisiyatif” olarak değil, Erdoğan’ın emri ve “resmi ve sivil” kontrgerilla unsurlarının yönlendirmesi ile harekete geçmişti. AKP cezasızlık vaadinde bulunarak, bu toplulukları, bir daha “çağrıldıkları anda” tereddüt etmeden ve genişleyerek harekete geçmeleri konusunda cesaretlendirmeyi hedefliyor.
Bu düzenleme bir yanıyla, muhalefeti Tek Adam’ın tek lafı ile “darbe girişiminin” ve “terör eyleminin” uzantısı ilan edilebilecek her tür eylem ve etkinlikten geri çekilmeye zorlayan bir gözdağı. Ama aynı zamanda Erdoğan’ın kontrgerillanın birliğini sağlamakta yaşadığı krizin ve bu krizin sona erdirilememesi durumunda olası “karşı hareketlenmeler”den duyduğu endişenin de göstergesi. Cezasızlık güvencesinin daha önce bir başka KHK ile resmi güçlere verildiğini, Erdoğan’ın kendisine bağlı, ordu-polisin doğrudan içinde ya da doğrudan onunla birlikte hareket eden özel bir örgütlenme yaratma heveslisi olduğu unutulmamalı. KHK sonrası sosyalist sol güçler dışında TÜSİAD’dan Abdulah Gül’e, Meral Akşener’den AKP’li köşe yazarlarına kadar uzanan tepki de Tek Adam diktatörlüğü dayatması ile “ateşle oynayan” kişiye, ateşin kimi yakacağının belli olmadığına yönelik bir uyarıdır. Kişiselleşmiş ve iktidarı kaybetmektense ülkeyi bir tür iç savaşa götürmeyi göze alacak bir Tek Adam diktatörlüğünün egemen sınıfların tüm kanatlarının “ortak programı” olmadığı açıktır. Ancak Erdoğan, bu KHK konusunda atacağı bir geri adımın hem güvencesiz bırakılan kontrgerilla unsurlarını ve aktifleştirmeye çalıştığı tabanı tedirgin edeceğini hem de dört koldan büyüyen “OHAL kaldırılsın” söylemini güçlendireceğini bilmektedir.
Sonuçta Erdoğan’ın adımları karşısında yapılması gereken “iç savaş” yaygarası kopararak kitle pasifikasyonu değirmenine su taşımak değil, “OHAL ve KHK’lerle” bu ülkeyi yönetemeyeceklerini gösteren ve faşizm karşısında güven veren bir mücadele çizgisi yaratmak; halkı diktatörlük karşısında ve onu engelleyecek asli güç olarak örgütlemeyi planlamaktır.
***
Erdoğan iktidarının tek gerçek “istikrarlı” faaliyeti halka yönelik şiddettir. Siyasetinin aktüel akışı ise bir tür türbülans içindedir. Erdoğan bir anda Trumpçılıktan Trump karşıtlığına, “Atatürkçü”den “Kudüs İslam’ındır” diyen İslamcıya dönüşüvermektedir. Ama ne çakma “anti-emperyalizminin” ne de çakma “anti-Siyonizm’in” gereğini yapabilmekte, Zarrab davasından Man Adası belgelerine, kendi yarattığı çamurun içinde debelenmektedir. “İhya” dönemi olarak geçireceğini ilan ettiği ve halkı ikna etmeye yönelik seçim yatırımı yapacağı 2018 yılının bütçesinde asıl yatırımı, halka vergi yükü bindirerek savunma ve güvenlik alanına ayırmaktadır ki bu artışta ABD’nin Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’nde “düşman” olarak tanımladığı Rusya’dan almayı planladığı S400’lerin etkisi vardır. Güvencesizler hareketinin ülkenin ve iktidarın gündemine soktuğu “taşerona kadro” talebine ilişkin düzenlemeyi Meclis’ten kaçırarak KHK ile yapmıştır, ancak düzenlemede getirdiği haklarından vazgeçme, sınav ve güvenlik soruşturması şartları ve kapsam dışı bırakılan emekçiler “KHK düzeninin” meşrulaştırılmasına değil, sorgulanmasına yol açmakta ve en az “memnun ettiği” kadar memnuniyetsiz bir topluluk yaratmaktadır. OHAL ve KHK düzeninin gayri meşruluğu giderek büyümektedir. “Ekmek davası” sloganları atan Posco işçisi, önüne dikilen polis barikatının OHAL barikatı olduğunu, Loç köylüsü kendilerini “terörist” ilan edildikleri, Tek Adam’ın tek karar verici olduğu bir düzende vadilerini koruyamayacaklarını bilmektedir. Taşeron işçi KHK ile verildiği söylenen hakkın bir başka KHK ile alınabileceğini, halkın azımsanmayacak kısmı KHK ile gelen “cezasızlık” kararının can güvenliğine tehdit olduğunu bilmektedir. OHAL ve KHK düzeni ile gidilecek bir seçimin sonucunu Erdoğan’ın belirleyeceğini bildiği gibi. Sorun bu bilgiyle korkuyu değil, direnişi örgütleyen bir bilinci nasıl oluşturacağımızdır.
İşini, aşını, doğasını, eğitimi, sağlığı, kentini, çocuklarını, özgürlüğünü, laikliği, barışı savunanların parçalı, tekil ya da simgesel direnişlerini; an itibari ile aktif sokak direnişinde yer almasa da Tek Adam diktatörlüğüne karşı olanların potansiyelini de harekete geçiren; sandığın da ancak sokaktan, halk örgütlülüğüne dayanan bir mücadele ile kuşatılabileceğini gösteren birleşik bir direniş hareketine dönüştürmek bugünün devrimci görevidir.
Bu “fikri” örgütlemek; diktatörlük ile halk arasındaki çelişki nerede beliriyorsa orada harekete geçmeden, halkla canlı, sahici bir ilişki zemini kurmadan ve her tür zeminde kurulan ilişkileri örgütlü hale getirerek bugünün faşizme karşı mücadele görevleri doğrultusunda derinleştirmeden mümkün değildir.
Eğer diktatörlüğü durduracak bir halk örgütlenmesinden bahsediyorsak en geniş halk kesimlerini direnişe kazanacak ortak örgütlenmeler, mücadele zeminleri yaratma hedefi en baştan konulmalıdır. Ancak elbette önce mahallede, okulda, işyerinde, ilçe, il çapında Tek Adam rejimine karşı mücadelenin doğal önderleri olan ya da olabilecek, bunu geçtiğimiz dönemde Gezi’de, Hayır çalışmalarında ya da farklı gündemlerde gelişen mücadelelerde şu ya da bu biçimde göstermiş, direngen, mücadeleci unsurları aktifleştirecek, bir araya getirecek yol ve yöntemlerin, örgütlenme araçlarının, uygulanabilir, yayılabilir, sahici bir siyasal çalışma ve eylem programının yaratılması gerekmektedir.
Örgütçülük, Tek Adam rejimine karşı mücadelede temas ettiğimiz tüm halk kesimlerinin aynı şeyleri yapmasını, aynı direngenliği göstermesini beklemek değil, herkesin hareket içinde alabileceği en ileri pozisyona ilerlemesini sağlayacak bir hareket/örgütlenme planı yapmaktır. “Halk savunmasız değildir” sözü de ancak bu biçimde, sadece devrimcilerin cesaretine ya da olanaklarına işaret etmekle “sınırlı” kalmaz, “Diktatörlüğe karşı nasıl mücadele edeceğiz?” sorusuna eşlik eden “Kendimizi nasıl savunmalıyız?” sorusunu tüm mücadelelerde, halkla buluşma zeminlerinde ortaya koymak ve ortaya koymakla yetinmeden halkla birlikte yanıtlamak anlamına gelir.
Şırnak miting kürsüsünde ona sarılmaya çalışan tek bir kişiyi iterken Tek Adam’ın yüzünde, halktan duyduğu korkuyu gördük. Bir kişi değil milyonlarız. İçeride dışarıda ne tek tipe ne Tek Adam’a boyun eğeriz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.