Parlamentoda temsil ve seçim mekanizmalarının AKP eliyle itibarsızlaştırılması “düzen dışı” siyaset kanallarının geniş kitlelerce dikkate alınır hale getirilebilmesini daha mümkün hale getirmektedir
Parlamentoda temsil ve seçim mekanizmalarının AKP eliyle itibarsızlaştırılması “düzen dışı” siyaset kanallarının geniş kitlelerce dikkate alınır hale getirilebilmesini daha mümkün hale getirmektedir. Ancak bunun kendiliğinden bir sonuç olmayacağı, devrimcilerin çabalarıyla mümkün olacağını unutmamak gerekir
1 Mayıs’a katılımların geçen yıla göre iki katı veya yakın oranda artması, “hayır”ın bitmediğini, yani direnişin sürdüğünü bir kez daha gösterdi. Referandumun ardından şaibeli sonuçlara itiraz eden, Hayır Meclisleri önderliğinde organize edilen “tanımıyoruz” eylemleri “hayır”ın diğer bileşenlerinin yenilgiyi kabul eden eğilimleri nedeniyle zayıflamışken; 1 Mayıs, itirazların dinmeyeceğini göstermiş oldu. İtirazın veya diktatörlük uygulamalarına direnişin bundan sonra hangi yol ve yöntemlerle sürdürülebileceğine dair yoğun tartışmaların yaşanacağı bir dönem de başladı. Bu tartışmaların iktidarı ile, düzen içi ve dışı muhalefeti ile tüm kesimlerde ciddi dönüşümleri dayatacağı açıktır. Çünkü yeni rejim iddia edildiği gibi sadece hükümet sistemi değişikliğinden ibaret değil; hukuk, egemenlik ilişkileri, devletin fiili yapılanması dahil her alanda değişiklikler dayatacaktır.
Dönemin temel belirleyeni doğal olarak Erdoğan’da şahsileşmiş iktidar gücüdür. Erdoğan’ın bunu nasıl şekillendireceği diğer siyasal yapıların da tamamını etkileyecektir, zira parlamenter muhalefette bu inisiyatifi elinden alacak bir aktörün olmadığı referandum sonuçları karşısındaki tutumlardan da anlaşılmaktadır. Erdoğan, zaten hiç ayrılmadığı, Gül ve Arınç’ı da uzaklaştırdıktan sonra tek başına yönettiği AKP’ye yeniden üye olarak süreci başlattı. Süreci iki kanaldan ilerletecek. Devletin yapılandırılmasına dönük hazırlık adımları ve seçimlere hazırlık.
Devleti yapılandırırken Fethullah ile kurduğu ortaklıktan dersler çıkartarak hiçbir hizbe, partiye, tarikata kadrolaşmada ağırlık şansı tanımayacak, hepsine küçük paylar vererek kendisi karşısında güç olmaları riskini asgariye indirmeye çalışacak; çünkü kendi kadrosu yok denecek kadar azdır ve çoğu güvenemediği devşirmelerdir. Etrafındaki İslamcı yapıların kıran kırana kapışmaları, küsmeleri, umutsuzluğa düşmeleri, diğer yandan devşirmelerin sadakat çırpınışları, Perinçek’in Erdoğan’a yanaşmaya çalışması “dağıtılan” kadrolaşmadan pay alma heveslerinin sonuçlarıdır. HSK atamaları elini önemli oranda rahatlatacak, FETÖ’cülere iş gördürmekten kurtulacaktır. YSK’de FETÖ tasfiyesi yapılmamış olmasının nedeni, referandum sonuçları üzerinde oynadıkları rolü ortaya koymaktadır: “Ya hapse gideceksiniz ya da sadakatinizi ispat edeceksiniz!”
Erdoğan’ın AKP’nin başına geçmesi ise parti devleti inşası açısından kritik önem taşıyor. Artık devlette “çalışmak” için AKP’li olmak bir zorunluluk haline gelecek. Son atanan bin 341 hakimin tamamına yakınının AKP’li olması ve aslında atanacak sayının bin 500 olmasına, 4 bin kişi başvurmasına ve 70 puanlık baraj kaldırılmasına karşın yazılı sınava katılan o kadar AKP’li hakim adayı bulunamadığından eksik atama yapılması pervasızlığın boyutunun göstergesidir (Barış Yarkadaş’ın soru önergesi). AKP’nin 21 Mayıs kongresinden sonra yenileyeceği bakanlarla AKP hükümeti artık bir seçim hükümeti olarak çalışacak, normal olarak Kasım 2019’da yapılması gereken genel seçimin, Erdoğan’ın kendisini en avantajlı gördüğü bir zamana çekilmesinin de koşulları tamamlanmış olacak.
CHP ise bir kez daha inisiyatif alamamanın sancılarını yaşamaya başladı. Meşruiyetini tanımadığı bir anayasa değişikliğine karşı direnişe geçmeyerek, aksine kitlelerin direnişini bulandıracak demagojilere çanak tutarak, kendisini kaderini hileli seçimlere bağlamış ve halk nezdinde ne yapacağını bilmeyen güvenilmez parti konumuna düşürdü. Oysa şaibeli sonuçları tanımayan kitlelerle buluşabilir, parlamentodan çekilme, ara seçimleri boykot, erken seçimi zorlama dahil çeşitli taktiklerle, iktidarı zorlayabilir, inisiyatifi Erdoğan’ın elinden alan hamlelerle “hayır” oyu vermiş kesimleri de toparlama olanağı yakalayabilirdi. Oysa şimdi bırakın “Tek Adam’a karşı demokrasi” asgari paydasında buluşabilecek yüzde 50’lik kesime güven verebilmesini, iç çalkantılarla boğuşan bir partidir artık.
Kılıçdaroğlu’nun ana muhalefet partisi olarak izleyegeldiği ikircikli siyaset, AKP’nin gündem belirleme inisiyatifini kolayca alabilmesine olanak sağlamaktadır. Referandum sonuçlarını tanımayacağını söyledikten sonra, önüne Erdoğan’ın şartlarını ve zamanını belirlediği sıradaki seçimlere hazırlanmayı hedef göstermek “Tanımıyoruz” sözünü çürütmekten başka bir sonuç üretmemektedir. CHP’deki parti içi muhalefetin aktörleri de farklı bir tablo sergileyememektedirler. Her biri sonuç olarak iktidarın “kuralsız oyununu” kabullenmekte fakat bu oyunu kendisinin daha iyi oynayabileceğini iddia etmektedir. CHP gençliğinin anlamlı itirazlarıyla buluşmaktan ve bu itirazları bir siyasete çevirmekten yine aynı aktörler uzak durmaktadırlar. Deniz Baykal’ın hamlesi ve Abdullah Gül’ü aday olarak önerebilmesi partideki siyasetsizliğin ve ikircikli tavrın boyutlarının büyüklüğünü göstermekle kalmamakta, tabanda ciddi kafa karışıklığına ve dolayısıyla hareketsizliğe neden olmaktadır.
AKP/Erdoğan cephesinin iktidarı kalıcılaştırma hamlelerinin ana motorunu baskı aygıtları oluşturmaya devam ediyor. İhraçlar, KHK ile yönetme, medyaya baskıların sürdürülmesi, sosyal medya hesaplarına dönük hızlanan engelleme kararları (Wikipedia’ya erişimin engellenmesi, çok sayıda Twitter hesabının engellenme kararı vs.), Kılıçdaroğlu başta olmak üzere yeni fezlekelerin meclise gelmesi, HDP’ye yönelik saldırıların hız kesmeksizin devam etmesi, iktidarı koruma korkusunun sıcaklığını hiç yitirmediğini göstermektedir. Çünkü toplumun yarısını karşılarına almış durumdalar. Liselerde geleneksel pilav günü engellemeleri, SBF’nin İnek Bayramı’nı engelleme çabaları, Antalya’da içki yasağı, Okmeydanı Cemevi’nde Uğur Kurt’u öldüren polise Alevilere hakaret edercesine para cezası verilmesi vs. bu tutumun sürdürüleceğinin işaretleridir. Diğer yandan devlet-toplum ilişkisinde, eşit yurttaşlık ilkesini sözde dahi ortadan kaldıran söylem ve hamleler giderek resmi politika halini almaktadır. Yurttaşlığın karşısına Erdoğan’ın içeride ve dışarıdaki uygulamalarına biat edenler anlamında her gün daha fazla kullanılan “millet” kavramı yerleştirilmektedir. “Beni millet seçti, milletin adamı, milli irade” söylemleri yeniden anlamlandırılmakta, HDP’li milletvekili ve belediye başkanları da seçilmiş olmalarına rağmen “millet iradesi” kavramı dışına çıkarılmaktadır. AKP’ye oy ve destek verenlerin makbul vatandaş sayıldığı diğerlerinin dışlandığı, yaptırımlarla karşılaştığı parçalanmış bir toplum yapısı yaratmaktadırlar. Kısacası yeni bir düzen kurmakta ve toplumun yarısını bu düzenin dışına itmektedirler. Bu da yeni düzene karşı mücadelenin, AKP faşizmine karşı mücadelenin toplumsal tabanını genişletirken, düzen içi ve düzen dışı sınırlarını da değiştirmektedir.
Parlamentoda temsil ve seçim mekanizmalarının AKP eliyle itibarsızlaştırılması “düzen dışı” siyaset kanallarının geniş kitlelerce dikkate alınır hale getirilebilmesini daha mümkün hale getirmektedir. Ancak bunun kendiliğinden bir sonuç olmayacağı, devrimcilerin çabalarıyla mümkün olacağını unutmamak gerekir. Tek Adam’a karşı olmak sınırında olsa da diktatörlüğe karşı olan, demokrasi talep eden geniş kesimlerin demokrasi mücadelesine katılımlarının sağlanması önemli bir başlık olarak önümüzde durmaktadır.
Önümüzdeki dönem devrimciler için “Tek yol sokak, tek yol devrim” şiarının kitlelerle buluşmasının temellerini inşa etme süreci olacak. Bu açıdan, referandumun gayri meşru olduğu gerçeği tescillemeye devam edilmeli. İktidarın en büyük korkusunu oluşturan şeyin başında yeni anayasalarının toplumun geniş kesimleri tarafından meşru görülmemesi gelmektedir. Süreçteki (işçilere, gençlere, kadınlara, Alevilere, Kürtlere dönük) halk düşmanı uygulamaların bu eğilimi giderek artıracağı ortadadır. Başta “Hayır Meclisleri” olmak üzere “hayır” çalışması yürüten ve önemli bir başarı sağlayan tüm kesimlerin itirazlarını sürdürmeleri, başarının yenilgi olarak algılatılmasına izin vermeden gayri meşru olanı teşhir etmeye devam etmeleri gerekmektedir. “Hayır” demeye devam etmeliyiz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.