Sosyalistlere düşen esas görev meydanları elde tutma hedefli bir direnişi en kitlesel ve en militan biçimleri iç içe sürdürecek ileri yöntemleri üretmektir; militanlık ve kitlesellik birbirini geliştiren niteliklerdir
Sosyalistlere düşen esas görev meydanları elde tutma hedefli bir direnişi en kitlesel ve en militan biçimleri iç içe sürdürecek ileri yöntemleri üretmektir; sanıldığının aksine militanlık ve kitlesellik birbirini geliştiren niteliklerdir
(Yazımızı yayına girerken Sendika.Org Editörü Ali Ergin Demirhan “Evet’i meşru göstermemek” suçundan gözaltına alında. Sıkıntıları büyük! Halk diktatörlüğe “hayır” dedi, iktidar meşruiyet sağlamaya çalıştıkça gayri meşruluğu artıyor, artmaya devam edecek, mızrak çuvala sığmıyor.)
Organize işler! “Hayır”ın yüksek çıkması ihtimaline karşılık bir anketçi satın alınır ve yüzde 61 açıklattırılır. Mühürsüz zarf ve pusula numarası devreye sokulur, tüm Ali Cengiz oyunlarına karşın kaybedilirse mühürsüzlere itiraz edilir ve sıradaki bilmediğimiz başka manevralar devreye sokulur, çünkü YSK ve AYM “ellerindedir”. Sayım sırasında Anadolu Ajansı (AA) “evet” oranını yüzde 68’den başlatarak, “hayır”cıların umudunu kırar. Oysa oylaması bir saat erken biten Kürt illerinin sayım sonuçları daha erken geldiğinden, başlangıçta “evet”-“hayır” oranının dengeli çıkması gerekirdi, plan gereği tersi olur. AA sonuçları yüzde 51,3’te dondurur, YSK ise ona uygun sonucu açıklar. Cumhurbaşkanı, AKP teşkilatı, YSK, AA, AYM’den oluşan bir organizasyonda herkes rolünü oynayarak bu sonucu elde ederken, ana muhalefet partisi CHP de oyunu bozmaya çalışmayarak, oyunculardan medet bekleyerek organizasyona yasallık kazandırır. Oysa halkın iradesi çalındığında tek yol halkın gücüne başvurmaktır, CHP bundan kaçınır.
Ancak sokağa çıkan kitleler CHP’yi ileriye doğru zorlamaktadır, zorlanmaya devam da edilmelidir. Bu sonuç Tayyip Erdoğan için bir zafer değildir. Bu sonuçla ne yeni bir rejim kurulur ne de diktatörlüğe meşruluk kazandırılabilir.
Çünkü adaletsiz, hukuksuz ve baskıcı bir referandum süreci zorla yaşatılmıştır. Tek parti devleti, gerek zor aygıtlarını kullanarak gerek emrindeki bakanlıkları rüşvet dağıtan kurumlar haline dönüştürerek gerekse propaganda olanaklarını tek bir tarafın lehine kullandırarak adaletsizliği, hukuksuzluğu ve faşizmi örgütlemiştir.
Çünkü referandum sonucunu “evet” lehine değiştirmek için YSK kullanılmış, geçersiz sayılması gereken milyonlarca oy, YSK tarafından kendi karar alma sınırları aşılarak sisteme dahil edilmiştir. Sadece bu durum bile YSK’nin topyekun istifa etmesini ve referandumun iptal edilmesini gerektirir. Kürt illerinde yaşanan durum da bundan daha az vahim değildir. Birçok yerde müşahitler dışarı çıkartılarak sayım yapılmıştır. Her şeyden öte “tek vatan, tek bayrak, tek millet” propagandası üzerine kurulu ve MHP ile ittifak eksenli bir “evet” cephesinin Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı illerde toplam oylarını (AKP+MHP) yüzde 10 artırması akla mantığa uymayan bir durumdur.
Çünkü devlet olanaklarını kullanarak; muhalefete sansür uygulayarak; AKP, MHP, BBP ittifakı, oy hileleri ve baskılarla toparlayabildikleri oy oranı sadece yüzde 51. Evdeki hesap çarşıya uymadı, yani “evet”in toplam yüzde 61’lik oy hesabı yüzde 10 kaybetti. Ve bu durumun yarattığı en net sonuç, diktatörlüğe karşı direnişin toplumsal tabanının genişlemesidir. Bu kesimin yeni rejimin içine çekilmesi kolay olmayacaktır.
Çünkü İzmir bir yana, AKP ve Devlet Bahçeli cephesi asıl olarak biri başkent olmak üzere ülkenin en büyük iki kenti İstanbul ve Ankara’da yüzde 50’in altına düşmüştür. Bu ittifak, önceki seçimlerde yüzde 50’nin üzerinde olduğu Antalya, Adana, Mersin, Hatay, Eskişehir, Denizli ve Manisa’da da çoğunluğunu kaybetmiştir. Nüfusu bir milyonun üzerinde olan 21 ilin 13’ünde “hayır”lar yüzde 50’in üzerinde. En açık ifadesiyle Tayyip Erdoğan, bu illerin başkanı olarak kabul edilmemiştir. İl ve ilçe merkezlerinde “hayır” oranı yüzde 51’e ulaşıyor; “evet” yüzde 48’de kalıyor. “Hayır”cıların oranı üniversite mezunlarında yüzde 61, lise mezunlarında yüzde 58, ilkokul mezunlarında yüzde 30’dur. Üretimde belirleyici kentlerde yaşayan, daha eğitimli ve bilinçli kesimler ve emekçiler ağırlıklı olarak diktatörlüğe “hayır” demişlerdir. Diğer yandan ilk kez oy kullananların ezici çoğunluğu, kadınların çoğunluğu, MHP seçmeninin yüzde 70’i, AKP seçmeninin yüzde 10’u Tek Adam’a “hayır” demiştir. Tek Adam rejiminin uygulamaları hayata geçtikçe itirazcı kesimin artacağından kimsenin şüphesi olmasın.
Bu sonuçlar ülkeyi fiili olarak bölmüştür. Trakya ve Marmara’nın büyük bölümü, Ege’nin batısı ve Akdeniz Tayyip Erdoğan’ın başkanlığını kabul etmeyeceğini gösterdiği gibi, bu konuda en ufak bir uzlaşma aralığı dahi bırakmamıştır. Kürt illerinde de farklı bir noktadan da olsa sonuçta benzer bir durum mevcuttur. Ne ev ne de iş vaadi, ulusal kimliğinin bilincini edinmiş Kürt halkının büyük çoğunluğunu ikna etmeye yetmeyecektir. Ayrıca Suriye ve Irak’ta Kürtleri hedef alan savaş çığırtkanlığı, ülke içinde bu sonuçla birleşince PKK’nin nasıl bir yönelime gireceğini tahmin etmek zor olmayacaktır.
Çünkü şimdiye kadar izlenen dış politikayla tam olarak dışlanan ve itibarsızlaşan Tayyip Erdoğan rejimi, bu sonuçla çok daha büyük fiili ve hukuksal sonuçlarla karşı karşıya kalacaktır. Daha şimdiden yapılan açıklamalara en çarpıcı örnek Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Kati Piri’den geldi: “Bu şartlar altında Türkiye’nin AB üyeliğinden bahsetmek komedi olacaktır.”
Tüm bunlar göstermektedir ki, Tayyip Erdoğan için hayat kolaylaşmamış daha da zorlaşmıştır. Devlet Bahçeli için ise siyasi hayat bitmiştir veya kendi deyişiyle Köroğlu’nun yanında Ayvaz olmaktan öteye geçemeyecektir. Açıktır ki zoraki sağlanan bir anayasal değişiklik, üstelik böylesi bir köklü rejim değişikliğini içeriyorsa meşruluğu genişletmek yerine, gayri meşruluğu büyütecektir. Bu ülke, sadece Saray’dan ve sadece Tek Adam’ın emrine verilmiş kolluk kuvvetleriyle uzun süre yönetilemeyecek bir tarihsel birikime, bu tarihsel süreç içerisinde oluşmuş demokratik temayüllere ve her şeyden önce demokrasi mücadelesinin kazanımlarına sahiptir. Üstelik bu değişikliklerin tam olarak uygulanacağı tarihin 2019 olacağı düşünüldüğünde bu 2,5 yılın ekonomiden dış politikaya, demokratik muhalefetten Kürt halkının muhalefetine kadar bir dizi “sorun” başlığında Tayyip Erdoğan’ın yönetme krizinin derinleşeceği bir zaman dilimi olarak geçirileceği açıktır.
Ancak bu sonuçlar elbette kendiliğinden oluşmayacaktır. Ve diktatörlüğe karşı mücadelenin elbette ki en önünde devrimciler, sosyalistler olacaktır. Ancak kabul etmek gerekir ki diktatörlüğe karşı mücadelenin farklı özneleri, farklı toplumsal kesimleri mevcuttur ve bunlar da bu sürecin etkin aktörleri olmaya çalışacaklardır. Bu noktada yapılması gereken açıktır; “hayır”ın tek ortak hedefi olan Tek Adam yönetimine karşı çıkışı yüzde 50 için ortak hedef olarak tutmaya devam etmek, farklı adlarda “hayır” için bir araya gelenlerin oluşturduğu mücadele zeminlerini Tek Adam’a karşı demokrasi mücadelesinin en geniş zemini haline getirmek, diktatörlüğe karşı yeni bir direniş hattı yaratmak hem çok daha mümkün hem de bir zorunluluktur. Referandumun iptali talebinin büyütülmesi, uzlaşmaz tarzda ilerletilmesi hem iptalinin; iptal ettirilemediğinde ise ta baştan kadük hale getirilmesinin şartıdır. Ardı sıra hayata geçecek halk düşmanı politika ve düzenlemeler karşısındaki direnişler de ayağını bu zemine basarak daha güçlü hareketlere dönüşebilirler. Kıdem tazminatı, iş güvencesi ve ekonomik kriz karşısında diğer hakların korunması; kadın özgürlüğünün ve laikliğin savunulması, Alevilerin, Kürtlerin demokratik talepleri ve tüm kesimlerin barış ve demokrasi talebi ayaklarını bugün oluşturacağımız zemine basarak güç kazanacaklardır.
Bu nedenle sosyalistlere düşen esas görev meydanları elde tutma hedefli bir direnişi en kitlesel ve en militan biçimleri iç içe sürdürecek ileri yöntemleri üretmektir; sanıldığının aksine militanlık ve kitlesellik birbirini geliştiren niteliklerdir*.
2017 1 Mayıs’ı da bu perspektifle ele alınmalı, diktatörlüğe “hayır” diyen tüm kesimlerin bir araya getirilmesinin hedeflendiği, diktatörlüğe karşı demokrasi ve haklarını talep ettikleri büyük buluşmalara çevrilmelidir.
Tek Adam’ın her türlü uygulamasına her karşı çıkış adımını bu ülkenin en az yarısı adına ve en az yüzde 50’yi arkamıza alarak attığımızın bilincinde olacağız. Bu “hayır” cephesi korunduğu sürece “mızrak çuvala sığmaz”.
* Diğer yandan daha direniş yeni boy verirken sokağı terk edecek yöntemler için kafa yormaya, yazıp çizmeye gerek yok, ancak yenildiğimizde çekiliriz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.