Hayır Meclisleri’nden söz ediyorsak, esas olarak gerçek mahallelerden, sokaklardan, işyerlerinden, kişilerden söz ediyor olmamız gerekir
Hayır Meclisleri’nden söz ediyorsak, esas olarak gerçek mahallelerden, sokaklardan, işyerlerinden, kişilerden söz ediyor olmamız gerekir
Hava döndü. AKP’nin yelkenlerini şişiren rüzgarlar tersine döndü. Ne ekonomi, ne dış politika ne de toplumsal gerilimler AKP’nin istediği yönde gelişiyor. Gelişmelerin seyrine bakıldığında zaman ilerledikçe kontrolü daha da çok kaybedecekleri görülüyor. Bunu gören Erdoğan, Bahçeli’yi kendi başkanlığına “ikna” ederek gelmekte olan fırtınaya karşı önlem almaya çalıştı ancak MHP’nin desteğinin alınması da başkanlığı garantileyebilmiş değil. Siyasi ittifak tamam ancak toplumsal desteğin sağlanmasında ciddi sorunlar yaşanıyor. Erdoğan başkanlık gibi büyük bir dönüşüm için topluma korku salmak dışında herhangi ikna edici bir vaatte bulunamıyor. Ancak balıkçıların deyimiyle, bu yemle bu balık tutulmaz.
Dış politikayı iç politikaya tahvil etmesini sağlayan avantajlarını kaybetmekle kalmadı ortada yarını belli, “satılabilir” bir dış politikaya dahi sahip değil. Suriye maceraları, toplumu ikna edici olmaktan giderek daha fazla uzaklaşıyor. Ortadoğu politikalarındaki gelgitler devam ediyor. Dün İran’la birlikte Suriye topraklarında operasyon hevesindeyken bugün, “anti-emperyalist, anti-Siyonist Erdoğan”, ABD ve İsrail’le birlikte, Suriye’den sonra şimdi de İran’ı hedef tahtasına koymaya niyet etmiş görünüyor. ABD emperyalizmden, İsrail Siyonizm’den mi vazgeçti, yoksa Erdoğan hiç anti-emperyalist, anti-Siyonist olmadı da oy getiriyor diye rol mü yaptı? (Şimdi AKP mantığını kullanıp buradan İsrail ve Suudi Arabistan “evet” diyor diyebilir miyiz?)
MHP’den almayı umduğu destek elinde patladı. AKP’nin desteğiyle MHP’nin başında kalmayı başaran Bahçeli’nin vefa borcunu ödemedeki sadakatinin fazla bir işe yaramadığı, MHP tabanında desteğin yüzde 25’i geçemediği görülüyor. Erdoğan’ın posterlerinin asılı olduğu salonlarda, Bahçeli, AKP’nin eline tutuşturduğu kağıttan “Ortadoğu’da işler ters gidiyor ama herhalde iyi gidecek” mealinde konuşmalar yapsa da bu desteği artırabilecek gibi görünmüyor.
Ekonomik krizin sonuçlarının iki ay boyunca katlanılır halde tutulmasının yolları bulunmaya çalışılıyor. Ancak algı yaratarak ekonomiyi yönetmenin mümkün olmadığı ortada. Vergi affına af getirerek esnafı sinirlendirmemeye çalışıyorlar. İşsizlik Fonu’nu patronların bedava işçi çalıştırmasına tahsis edecekler. Buna rağmen işçi almak istemeyen patron olursa Erdoğan “ifşa edecekmiş”. Ne büyük yaptırım (!) İşçi sınıfından korkmuyorlar mı? Şimdilik ne Allah’tan ne de işçi sınıfından korkuları olduğu görülüyor. Seçmene bir parmak bal, daha fazla umut satmak üzere gündeme getirdikleri 425 TL’lik “torun maaşı”, yeterince anlaşılamamasına rağmen 105 bin başvuruyla bir kriz dinamiğine dönüşmüş durumda. Başvurular keyfi bir şekilde elenerek (Ne ilgisi varsa doğumun normal mi sezaryen mi olduğuna dahi bakacaklar) 6500’e indirilecek. Deneme için bin kişiye altı ay verip sonra bu uygulamanın başarılı olup olmayacağına bakacaklar, değilse son verecekler. Uygulama mart ayında başlayacak, propagandası 16 Nisan’a kadar sürecek (Az parayla başka nasıl çok oy toplanır?)1.
Kulis dedikodularına ve Melih Gökçek’in panikleyerek itiraf ettiğine bakılırsa, MİT de ekonomiye el atmış. Yurtdışında milyar doları olan iki belediye başkanı ile görüşüp, “ikna ederek” dolarları getirilip, bozdurulmuş, “dolar bozdur kampanyası” meğer bunun örtüsü imiş. Vergi kaçırıp yurtdışında tutulan paraların “Varlık Barışı” adı altında, vergisiz ve kaynağı sorulmadan Türkiye’ye sokulmasına izin verildi. Bunların ne kadarı yolsuzluk ne kadarı diğer cinsten kara para elbette ki MİT bunları da biliyordur.
Ters esen rüzgarlara rağmen başkanlık referandumundan “evet” sonucu alınması için başka manivelalara ihtiyaç duyulduğu açık. Erdoğan ilk dört mitinginden memnun kalmadığından mı başka zayıf mitinglerle karşılaşmamak için mi yoksa beş mitingden sonra sağlık problemleri ile karşılaşmasından mı, Bursa ve Aydın programları iptal edildi.
Mitinglerde kullandığı dile bakılırsa “hayır” oyu verecekleri terörist, vatan haini, darbeci vs. aklına ne gelirse ilan edecek. Akil danışmanlarının yumuşama telkinleri üzerine esneyebildiği yer “CHP ve HDP’ye gönül veren vatandaşlarımın da ‘evet’ demesini bekliyorum” olmuş. CHP ve HDP’ye gönül verenlerden oy istemeyi de kucaklayıcılık2 sayma lütfunda(!) ancak Erdoğan bulunabilirdi. Hapse atılan HDP milletvekilleri, belediye başkanları, belediye meclis üyeleri, parti yöneticilerinin temsil ettiği milyonlarca Kürt’ün “evet” demesinin iradelerinin gasp edilmesine onay, “hayır” demenin ise itiraz olduğunun oldukça farkındadırlar. Bu arada HDP’li milletvekilleri tutuklanmaya devam edecek, salınanlar yukarıdan müdahale ile tekrar tutuklanacak, Eş Başkan Figen Yüksekdağ’ın milletvekilliği düşürülecek. Erdoğan,”kucaklayıcı” dilin bütün imkanlarını çoktan tüketmiş durumda. Aslında Erdoğan Gezi Direnişi sürecinde “Yüzde elliyi zor tutuyoruz” söylemiyle iç çatışma yaratmaya yönelik yaklaşımını ortaya koymuştu. Mafyacı Sedat Peker’le ve İBDA-C lideri Salih Mirzabeyoğlu ile baş başa görüşmesi bu yaklaşımın devamı idi. Son olarak “dünürü”nün basına yansıyan “silahlanma” çağrısı, Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nin (MSM) kundaklanması gibi işlere bakıldığında, kucaklayıcılığın kundaklayıcılıkla, siren bulundurmanın silah bulundurmakla karıştığı bir süreçle karşı karşıya kalmamız çok muhtemel. Mezhepçi-şoven faşist saldırılara tek engel, saldırıların olağan hedefinde olan halk kesimlerinin yani laik, demokrat, devrimci, Kürt, Alevi kitlelerin de arabalarında veya evlerinde “siren” bulundurma ve örgütlü olma olasılığıdır.
“Hayır”cılar örgütsel ve amaçsal farklılıklar taşıyor, aralarında bir bağ yok: CHP, sosyalistler, HDP, MHP muhalefeti, SP, BBP, AKP kararsızları… “Evet”çiler için durum öyle değil. Hepsi iltisaklı3. FETÖ ve “DEAŞ” hep AKP’ye oy verdi, mafyacılar, hırsız bakanlar, rüşvetle iş halledenler hepsi ya doğrudan AKP’li ya da her seçimde açıkça destekliyorlar. FETÖ ile de anlaşma yapıp eski günlere dönmeleri hiç sürpriz olmaz. Rusya, İsrail örnekleri ortada. Zaten Gülerce gibi kimi FETÖ’cüler devşirildi, devşirilmeye devam ediliyor.
Bu referandum süreci aynı zamanda faşizme karşı mücadelenin özel bir dönemi ve özel bir biçimidir. Başta sağ partilere oy verenler olmak üzere kitleler üzerindeki faşist propagandanın etkisini kırma çalışmaları bu kısa dönemin özgünlüğüdür. Elbette ki faşizme karşı mücadele ideolojik mücadeleye indirgenemez, esas yönü direniştir, referandum sonrası da vardır. Referandum sonrasını konuşabilmek için “Hayır Meclisleri’ni kurmuş olmak gerekir. “Hayır Meclisleri”nden söz ediyorsak, yalnızca sol örgütlerle bir araya gelmekten değil, esas olarak gerçek mahallelerden, sokaklardan, işyerlerinden, okullardan, kişilerden söz ediyor olmamız gerekir. “Hayır” Meclisleri, referandum sürecinde ve sonrasında “AKP’nin manevraları, provokasyonları, operasyonları karşısında ne yapacağız?” sorusuna vereceğimiz kitlesel cevapların da başlangıcıdır. Daha fazla Hayır Meclisleri kurmalıyız.
Erdoğan’ın kitleleri ikna edecek argümanları tükenmiş durumda. Vadettiği şey komşuyu komşuya düşman hale getirmek. Her sokakta, her mahallede, her kahvehanede, her işyerinde, her otobüste, her metroda bulunanların yarısının vatan haini, terör yanlısı olarak kabul edilmesidir. Bu anlayışın mahkum edilmesi için gereken tek şey, buralarda yüksek sesle, bu saçma yaklaşımı ifşa etmektir. İç çatışmanın toplumun bir yarısına değil, tamamına ağır bedeller ödeteceği anlatılmalıdır.
Kadınlar için “iyi” sayılabilecek tek yasa çıkarmamış aksine kürtaj yasasını, tecavüzcü ile evlendirme yasasını çıkartmaya kalkışan bir iktidara, lidere yetki verildiğinde kadınlar için ne tür yasalar çıkartır? “Kadın erkek eşitliğine inanmayan” Osmanlı özentisi bir başkanın, iki kadının şahitliğini bir erkeğe eşit yapmayacağının ya da mirastan kadına yarım pay vermeyeceğini, boşanmayı sadece erkeğin isteğine, çalışmayı erkeğin iznine bağlamayacağının güvencesi olup olmadığı sorgulatılmalıdır. 8 Mart bu süreçte ayrıca önemli bir fırsat olarak değerlendirilmelidir.
İkna etmek için 18 yaşında milletvekilliği vadettiği gençler, 3 yaşından beri AKP iktidarında yaşadılar. Eğitimleri boyunca üzerlerinde neredeyse her yıl yeni bir sistem denendi, 15 yılda 15 temel değişiklik yapıldı. Sınav sistemleri değişti. TEOG sınavlarında dereceye giremeyenler istemedikleri halde meslek lisesi, imam hatip veya açık liseye mecbur edildiler. Sadece zorunlu din dersi değil tüm eğitim dinselleştirilerek kalitesi düşürüldü. Eğitimin niteliği uluslararası sıralamada 72 ülke arasında 50. sıraya gerileyerek, son 15 yılın en geri seviyesine düşürüldü. Gençlere iyi bir eğitim, iyi bir meslek, iyi bir iş sağlayamayan AKP, durumu dindarlıkla örtmeye çalıştı. Gençlere tek çıkar yol olarak paralı asker olmak ve dış operasyonlarda kullanılmak kaldı.
Hayır Meclisleri, hem “hayır” çalışmalarını en geniş kesime yayacak, “hayır”cıları derleyip toparlayacak, hem de kararsızları ikna edecek, “evet”çileri kararsız hale getirecek oluşumlardır. İki yönlü bir süreç halinde ilerleyebiliriz. Mümkün olan en çok sayıda “hayır”cıya ulaşıp, hareket ettirmek ve bunlar aracılığıyla kararsız ve “evet”çi kitlelere ulaşmak. Bu da ancak yaygınlıkla ve güçlü görünmeyle sağlanabilir.
Geniş kitleler üzerinde etkili olabilecek söylem ve argümanlar titizlikle seçilmelidir. Bunun için hazırlanan materyallerin dikkatli kullanılması önemlidir. Ortak söylemler ve aynı argümanların sıkça tekrar edilmesi etkiyi güçlendirecektir. Bu açıdan meclisler, birkaç saati geçmeyecek kısa iç eğitimlerden geçirilmelidir.
Çalışma tarzı da serileştirilmeli, uzun erimli geleneksel yöntemlerin yerine kısa vadede sonuç alıcı yöntemler denenmelidir. Bir örnek: Herkeste bulunan cep telefonlarının rehberleri ulaşılacak insanların listesi haline dönüştürülüp hepsiyle toplantı ve sohbet hedefi konmalı, materyaller bu kanallardan yayılmalı ve bu teşvik edilmelidir. Devlet olanakları ile başlatılan “evet” kampanyasına karşı, muhalifler toplu ulaşım araçları, metro, metrobüs, vapur, tren ve bunların durakları, aktarma merkezlerinde geniş kitlelere ulaşan “hayır” kampanyalarını yaygınlaştırarak yanıt vermelidirler. El mi yaman bey mi yaman!
Dipnot:
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.