Varsın anaakım medya sansür uygulasın, doğrudan-birebir iletişimi, kendi medyalarımızı, sosyal medyayı, merkez medyadan daha etkili haber kanalı haline getirebiliriz. İşe başlayacağımız yer; hemen şimdi “Diktatörlüğe, başkanlığa hayır” için sokağımızda, mahallemizde komiteler, meclisler oluşturmaktır Türkiye, emperyalistlere yedeklenen AKP politikaları yüzünden tartışmaya yer bırakmayacak şekilde Ortadoğu ülkesine dönüştürüldü. Haziran 2015’ten bu yana patlayan bombalar, Aralık 2016’da seviye […]
Varsın anaakım medya sansür uygulasın, doğrudan-birebir iletişimi, kendi medyalarımızı, sosyal medyayı, merkez medyadan daha etkili haber kanalı haline getirebiliriz. İşe başlayacağımız yer; hemen şimdi “Diktatörlüğe, başkanlığa hayır” için sokağımızda, mahallemizde komiteler, meclisler oluşturmaktır
Türkiye, emperyalistlere yedeklenen AKP politikaları yüzünden tartışmaya yer bırakmayacak şekilde Ortadoğu ülkesine dönüştürüldü. Haziran 2015’ten bu yana patlayan bombalar, Aralık 2016’da seviye atladı. 10 Aralık’ta Dolmabahçe Stadyumu, 17 Aralık Kayseri bombalı intihar saldırıları, 19 Aralık Rusya Büyükelçisi’ne suikast, Suriye’de IŞİD’in tek saldırıda 16 askeri öldürmesi. On günün bilançosu!
Şiddetin dinamiklerine bakıldığında önümüzdeki süreçte artan ivmeyle devam edeceğini söylemek kehanet sayılmaz. Kürt silahlı hareketinin giderek stratejik bir rol verdiği görülen TAK’ın savaş sürdükçe intikamcı terör eylemlerini tırmandırarak sürdüreceği açık.[1] Ülke çapında genel asayiş operasyonları yapıldıktan bir gün sonra Dolmabahçe’de, bir hafta sonra da Kayseri’de eylem yapmalarından anlaşıldığı kadarıyla devletin istihbarat örgütlerinin bilgi ve denetiminin tamamen dışına çıkmayı başarmışlar ve kanlı eylemleri yapmalarının engellenmesi tesadüflere kalmış durumda. Rusya Büyükelçisi suikastını bir polisin yapmış olması cihatçı grupların devletin içinde hücreler kurduklarının ve ciddi eylem kapasitelerine kavuştuklarının göstergesidir. Bu grupların başka devletler tarafından kullanılmış olma ihtimali sorunu daha da ağırlaştırıyor. Eğer iddia ettikleri gibi Karlov suikastının arkasında bir devlet (ABD) var ve amaç Rus-Türk ilişkilerini bozmaksa iş bununla sınırlı kalmayacak, başka hamleler de gelecek demektir. AKP’nin bir uçtan diğer uca savrulma şeklindeki Suriye siyaseti, Türkiye’nin düşmanlarını ve operasyonel güçlerini artırırken kendi savunmasını zayıflatan komplikasyonlar üretmiştir: Cihadist bir kafayla motive edilen kolluk kuvvetleri, Türkiye’de yuvalanmalarına ve silahlanmalarına izin verilmiş cihatçı çeteler ve bunların yarattığı örgütler, yabancı istihbarat teşkilatlarının cirit attığı kamplar…
AKP-Erdoğan’ın cihatçı-fetihçi Ortadoğu politikası tam anlamıyla çamura saplanmış durumda. Ortadoğu’da oyun oynamak sevdası oyuncak olmaya varmış durumda. Başlarken ABD, AB, S.Arabistan, Katar ve cihatçılarla birlikte Esad’ı devirmek adına Rusya ve İran’a karşı savaşıyorlardı. Şimdi ise eski dostlarla karşı karşıya gelmiş, Rusya izin vermeden Suriye’de adım atamayan bir Türkiye var. IŞİD sert direniş gösterdiğinde Erdoğan’ın sözcüsü Kalın, ABD’yi kastedip “Koalisyon bize hava desteği vermelidir” diyerek bir yandan Rusya güdümüne girmelerinin mazeretini dile getirirken, diğer yandan yeni Başkan Trump’a “Biz de IŞİD’e karşı savaşıyoruz. İncirlik’i kullanıp buradan bize destek vermezlik yapamazsınız, İncirlik kapanır” demeye çalışıyor. Ardından “Sırada Münbiç var, ardından da Amerika ile el ele verirsek Rakka var” demesinin ardından Erdoğan’ın Gine Cumhurbaşkanı ile ortak basın toplantısında “Koalisyon güçleri Suriye konusunda verdikleri sözleri tutmuyorlar. Bu güçlerin Suriye’deki başta IŞİD olmak üzere terör örgütlerine yardımcı olduklarına dair kanıtlarımız var” demesi bir stratejiden ne kadar yoksun olduklarını sadece neden oldukları komplikasyonları gidermekle boğuşurken savrulup durduklarını ortaya koyuyor.
Erdoğan, Ortadoğu’nun “eş başkanı” olma hedefini, bir Kürt koridorunun oluşmasını engelleme hedefine indirgemiş durumda. Oysa Suriye savaşı körüklenmeseydi zaten koridor yoktu! At’tan düşen Erdoğan, Eşek tarafından tepildikten sonra Ayı’ya binmeye çalışmak gibi bir akıldışılıkla iştigal ediyor.[2]
Suriye’de, Ortadoğu’nun hatta dünyanın başına uzun süre bela olacak iki kara delik oluşuyor: Rakka ve İdlip. Bu kara deliklerin başa bela olacağı ülkelerin başında Suriye ve Irak, üçüncü sırada Türkiye gelecektir.
Erdoğan’ın ve diğer AKP’lilerin, başarısızlıklarla dolu dış politikaları bir yana, terör konusundaki öngörülerinin hakkını teslim etmek gerekir ki kendilerine koruma orduları, yüksek güvenlikli araylar inşa ederek gelmekte olan şiddetten korunmayı amaçlamışlar. Paranoyayı o kadar abartmışlar ki geçen hafta İzmir’e giden Erdoğan’ın korumaları bir AKP’li milletvekili, belediye başkanı ve meclis üyesini hastanelik etmişler. Bu yüksek koruma sayesinde halka şehitlik şerbeti içmeyi tavsiye edenlerin kılına zarar gelmiyor. Korunmaları normal tabi! Malları ve canları kıymetli, korusunlar ve korunsunlar. Bu dünyada cehennem yaşattıklarına da “şehadet” yoluyla cennet vadetmeleri de normal! Bu, halk düşmanı iktidarlarının fıtratında var. Ve halk, bu halk düşmanı iktidara son vermedikçe iktidarda kalmak için her yola başvuracaklar. Anayasa’yı ve yasaları bu haklarına göre yeniden düzenleyecekler.
Artık anayasal hale gelecek. Kadın cinayetlerine haklı sebep; tarikat yurtlarında tecavüz ettikleri çocuklarda da rıza ve suç aramak anayasal hale gelecek. Ensargilleri korumak; sansür; devlet başkanının mezhepçilik yapması; İsrail’in katlettiği vatandaşları karşılığında yirmi milyona helalleşmek; “şehitler” arasında ayrım; komşu uçağını önce düşürüp sonra özür dilemek; dün düşman ilan edilenin yarın dost ilan edilmesi; rüşveti AKP’liler alınca rüşvet sayılmaması; kendi çocukları ve eniştelerini ve akrabalarını devlet kasasından zengin ettiklerinde yolsuzluk sayılmaması; başbakanın oğlunun mahkemeye çağrılmasını darbe sayıp göndermemesi; milletvekillerinin aynı yargı tarafından tutuklanmasının darbe sayılmaması; kadınların tecavüzcüyle evlendirilmesi; cumhurbaşkanının, yurttaşlara “alçak, zalim, tiksinti verici, vatan haini, ahlaksız, mandacı artığı, ruhu kirlenmiş, karaktersiz” hakaretlerini yağdırması; yurttaşların eleştirilerinin aynı mahkemeler tarafından hakaret sayılması; muhaliflerin iktidarı eleştirmesinin terörist faaliyet sayılması; hangi dili konuşacağımıza, hangi dine inanacağımıza, ne yiyip ne içeceğimize bir otokratın[3] karar vermesi; tüm hatalarının bedelinin halka ödetilmesi; hiçbir hatalarının ve suçlarının bedelini ödememeleri anayasal hale gelecek. Bir otokratın başında bulunduğu oligarşik[4] yönetim anayasal hale gelecek.
Erdoğan’ın bu ağır kriz döneminde fiili başkanlığını bir an önce anayasallaştırmaya çalışması yakın geleceği dahi parlak görmemesinden kaynaklanmaktadır. Yaşanan kriz ortamında başkanlığa “Evet” çıkartabilmesinin yolunu baskı ve yasaklar altında referanduma gitmekte arıyor. Ancak Bahçeli destekli AKP/Erdoğan Anayasası’nın halkın önemli bir kesiminde “köprüden önce son çıkış” duygusu yaratarak, direnişi ateşleyici bir etkide bulunacağı ortadadır. Daha önce tecavüzcülerin affedilmesi girişiminde benzer duygu kadınları harekete geçirmiş ve açığa çıkardığı ciddi toplumsal destek AKP’de yeni bir “Gezi” kaygısı yaratmıştı. AKP iktidarının son iki, üç yılı ve bugün yaşananlar nasıl bir başkanlık planladıklarını çok açık biçimde ortaya koymaktadır. O nedenle “Başkanlığa hayır” kampanyası bugünkü uygulamalarına “Hayır” deme kampanyasıdır. İş cinayetleri, asgari ücret, çocuk istismarları, kadın cinayetleri, Kürt ve Alevi düşmanlıkları, laikliğe karşı gerici uygulamalar, yolsuzluklar, savaş politikaları, Suriye bataklığı… Bunlara “Hayır” demek diktatörlüğe “Hayır” demenin en somut biçimleridir.
Suriye bataklığını yaratıp, ardından TSK’yi bu bataklığa sokup, daha önce desteklediği IŞİD’ciler tarafından iki askerin hunharca yakılmasını örtbas etmek için bugüne kadar görülen en kapsamlı sansürü Halkevcilerin delerek savaş politikalarını teşhir etmeleri “Diktatörlüğe hayır” kampanyasının başlangıcını ve nasıl yürütüleceğini gösteriyor. Birinci eyleme polisin saldırıp gözaltına alması üzerine Halkevci Kadınların ikinci gün aynı kararlılıkla aynı yerde eylem yapıp gözaltına alınmalarının ardından otobüslerin, sokakların, duvarların, vapurların, kahvehanelerin, kentin her alanının bu katliamı lanetleyen eylem ve etkinliklere sahne olmasının yarattığı atmosfer, alınan inisiyatiflerin ne kadar etkili olduğunu göstermektedir. Yeter ki solun sola konuştuğu mekanlara ve içe kapanmayalım. Söyleyecek sözümüz var ve sözlerimizi evlere, sokaklara, kahvehanelere, kafelere, vapurlara, otobüslere ve otobüs duraklarına, parklara, işyerlerine hayatın cereyan ettiği her yere taşıyalım. Varsın ana akım medya sansür uygulasın, doğrudan-birebir iletişimi, kendi medyalarımızı, sosyal medyayı, merkez medyadan daha etkili haber kanalı haline getirebiliriz.
İşe başlayacağımız yer; hemen şimdi “Diktatörlüğe, başkanlığa hayır” için sokağımızda, mahallemizde komiteler, meclisler oluşturmaktır. Bunun için muhayyel kitleleri ve bunların olası kendiliğinden hareketlerini beklemeye gerek yok. Gezi’de sokağa çıkanlar, birlikte taşeron sistemine karşı direndiklerimiz, 4+4+4’e karşı birlikte eylem yaptıklarımız, velilerimiz, ulaşım eylemlerinde ilişki kurduklarımız, Gezi park forumlarının aktivistleri, baskıları yırtarak kitlesel direnişlere imza atan kadınlar, barınma hakkı için kurduğumuz meclislerimizde yer alanlar, üniversitede, mahallede, işyerinde çeşitli gerekçelerle yan yana geldiğimiz insanlar, hayır komitelerimizi ve meclislerimizi oluşturmak için başlayacağımız yerdir.
Dipnotlar:
[1] TAK’ın intikamcı, sivil ölümleri umursamayan, bazı durumlarda sivilleri hedef seçen saldırılarını “anlayışla” karşılayan türden değerlendirmelere rastlanabilmektedir. Yapılan eylemlerin hangi politik sonucu hedeflediğini anlamaya dönük analizler yapılması başka şey, amaca dönük her eylemin meşru görülmesi başka şeydir. Sosyalistler etik olmayan, sivillere, savaşın tarafı olmayanlara yönelik saldırıları kesinlikle mazur göremezler. Ayrıca savunmasız durumlarda savaşçılara dahi olsa kitlesel katliam anlamına gelebilecek saldırıları tercih etmezler. Dolmabahçe ve Kayseri saldırılarının asıl hedefi kolluk kuvvetleri olmakla birlikte çok sayıda sivil de hayatını kaybetmiştir ve anlaşılan o ki sivillerin hayatını kaybetme olasılığı eylemden vazgeçirmemiştir. Ayrıca Kayseri’de saldırıya uğrayan askerler, profesyonel asker değil zorunlu askerlik hizmetini komando olarak yapan askerlerdir ve savaş bölgesinde, savaş halinde değillerdir. Buna rağmen hedef alınmalarının savaş kurallarına uygun olduğunu söylemek, tezkere aldıklarında dahi hedef seçilebileceklerini söylemeye kadar vardırılabilir ki, bu da doğru değildir. Savaş politikanın silahlarla yapılmasıdır ve politika intikam için değil siyasal hedeflere varmak içindir, hedefe varıldıktan sonra da asli sorumlular dışındakilere geçmişe dönük cezalandırma yapılmaz, o da insanlık suçu anlamına gelen işkence, masumların planlı katledilmesi dışındaki suçları kapsamaz. PKK’nin neredeyse tüm eylemlerini üstlenirken kimi eylemleri kendi üstlenmeyip TAK’a yaptırması savunamayacağı ve savaş kurallarına uymayan, gerilla etiğine uymayan sonuçların ortaya çıkacak olmasındandır. Kısacası adı geçen eylemler, PKK’nin bile üstlenmekten kaçındığı, gelecekte savunamayacağı eylem türlerinden olduğu unutulmadan değerlendirilmelidir.
[2] At, Osmanlı savaşçılarının simgesi; Eşek, Obama’nın partisi Demokratların simgesi; Ayı ise Rusya’nın simgesidir.
[3] Otokrasi, monarşinin bir çeşididir. Yönetici, bütün siyasi yetkileri tek başına elinde bulundurur. Fakat monarşinin aksine yönetim miras yoluyla kalmamış kişi tarafından ele geçirilmiştir. Otokrat, halk adına karar verir, kendince iyi, doğru ve güzel olanları dayatır.
[4] Oligarşi, küçük ve ayrıcalıklı bir grubun iktidarda olduğu yönetim şeklidir. Genellikle bu grubun bencilce ve görevlerini kötüye kullanarak gerçekleştirdiği, despotça bir yönetim şeklidir. Oligarşinin üyesi ya da destekçisi olan kişi ya da grupları tanımlamak için “oligark” terimi kullanılır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.