Tüm ülkede geçtiğimiz yıllara göre katılımda ciddi düşüş yaşansa da, her yerde sayılar beklenenin üstündedir. Coşku da kararlılık da öyle
Tüm ülkede geçtiğimiz yıllara göre katılımda ciddi düşüş yaşansa da, her yerde sayılar beklenenin üstündedir. Coşku da kararlılık da öyle. Adana’da, Mersin’de yasağa rağmen sokağa çıkılması, Zonguldak’tan, İzmir’e, Ankara’ya kendi güvenliğini alma iradesi göstererek kitlelere güven verilmesi 1 Mayıs’ı, katılanları umutlandıran bir gün yaptı
AKP/Saray iktidarının, tüm ülkeyi gücünün yettiğince gerdiği bir dönemden geçiyoruz. Ortadoğu’ya dönük savaş politikaları tıkandıkça, panik içinde savaşı tırmandırmaya çabalıyor. Gericiliği iktidar enerjisi haline dönüştürmek üzere pompalıyor, örgütlüyor. Kürtlere karşı savaşı, mahalleleri içindeki insanlar, bombardımana tutacak kadar gözü dönmüş bir şiddetle sürdürüyor. HDP’nin tasfiyesini sadece dokunulmazlıkları kaldırarak değil lince varan saldırılarla zorluyor. Mülteci tehdidi ile Avrupa’ya şantaj yapıyor. IŞİD’le stratejik işbirliğinin çuvallamasıyla ülkeyi canlı bombalarla, roketlerle cehenneme çeviriyor. Ekonomik kriz baskısına çare olarak emekçilere yeni kölelik koşulları dayatıyor. Yönetme krizi parti içi çatışmalara dönüşerek ilerliyor…
Böylesine gergin bir dönemde, gergin bir 1 Mayıs kutlandı. Ancak üzerine yapılacak değerlendirmeler sürecek. Tarihi 2016’dan başlatmamak için daha önceki tartışmaları hatırlamakta fayda var.
1 Mayıslar işçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele, dayanışma günü olmanın dışında solun, emek örgütlerinin iktidar karşısındaki güçlerinin tartılması anlamına da gelmektedir. Bu nedenle 1 Mayıs’a dönük devletin tutumu da emek örgütlerinin tutumu da herhangi bir miting karşısındaki tutumla aynı değerlendirilemez. Bu tutumlar (özellikle Türkiye’de) tamamen sınıf mücadelesindeki güç dengelerini yansıtmaktadır. Çünkü 1 Mayıs, basitçe ekonomik taleplerin dile getirildiği bir gün değil, doğrudan siyasal taleplerin dile getirildiği (ya da taleplerin siyasallaştırıldığı) bir mücadele günüdür.
Ayrıca Türkiye’de 1 Mayıs alanı tartışması/kapışması da politik bir tartışmadır. 1 Mayıs, Türkiye’nin ilerici, sol, demokratik potansiyelinin tamamını buluşturabilen yegane gündür ve Taksim Meydanı’nda buluşunca politik bir kuvvet haline dönüşmektedir; bu nedenle de yasaklanmaktadır. Meydan okumayı, iktidarı zorlamayı hedefleyen bir 1 Mayıs’ın kentin en büyük, en merkezi ve sınıf mücadelesinde tarihsel yeri olan bir alanda yapılması ısrarını “alan fetişizmi, alan takıntısı” olarak nitelemek en hafif deyimiyle işçi sınıfının ve 1 Mayıs’ın tarihine saygısızlıktır. 1 Mayıs “yasal” bir gün değil, kanla koparılmış, işçi sınıfının burjuva “yasallığına” (iktidarına) meydan okuduğu, devrim iddiasının sürekliliğini de simgeleyen bir gündür. Ve ‘80 sonrası Taksim kutlamalarının hiçbiri “yasal izinle” yapılmamış, zorlu mücadelelerle kazanılmıştır. Her Taksim zorlaması döneminde “yerellerde kutlayalım, işyerlerinde kutlayalım”cılar, bizleri “alan fetişizmiyle” suçlamışlardır ve onlara kalsaydı işçi sınıfı 1978’den sonra Taksim’in yüzünü görmeyecekti. Ne iyi ki onları dinleyen olmadı (EMEP, 2009’da ilerici emek örgütlerinin Taksim’i zorlamasına itiraz ederek, Kadıköy’de Türk-İş’le yürümeyi, “işçilerin birliği” ve “alan fetişizmi”ne karşı mücadele adına savunmuştu).
2010’da başlayan üç yıl süren kutlamalar, oldukça kitlesel geçmiş, işçi sınıfına ve sola güven duygusu aşılamıştır. Büyüyen kitlesellik ve özgüven AKP’de kaygı yaratmış bu nedenle Taksim’i yasaklama (2013) yoluna gitmiş; alan önemsemeyen örgütlerden TKP, Kadıköy’e gitmeyi tercih ettikten bir ay sonra Gezi İsyanı patlamış ve yasak, ciddi bir direnişin ardından gelen Gezi isyanıyla yerle bir edilmiştir.
1 Mayıs 2016’ya girilirken, Saray ve AKP iktidarı, işçi sınıfına ve halka karşı bir savaş yönetimine dönüşmüştür. İşçiler, özel istihdam büroları adıyla ve kıdem tazminatlarının gasbıyla yeni bir kölelik rejimiyle karşı karşıya bırakılıyor; sendikalar bunu engellemek için çabalıyor. Kürtler yeni bir savaş politikasıyla teslim alınmaya çalışılıyor ve her gün 5-10 insanın hayatını kaybettiği bu savaşa karşı ilerici kesimler barış için mücadele ediyorlar. Kentler ve doğa sermaye saldırısı altında, kente ve doğasına sahip çıkanlar direnmeye çalışıyor. Yağma ve savaş rejiminin meşruiyeti için dinci gericilik pompalanıyor, mezhepçilik topluma dayatılıyor; laik kesimler ve Aleviler başta olmak üzere genişçe bir kesim gericiliğe karşı laiklik talebini yükseltiyor. Siyasal iktidardan ideolojik himaye gören erkek şiddeti her gün kadın cinayetleriyle sonuçlanmakta; kadınlar, şiddeti durdurmanın mücadelesini veriyorlar. Parlamento, devre dışı bırakılmakta fiili başkanlık (diktatörlük) hayata geçiriliyor; muhalefet buna karşı direnmeye çalışıyor…
Özetleyerek saydığımız konularda, saldırgan tarafı Saray/AKP iktidarı temsil ederken direnen tarafı 1 Mayıs’a katılan irili ufaklı tüm ilerici, sol örgütler temsil etmektedir. 1 Mayıs da işte bu iki kesimin siyasal olarak karşı karşıya geldiği bir gündür. Bir tarafta iktidar gücüyle organize olmuş (birleşik hareket eden) yağma, savaş, gericilik, mezhepçilik, cinsiyetçilik, faşizm, diktatörlük diğer tarafta organize olamamış/birleşememiş halkın hakları, eşitlik, özgürlük, laiklik, demokrasi güçleri karşı karşıyadır.
1 Mayıs 2016 iktidar tarafının saldırganlığı artırdığının, halk saflarının buna yanıt üretmede zorlandığının göstergesi olarak tarihe geçti. Kuşkusuz sınıf mücadelesinde güçler her zaman görüntüler üzerinden ölçülemezler, ilerici parlamalar en olmadık zamanlarda ortaya çıkabilir. Bunu Erdoğan da biliyor. Bu nedenle halkla, işçi sınıfıyla, Kürtlerle, Alevilerle, solla mücadeleyi en sert yöntemlerle sürdürme kararlılığındadır. 1 Mayısların başta Taksim olmak üzere kentlerin hakim meydanlarında yapılmasının engellenmesinin nedeni de budur. Yoksa Recep Tayyip Erdoğan bir alan fetişisti değildir (O’nun ki olsa olsa kupon araziler nezdinde meta fetişizmi ile açıklanabilir).
Bu yılın 1 Mayıs’ı, Diyarbakır’dan başlayan Suruç, 10 Ekim ve bir dizi bombalı saldırıya ek olarak polis şiddeti ile iki yönlü terörize edilmiş/olmuş bir muhalefet tarafından organize edildi. Sürecin iyi yönetilememesi İstanbul’daki Taksim yasağına Ankara’da Sıhhiye yasağını ekledi. Taksim gibi önemli bir simgenin savunulamamasının, yenilmiş bir ruh halini yayacağı görülmedi. Oysa Taksim ısrarı, iktidarı temkinli olmaya itmekte ve muhalefeti diri tutmaktaydı. Bu 1 Mayıs’ta Taksim’de ısrar edilemeyince aslında pazarlık da edilememiştir. Bakırköy’e varan sürecin terörize ruh hali Adana’da, Tarsus’ta mitingleri tamamen, Mersin’de ise yürüyüşü iptal ettirmiş, hatta Bakırköy’ün yürüyüş güzergahının belirlenmesinde tertip komitesinin elini zayıflatmıştır.
1 Mayıs’ın bileşeni kimi partiler, hazırlık tartışmalarında oldukça yanlış bir yöntem izleyip, ilerici emek ve meslek örgütlerinde karar ve inisiyatif zafiyeti yarattılar. 9 Nisan’da, CHP İstanbul İl Başkanı’nın “Taksim’i takıntı haline getirmemek lazım, neresi gösterilirse orada 1 milyon kişiyle buluşalım” önerisi, gerçeklik payı olmaması bir kenara iktidarın elini rahatlatan ilk açıklama olmuştur. İkincisi ise Demirtaş’ın grup konuşmasında “Bu tarihi dönemde tartışmayı Taksim oldu mu olmadı mı tartışmasına indirgememek lazım” demecidir. Tabi bunlara bir de EMEP mahreçli sendikacıların Evrensel gazetesi aracılığıyla yürüttüğü kampanyayı eklemek gerekir. Bunlar, “içeride” yapılacak demokratik bir tartışmadan istedikleri sonucun çıkmayacağı korkusuyla “Taksim’de ısrar etmek sermayenin ekmeğine yağ sürmektir” saçmalamasına kadar işi vardırıp, Taksim’de ısrar edilirse başka bir yasal alan girişiminde bulunacaklarını deklare etmekten çekinmemişlerdir. Hep birlikte başardıkları tek şey ise iktidarın elini güçlendirmek oldu. Ve ne acıklıdır ki, Bakırköy’ün son anda (Newroz’a yasaklandığı gibi) yasaklanmamasının sebebinin, devrimcilerin Taksim kararlılığı olduğunu göremeyecek bir görüş menziline sahipler. Bu tarz tutumlarda ısrar edildiğinde, önümüzdeki süreçte sola ciddi güçlükler yaşatılacağını vurgulayarak bu tartışmalara bu yazı kapsamında bir nokta koyalım.
Her şeye rağmen bereketli topraklar üzerinde yaşıyoruz. Sınıf mücadelesi deneyimleri de devrimci geleneği de güçlü bir ülkedeyiz. Bir taraftan bombaların diğer tarafta polis şiddetinin yarattığı terör kıskacına ve sabahında bombaların patlamasına karşın 1 Mayıs 2016’da sol kitleler, adeta silahsız ve savunmasız olarak cepheye giden gönüllülerin ruh haliyle, ağır bedeller ödemeyi göze alarak alanlara akmışlardır. Tüm ülkede geçtiğimiz yıllara göre katılımda ciddi düşüş yaşansa da, her yerde sayılar beklenenin üstündedir. Coşku da kararlılık da öyle. Adana’da, Mersin’de yasağa rağmen sokağa çıkılması, Zonguldak’tan, İzmir’e, Ankara’ya kendi güvenliğini alma iradesi göstererek kitlelere güven verilmesi 1 Mayıs’ı, katılanları umutlandıran bir gün yaptı.
Ekonomist, sendikalist yaklaşımların aksine 1 Mayıs’lar politik(leşmiş) gündemlerle gerçekleşti. İlerici emek örgütlerinin mitinglerinde gündemin merkezine emeğin köleleştirilmesine, gericiliğe, savaşa karşı, barış ve laiklik otururken; iktidar yanlısı sendikaların mitinglerinde “teröre karşı birlik, yeni anayasa talebi” gündemin odağındaydı. Diğer yandan Taksim’e dönük ısrarların yoğun polis önlemine ve tehdidine rağmen sürdürülmesi önümüzdeki süreç açısından önemlidir, sembolik kalması bu önemi ortadan kaldırmamakta, faşizme karşı direnişin güçlü damarına da işaret etmektedir..
AKP/Saray iktidarı, halka karşı yağmacı, gerici, faşist bir savaş yönetimidir. Geniş yığınlar çeşitli başlıklarda, dağınık ve kısa süreli de olsa önemli direniş meşaleleri yakmaktadırlar.
Devrimcilerin ve diğer tüm muhalif kesimlerin yapması gereken bu direniş meşalelerinin sürekliliğini, canlılığını ve kitleselliğini sağlamaktır. Hiç umulmadık zamanları ve fırsatları yaratan şey, halkın bağrındaki potansiyelleri tutuşturan kıvılcımlar olma iradesidir ki, biz buna devrimcilik diyoruz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.