1 Mayıs başta olmak üzere AKP faşizmi ile göğüs göğüse gelmemizin kaçınılmaz olduğu günlerden geçiyoruz, direniş göğüs göğüse yaşanacak, zafer de yenilgi de böyle elde edilecektir
1 Mayıs başta olmak üzere AKP faşizmi ile göğüs göğüse gelmemizin kaçınılmaz olduğu günlerden geçiyoruz, direniş göğüs göğüse yaşanacak, zafer de yenilgi de böyle elde edilecektir. Gerisi tarihin (en azından bu kesitinin) konusu değildir
Ortada iki Erdoğan var. Washington ziyareti öncesi Obama’nın peşinden koşan, IŞİD çetelerine desteği dünya çapında dillerde dolaşan, tüm komşu ülkeleri kendine düşman etmiş, mezhepçi politikaların baş aktörü Erdoğan. Ziyaret sonrasında Obama’yla görüşme başarısına erişmiş, hâlâ emperyalizmin en kullanışlı seçeneği olmanın özgüveniyle ülkeye dönen, mezhepçi düşmanlaştırma politikalarının sahibi kendisi değilmiş gibi İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) toplantısını “Dostları çoğaltmak, düşmanları azaltmak zorundayız” sözleriyle açan, mezhepçiliği “fitne” olarak tanımlayan Erdoğan.
AKP/Saray iktidarı, bir süredir dış politikadaki sıkışmışlığını ve “değerli yalnızlığını” aşmak için Rusya, Mısır, İran ve İsrail ile ilişkilerin “normalleştirilmesi” amacıyla çeşitli adımlar atıyor, girişimlerde bulunuyor. Hatta Cezayir aracılığıyla Suriye ile bile görüşüyor. Düşürülen Rus uçağının pilotunu öldüren Alpaslan Çelik, İzmir’de tutuklanıyor. Hakan Fidan’ın Moskova’ya gittiği söyleniyor. 2010’da yaşanan Mavi Marmara krizinden beri bozuk olan İsrail ile ilişkiler onarılmaya çalışılıyor. Erdoğan; Mısır’da Mursi’yi deviren darbeye tavır almadığı için “Aynaya bakacak yüzleri yok” dediği İİT Zirvesi’nde Mısır yönetimine teşekkür ederek konuşmasına başlıyor. Ancak ne Erdoğan’ın teşekkürü ne de Suudilerin çabası Mısır Dışişleri Bakanı’nın dönem başkanlığını devrettikten sonra zirveyi terk etmesini engelleyebiliyor. Suudi hakimiyetinde gerçekleşen İslam Zirvesi’nden “bölge ülkelerinin içişlerine karışmak, teröre destek vermek, iyi komşuluk ilişkileri geliştirmemek ve toprak bütünlüklerine saygı duymamak” ile suçlanan İran’ı kınama kararı çıkıyor. Zirvenin ertesi günü Erdoğan ve Ruhani, Kaçak Saray’da görüşüyor, “Türkiye-İran 3. Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi” toplantısı yapılıyor. Toplantıdan sonra yapılan açıklamalarda soyut “enerji-ticaret işbirliği” ve “bölgesel konularda dayanışma” vurguları yapılsa da özellikle Suriye politikası konusunda anlaşma sağlanamadığı görülüyor. Sonuç olarak Ortadoğu’da siyaset yeniden dizayn edilirken herkes kendi konumunu güçlendirmeye yönelik diplomasi yürütüyor. AKP, her başarısızlığının faturasını halkımıza yükleyerek yeni maceralar peşinde koşuyor.
YPG/YPJ öncülüğündeki Demokratik Suriye Güçleri’nin Fırat’ın batısında operasyon yapmasının önüne geçmek için ABD’ye “ılımlı muhaliflerle” IŞİD’i temizleme önerisi götüren Erdoğan’ın Washington dönüşünde cihatçı çeteler aracılığıyla başlatılan El Rai operasyonunun zaferi dört gün sürebildi, IŞİD kaybettiği yerleri geri aldı. AKP’nin Kilis’in karşısında bulunan Azez-Mare-Cerablus hattında “güvenli bölge” oluşturma hayalleri bir kez daha suya düştü. Putin-Obama arasında yapılan telefon görüşmesinde Suriye’de ateşkesin sürmesi için Türkiye-Suriye sınırının kapatılması gerektiği bir kez daha vurgulandı. Daha ilk hamlede Erdoğan’ın Washington pazarlığı da sahada tıkanmış görünüyor, maliyetini ise başta sınır kentlerinde yaşayanlar olmak üzere halklarımız ödüyor. Mart ayından beri Kilis’e 9 ayrı gün roket mermisi isabet etti ve 8 kişi öldü; 18 Ocak’tan beri toplam 50 roket atıldı, 10 kişi öldü, 30’u aşkın kişi yaralandı. Başta ABD, İsrail, Kanada olmak üzere yabancı ülke elçilikleri IŞİD tehdidi nedeniyle kendi vatandaşlarına üst üste uyarılar yapıyor. Diğer yandan AKP’yi tek başına iktidara taşıyan katliamlardaki ilişki ağlarının üzeri de dosyalardaki “gizlilik kararları”na rağmen örtülemiyor, mızrak çuvala sığmıyor. 10 Ekim Ankara Katliamı’na ilişkin müfettişlerin ön inceleme raporunda 14 Eylül’de, yani katliamdan 25 gün önce, IŞİD’in mitinglerde birden fazla canlı bomba ile eylem yapacağına dair istihbarat bilgisinin olduğu ve bu bilginin Ankara Emniyet Terörle Mücadele (C) Şubesi Müdürü Hüseyin Özgür Gür tarafından üstlerine ve mitingle ilgili önlem alan Güvenlik Şube Müdürlüğü’ne iletilmediği ortaya çıktı. Ankara Valiliği ise ne hikmetse(!) raporda adı geçen bu kişiler hakkında “soruşturma izni” vermemiş. Diyarbakır, Suruç, Ankara Gar ve Taksim’deki saldırıların talimatını verdiği belirlenen İlhami Balı’nın saldırı emirlerini, 2013’ten beri dinlenen telefon hatları üzerinden verdiğinin tespit edildiği ortaya çıkıyor, Balı’nın bu saldırı talimatlarını örgüt merkezinin bilgisi dışında verdiği, saldırıları yerel birimlerin yaptığı ve bu nedenle IŞİD’in Türkiye’deki saldırıları üstlenmediği de tespit ediliyor. Bu bilgi doğruysa Balı’nın, başka odaklardan, “sınırın öteki tarafına gönderilip bu tarafa sekiz bomba attırılanlardan” talimat alma ihtimali de hiç de az değildir. 10 Ekim anmalarının ciddi şekilde ele alınmasının, sadece kaybetttiklerimizi anma görevi açısından değil, hesap sormak ve katliamın aydınlatılması açısından da önemli olduğunu bu vesileyle bir kez daha vurgulamalıyız.
Savaş politikalarıyla Türkiye halklarını bataklığa sürükleyen, yolsuzluklarından taciz, tecavüz, çocuk istismarına kadar çürümüşlüğü her yerinden dökülen gerici-faşist AKP/Saray iktidarı, fiili diktatörlüğünü kurumsallaştırmanın taşlarını döşüyor. MHP’ye operasyon çekiyor, savaşın yarattığı milliyetçi kutuplaştırma siyasetini kullanarak milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması için Anayasa teklifini meclise getiriyor, zaten istemediği zaman işletmediği meclisi zapturapt altına alarak tamamen işlevsizleştirmek istiyor. Karşısında parlamenter düzlemde program sahibi/etkili bir muhalefetin yokluğunu fırsata çeviriyor, kendi suçlarını örtüp gündemi belirliyor, istediği gibi at koşturuyor.
Anamuhalefet partisi CHP’nin Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ise Anayasa’ya aykırı olduğunu bile bile Anayasa değişikliği teklifine “Evet” diyeceklerini açıklıyor. Gerekçesi ise daha beter; “Hayır dersek HDP’lileri destekliyorlar” diyecekler. Siyasette senin kendi ilkelerin vardır, doğruların vardır, bir programın ve çizgin vardır. İktidar hedefin vardır. Siyasetini kendi ilkelerine göre belirler, çizgin ve hedefin doğrultusunda hareket edersin. En hafif tabiriyle “Kim ne der” diyerek bırakın siyaset yapmayı yaşayamazsın bile. “Esadçı diyecekler” korkusu ile Suriye savaşına karşı çıkamazsın, “Alevi diyecekler” korkusu ile dinci gericilikle yaşamlarımızın kuşatılmasına karşı mücadele edemezsin. Bağımsız siyaset kuramazsın, kendi siyasetinin öznesi olmak yerine başkasının siyasetinin nesnesi olmayı tercih etmiş olursun. Saray’ın 7 Haziran seçimlerinden sonra “istikşafi görüşmeler”le parlamenter siyasetin bileşenlerini etkisizleştirerek adım adım kendisini tek başına iktidara taşıdığı 1 Kasım seçimlerine giden dönemde yapılan yanlışı tekrar etmek, göz göre göre çürümüş diktatörlüğünü anayasal güvenceye kavuşturacak yolun taşlarını döşemesine onay vermek sadece bir “hata” olmayacaktır.
Bugün halkın ortak çıkarı, savaşın, faşizmin, gericiliğin iktidarı AKP/Saray iktidarından kurtulmaktır.
1 Mayıs yaklaşıyor. İktidarın 1 Mayıs’a dair tutumu siyasal hedeflerine uygun adımlara göre yani faşizmin kurumsallaştırılması, başkanlık rejimine geçilmesi adımlarına göre belirleniyor. Dokunulmazlıkları hukuksal ve anayasal normları çiğneyerek kaldırmaya girişmesi ve CHP’yi peşine takması da, MHP’yi karıştıran müdahalelerde bulunması da bu adımların parçalarıdır. Taksim’in işçi sınıfına yasaklanmaya devam edilmesi, ilerici muhalefetin ve emek örgütlerinin yılda birkaç kez büyük eylemler-mitingler gerçekleştirdikleri Ankara Sıhhiye Meydanı’nın da yasaklı alanlar arasına alınması*, valiliğin ilan ettiği miting alanlarından olan Bakırköy Pazar yerinde dahi Newroz Mitingi’nin yapılmasının yasaklanması ve birçok hak eyleminin polis saldırılarıyla engellenmesi vb. AKP’nin politik hedeflerine göre belirlenmektedir. Bu faşist baskılar karşısında ilerici muhalefet örgütlerinde geri çekilme eğilimleri giderek artmaktadır. Muhalefet göğüs göğüse mücadeleden kaçındıkça, geri çekilmeyi direnişi erteleme biçimine büründürdükçe faşizm daha fazla baskı yapmaktadır.
Ne yasal alana taşındığında İstanbul Newroz Mitingi, ne dolgu alanında konsere razı olunduğunda Grup Yorum konseri yasaklanmaktan kurtulmaktadır. Ne dokunulmazlıklar konusunda AKP’nin hışmına uğramaktan kaçınan CHP, ne 1 Mayıs alanlarından vazgeçenler ne de 1 Mayıs’ın yerini ve tarihini değiştirerek bir hafta sonra kutlamaya kalkanlar AKP’nin baskısından kaçınabileceklerdir.
1 Mayıs başta olmak üzere AKP faşizmi ile göğüs göğüse gelmemizin kaçınılmaz olduğu günlerden geçiyoruz, direniş göğüs göğüse yaşanacak, zafer de yenilgi de böyle elde edilecektir. Gerisi tarihin (en azından bu kesitinin) konusu değildir. Direnme, göğüs göğüse mücadele eğilimlerini, “gün fetişizmi, alan fetişizmi, slogan fetişizmi” söylemleri ile mahkum etme çabalarını bu topraklar daha önce de gördü ve mahkum etti; bu ve benzer söylemleri yeni ve yeniden dile getirenlere, kendi icatları olduğunu sanmayıp yakın tarihe bakmalıdırlar. 1 Mayıs, bu topraklarda bir dizi geri çekilmelere, ileri atılmalara, zaferlere, yenilgilere karşın hep bir mücadele bayramı olarak anlam taşıdı ve öyle olmaya devam edeceğinden kuşkumuz yoktur. İçeriğinin boşaltılamamasının sırrı bu tarihin sayfalarında gizlidir. Bu ülkenin gerçek sahipleri; işçileri, emekçileri, kadınları, gençleri, Kürtleri, Türkleri, Arapları, Alevileri olarak “Ya baş eğeceksiniz ya baş vereceksiniz” diyenlere karşı cevabımızı ayağa kalkarak vereceğiz! 1 Mayıs, İstanbul’da, Taksim’de ve ülkenin dört bir yanında emeğimiz, özgürlüğümüz için, barış, laiklik ve demokrasi için emeğin mücadele günü/bayramı olarak direnişle kutlanacaktır.
* Sıhhiye Meydanı’nın 1 Mayıs’a yasaklanmasına cevaben Kolej ve Tandoğan meydanlarını baştan kabul ederek yanıt verenler aynı zamanda, Ankara’da -yılda birkaç kez yaptığımız- Türkiye mitinglerinin de yasaklanmasına zemin hazırlanmasına ses çıkarmamış olacaklardır. Elbette ki kaybettiğimiz alanları/mevzileri tekrar almayı da biliriz ama bunun, nasıl verdiğimizle ilgili olduğunu da unutmamalıyız.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.