Yağmacılara karşı tüm kentin seferber olduğu direniş, savaşla ve faşizmle halkı teslim almaya çalışan AKP’nin yarattığı karanlığı parçalayarak halkın umudunu, çürümüş diktatörlüğün korkularını büyüttü AKP’nin yönetemeyen bir iktidar olduğuna dair göstergeler giderek çoğalıyor. Halktaki hoşnutsuzluk büyürken, direnme eğilimleri de Batı’da yeniden uç vermeye başladı. Ulaşım ve ekmek zamlarına karşı örgütlenen tepkiler, Diyanet’te simgeleşen gericiliğe karşı […]
Yağmacılara karşı tüm kentin seferber olduğu direniş, savaşla ve faşizmle halkı teslim almaya çalışan AKP’nin yarattığı karanlığı parçalayarak halkın umudunu, çürümüş diktatörlüğün korkularını büyüttü
AKP’nin yönetemeyen bir iktidar olduğuna dair göstergeler giderek çoğalıyor. Halktaki hoşnutsuzluk büyürken, direnme eğilimleri de Batı’da yeniden uç vermeye başladı.
Ulaşım ve ekmek zamlarına karşı örgütlenen tepkiler, Diyanet’te simgeleşen gericiliğe karşı kadınların öfkesi, irili ufaklı işçi direnişleri, kimi yerde yol için ağaçların kesilmesine karşı kimi yerde baz istasyonlarına karşı küçük direnişler, AKP programına karşı ayağa kalkmanın çeşitli işaretleriydi. Bu irili ufaklı kıpırtılar Cerattepe’de bir kentin ayağa kalkışına dönüştü.
Artvin halkı; yargı kararlarını uygulamayan, iradelerini yok sayan AKP’nin, adı hafızalara büyük talan projeleri kadar Erdoğan’ın kurduğu kirli çıkar ağının ortaya döküldüğü tapelerle de kazınan Cengiz Holdingi’yle, yedi farklı ilden getirttiği jandarması, polisiyle başlattığı yağma harekâtına karşı kentini, doğasını ve yaşam alanlarını savunmak için kadını-erkeği, yaşlısı-genci, şoförü, esnafı, mühendisi ile topyekün direnişe geçti.
Yağmacılara karşı tüm kentin seferber olduğu direniş, savaşla ve faşizmle halkı teslim almaya çalışan AKP’nin yarattığı karanlığı parçalayarak halkın umudunu, çürümüş diktatörlüğün korkularını büyüttü. Halkın fiili direnişle yağmayı engellemeye çalışması, AKP’nin tüm kirli provokatif çabalarını işe yaramaz hale getirdi, geriye elinde çıplak polis zoru kaldı.
AKP, parti devleti uygulamaları ile şirket devleti uygulamalarını Artvin’de açık bir biçimde içi içe hayata geçirmeye çalışıyor. 70’lik dedenin saptadığı gibi Artvin halkının karşı karşıya geldiği faşizmdir. Devlet, yargı, kolluk kuvveti, bakanlar, başbakan, cumhurbaşkanı şirketin yağmasını gerçekleştirmesi için halka karşı seferber olmuştur. Halka kendi yaşadığı şehir hakkında söz hakkı bile tanımazken şirketin yağması için tanınan olanaklar sınırsızdır. Olmayan-işlemeyen adaletten, parlamentodan, temsili siyasetten medet ummak parti-şirket devleti uygulamaları karşısında halkı savunmasız bırakmaktan başka anlama gelmemektedir. Demokrasiyi, halkın söz-karar hakkını gerçekleştirecek tek yol ise direniştir.
Şimdi direnişin amacından-madenin işletmeye açılmasının engellenmesi-sapmasına izin verilmeden sürdürülmesi esas olandır. Her direnişte olduğu gibi bu direnişte de izlenecek yol, yöntem, kullanılacak araçlar ve hedefler konusunda farklı eğilimler ortaya çıkacaktır. Bu kitlesellikte, farklı kesimleri yan yana getiren bir direnişte farklı direnme biçimlerinin zenginlik olarak içiçe sürdürülebilmesi önemlidir. Ancak, sadece protesto ile sınırlı kalan; AKP’nin, valinin, holdingin, polisin vs. insafına sığınan, dolayısıyla kenti yaşanmaz hale getirecek ve doğayı katledecek yağmanın karşısında etkisiz kalacak yaklaşımların egemen kılınması yağmacıların arzuladığı bir durumdur. Madene karşı olan her örgütün, partinin, sendikanın, odanın, baronun, bireyin kısacası herkesin yapacağı en temel şey demokrasinin “d”sinin olmadığı bir yerde, fiili direnişle kenti ve doğayı yağmacıların elinden kurtarmaktır. Buna dair ufku ve planı olmayan tartışma ve yaklaşımların dikkatleri dağıtmaktan başka anlamı yoktur. Olay basit ve nettir: Artvin halkı doğasını ve şehrini yağmacılara karşı savunmakta, devlet ise şirketin yağması için halka saldırmaktadır.
Böylesi zamanlarda başka bir hastalık da “Burası Cizre değil” tarzı yaklaşımlarla AKP saldırısı altındaki farklı kesimlerin birbirlerini düşman görmelerine neden olmaktır. Oysa aynı yağmacı, gerici, faşist, mezhepçi rejim tarafından ezilenlerin çıkarları ortaktır. AKP’nin yağma, savaş ve sömürü politikalarına karşı tüm kesimlerin ayrı ayrı hakları için mücadele etmelerinin zorunlu olması kadar bu mücadeleleri eşitlik, özgürlük, laiklik, kardeşlik, barış ve demokrasi ekseninde ortaklaştırmaları da o kadar zorunludur. Bu, Saray iktidarını sarsacak gerçek bir ayağa kalkışın programıdır. Bilinmelidir ki Diyarbakır’da direnenleri ezmesi, Artvin’de direnenleri ezmek için elini güçlendirecektir. Katliam, savaş ve talanın Saray iktidarının temel karakterine dönüştüğü ve bu iktidar durdurulmadan durmayacağı unutulmamalıdır.
AKP’yi 1 Kasım seçimlerinde iktidara taşıyan savaş ve katliam politikaları kendisini de sıkıştırır hale geldi. Bu kez bombalar askeri kurumların ve lojmanların bulunduğu “devletin merkezi”nde patladı. Meclis’e 500 metre uzaklıkta.
Saldırı, Suriye politikasında tamamen devre dışı bırakılan AKP’nin, Türkiye’den Suriye topraklarını-YPG/YPJ’yi-obüslerle bombaladığı, Kürt illerinde sokağa çıkma yasaklarıyla sığındıkları yerlerde kurtarılmayı bekleyen insanların bombalanarak, yakılarak katledildiği, geri kalana da-Fırat’ın doğusuyla batısıyla- bu katliamın izletildiği, katledilen kadınların çıplak bedenlerinin sokaklarda sergilendiği halka yönelik psikolojik terör ve katliamlarla süren savaş politikalarının krizi daha da derinleştirdiği bir dönemde gerçekleşti.
Ankara saldırısı, AKP’nin hem içeride hem dışarıda yürüttüğü savaş politikalarının bu ülke topraklarını hem uluslararası hem de bölgesel çatışmaların cephesi haline getirdiğini, ülke halklarının can güvenliğini tehdit ettiğini bir kez daha göstermiştir. Savaş politikalarının devamı daha derin çatışmalara gebedir.
Suriye savaşında Esad’ı gönderme planları, cihatçı çeteler aracılığıyla yürütülen iç savaşın Suriye’yi bir cihatçı bataklığına çevirmesi ve “ılımlı muhalifler” kartının da tutmaması üzerine iflas etti. Ortadoğu siyasetinde kaderini cihatçı çetelerin kaderi ile ortak hale getiren AKP, dış politikada “değerli yalnızlığı”yla baş başa kaldı.
Şu an önceliği Suriye’nin kuzeyinde, Azez Cerablus arasında, Kürt koridorunun oluşmasına engel olmak. O nedenle Rus savaş uçağını düşürdüğünden beri havadan Suriye sınırına burnunu uzatamayan AKP, Azez’in güneyindeki stratejik Minnağ (Minih) hava üssünü ele geçirmelerinden itibaren Azez’e ilerleyen YPG/YPJ öncülüğündeki Demokratik Suriye Güçleri’ni uzaktan obüs saldırısıyla vuruyor. Türkiye topraklarından cihatçıları geçiriyor. ABD’den ve Rusya’dan top atışlarının durdurulması için defalarca aldığı uyarılara Avrupa Birliği de dahil oluyor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) sözlü uyarıda bulunuyor. NATO “Türkiye’ye sınırsız koruma sağlayamayız” açıklaması yapıyor.
Her krizi kendisi için fırsata çevirmeyi başaran AKP’nin Ankara saldırısının ardından “Elimizde deliller var, YPG yaptı” diyerek PYD-YPG’yi “terör örgütü” olarak kabul ettirme ve Suriye’ye müdahale için ABD onayı alma taktiği tutmadı. Erdoğan’ın Obama ile telefon görüşmesinin ardından Kaçak Saray’dan yapılan “Obama, YPG’den duyduğu kaygıyı dillendirdi, NATO olarak Türkiye’nin arkasında olduklarını söyledi, konuşma ortaklık vurguları eşliğinde geçti” açıklaması, Beyaz Saray’ın yaptığı açıklama ile bir kez daha yalanlandı. Top atışlarının durdurulması çağrısının Erdoğan’a bizzat Obama tarafından da yapıldığı ortaya çıktı. Erdoğan’ın “meşru müdafaa hakkımız var” açıklamalarına ABD’den meşru müdafaa hakkı kendi topraklarınız için geçerli, Suriye’ye top atışlarına son ver yanıtı geldi. Üstelik ABD, “PYD-YPG” karşısındaki tutum yüzünden IŞİD karşıtı koalisyondan çekilmek istersen kendi kararın restini çekti. Rojava’da inşa edilen Rumeylan Hava Üssü’nün açılmasıyla birlikte “ABD’nin bize ihtiyacı bizim onlara ihtiyacımızdan daha fazla” diyerek ileri sürdüğü İncirlik üssü kozunu da kaybedecek. Son olarak ABD ve Rusya, Suriye’de ateşkesin 27 Şubat’ta başlaması konusunda anlaştıklarını, El Kaide’nin Suriye kolu Nusra Cephesi, IŞİD ve BMGK’nın “terör listesi”ndeki grupların ateşkes kapsamına alınmayacağını açıkladı. Bu durum Davutoğlu’nun “Azez düşmeyecek” dediği, AKP’nin can hıraş top atışlarıyla korumaya çalıştığı Nusra ve Ahrar’uş Şam’ın elindeki Azez’in yakın zamanda “düşeceği”, AKP’nin cihatçılar için oluşturduğu fiili tampon bölgenin sonu anlamına geliyor.
AKP’nin tamamen köşeye sıkışan Suriye politikasının çıkışı olmadığı gibi, “stratejik ortak” olma iddiasıyla girdiği Suriye macerasında “eski müttefiki” ABD ile arasının açılması egemen sınıflar açısından gerilim zeminini de büyütüyor. Yandaş medya, ABD aleyhine yayınlarla iç kamuoyunda durumu toparlamaya çalışırken yandaş yazarlardan “Suriye politikası sorunlu” yazıları yazılmaya başlandı. AKP, yalan ve manipülasyonla üzerinin örtülemeyeceği bir krizle karşı karşıya.
Haziran İsyanı’na kadar neoliberal-gerici politikalarını uygulamayı başaran AKP iktidarı, en büyük darbesini halk isyanıyla, ikincisini ise 7 Haziran seçimleriyle sandıkta aldı. Rıza üretme mekanizmalarını yitiren, savaşla ve faşizmle politikalarını yürütmeye çalışan AKP/Saray iktidarının dış politikada tamamen yalnızlaşması, AKP içinden muhalefetin varlığını hissettiren çıkışları, Anayasa uzlaşma komisyonunun dağılması, Ankara saldırısını lehine çevirememesi, Erdoğan’ın artık programını yönetemekte zorlandığını gösteriyor. Ancak buradan emperyalistlerin, egemen sınıfların ya da AKP içi çatışmaların Erdoğan’ın diktatörlüğünü durdurabileceği sonucu çıkarılamaz. Egemenlerin iç dengeleri doğrultusunda sistemi restore/revize etmelerini beklemek elbette sosyalistlerin, devrimcilerin işi değildir. Çürümüş diktatörlük ancak halkın kendi özgücüyle, halk demokrasisi için ayağa kalkmasıyla yıkılabilir.
AKP iktidarının yıllardır sürdürdüğü yağma, talan ve sömürü politikaları, hedef aldığı tüm toplumsal kesimlerde büyük bir hoşnutsuzluğu da biriktiriyor. Artvin halkı Cerattepe’de; direnişin mayalandığı yerlerde bu hoşnutsuzluğun nasıl bir halk isyanına dönüştüğünü, AKP’nin yandaş sermayesiyle, polisiyle, jandarmasıyla giriştiği yağma harekâtının karşısında halk barikatının kurulabileceğini gösteriyor.
Suriye’de ve Kürt sorununda yaşadığı başarısızlığa bir de ekonomik kriz eklenmesini istemeyen AKP/Saray iktidarı, önümüzdeki dönemde neoliberal politikaları daha saldırgan ve pervasız bir şekilde uygulamaya girişecek. İlk hedefleri işçilerin kıdem tazminatının gaspı ve yeni bir kölelik rejimi olan özel istihdam bürolarının hayata geçirilmesi olacak. Çok geçmeden bu sefer işçilerin kıdem tazminatının yağmasına ve yeni kölelik rejimine karşı ayağa kalkışına tanık olacağımız günlerin yaklaştığı bilinciyle hareket edilmelidir.
AKP’nin yönetemez hale geldiği koşullarda farklı alanlardaki direnme eğilimlerini sonuç alıcı ve devrimci bir hatta örgütlemek, barikatları çoğaltmak ve bunu ortak bir kanala yönlendirmek ancak devrimcilerin müdahalesi ile mümkündür.
Meşru militan kitlesel bir çizginin devrimci bir politik ufukla ve AKP’ye karşı mücadele içinde şovenizme karşı kardeşleşmeyi ihmal etmeden…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.