Tayyip Erdoğan sayesinde artık herkes siyaset uzmanı oldu. Herkes biliyor ki bugün ülkede yaşananların tek bir nedeni ve tek bir amacı var.[1] Nedeni, AKP’nin seçimden tek parti iktidarını çıkaramaması ve amacı da (mümkünse anayasayı değiştirecek çoğunluğu da elde ederek) AKP’yi yeniden tek parti hükümeti haline getirmek. AKP’nin tek parti hükümeti olması ise daha “büyük bir […]
Tayyip Erdoğan sayesinde artık herkes siyaset uzmanı oldu. Herkes biliyor ki bugün ülkede yaşananların tek bir nedeni ve tek bir amacı var.[1] Nedeni, AKP’nin seçimden tek parti iktidarını çıkaramaması ve amacı da (mümkünse anayasayı değiştirecek çoğunluğu da elde ederek) AKP’yi yeniden tek parti hükümeti haline getirmek. AKP’nin tek parti hükümeti olması ise daha “büyük bir amacın” parçası; Tayyip Erdoğan’ın diktatörlüğünü sağlamlaştırmak.
Tayyip Erdoğan, bu “ulvi” amacı için daha önce de sık sık yaptığı gibi, oyunun kurallarını değiştirmekte hiçbir beis görmüyor. Hatırlanacağı gibi iktidara gelme süreci de dahil olmak üzere, bütün iktidar dönemi boyunca sürekli yeni kurallar koyup, işine gelmeyen kuralları takmadan iktidarını sağlamlaştırmaya uğraştı.[2]
Seçimden önceki en büyük kural değişimi ise Dolmabahçe Mutabakatını –ki kendisinin onayıyla o noktaya gelinmişti- yok saymak oldu. Son seçimlere kadar sürekli kullandığı “milli iradeyi ben temsil ediyorum çünkü çoğunluğun oyunu ben aldım” kuralı ise artık uygulanmıyor. AKP, hükümet kurabilecek oyu yani halk onayını alamamasına rağmen yarısı milletvekili bile olmayan bakanlarıyla şu an mutlak iktidar olarak konumunu devam ettiriyor. Düzenin teamüllerine göre bile şu anki AKP hükümeti gayrimeşrudur ve meclisin çoğunluğunun onayını alamayan bu hükümet hiçbir kritik kararı uygulayamaz.
20 Temmuz’da Suruç’ta 32 devrimcinin katledilmesiyle ise yeni bir oyun ve bu oyunun yeni kuralları sahnelenmeye başlandı. Tekrar etmeye gerek yok, bu oyunun amacını herkes biliyor. Şimdiye kadar 1500’den fazla kişi gözaltına alındı ve 50’ye yakın insan öldürüldü.[3] Bahane IŞİD, hedef solcular ve özellikle Kürt siyasi hareketi.[4]
Sürecin, biçimi farklı olacak olsa da bu tür provokasyonlarla değiştirilmeye çalışılacağı bütün siyasi aktörler tarafından görülüyor ve belki alınan özel duyumlarla biliniyordu. KCK’nın, 11 Temmuz’da yol ve baraj inşaatı çalışmalarını da gerekçe göstererek “çatışmasızlık” bitmiştir demesi, yine aynı süreçte “Barış Bloku”nun bir an önce kuruluşunun ivedilikle gerçekleştirilmesi bu eksende değerlendirilmeli.
Diğer yandan bölgedeki gelişmeler, AKP’nin bölgedeki pozisyonunu yenilemesini zorunlu kılmaktadır. Bu değişimin içerideki “icraatları”nı da “kısmen” etkilediğini eklemek gerek. Bilindiği gibi ABD, bir süredir bölgedeki pozisyonunu “doğrudan oyun kurucu” olarak değiştirmiş bulunuyor. Kuşkusuz bunun nedeni İran’ın bölgede artan etkisi ve her şeye rağmen Esad rejiminin ayakta kalmasına paralel IŞİD’in kontrol edilemezliğinin artan bir şekilde büyümesi.
Anlaşıldığı kadarıyla uzunca bir süredir ABD tarafından yapılan hazırlıklar, bu süreçte meyvesini vermeye başladı. 14 Temmuz’da, İran ile Batılı devletler arasında Avusturya’nın başkenti Viyana’da gerçekleştirilen nükleer müzakerelerde anlaşma sağlandı. ABD ve İran arasında yapılan bu anlaşmanın bölgedeki diğer sorunları ve özellikle Suriye konusunu içermediğini söylemek safdillik olur. ABD’nin İran ile ve daha da önemlisi Rusya ile bölgedeki temel sorunlar üzerinde anlaştığı ve ABD Dışişleri Bakanı’nın bölge gezisi ile bu anlaşmanın ayrıntılarının uygulamaya geçirilmeye başlandığı ortada. Özellikle Suriye konusunda ABD, ilk hedefini IŞİD’in bertaraf edilmesi olarak belirlemiş durumda. Dolayısıyla Esad rejiminin devamı kabul edilmiş oluyor. Sahada ise ortak hareket edebileceği tek yerel siyasi ve askeri güç Kürtler. Eğit-donat-gönder projesiyle bir başka askeri güç yaratılmak istense de bu projenin çöktüğü kesinleşmiş durumda.[5] Dolayısıyla oradaki Kürtlere olan “ihtiyaç” ABD açısından PKK’yle de ilişkisinde önemli bir etken. Ve anlaşıldığı kadarıyla hem AKP hem de PKK bu durumun “farkında”.
Bu gelişmelerin Tayyip Erdoğan’a etkisi (kuşkusuz daha önce de olmuştur ama) basına yansıdığı kadarıyla 22 Temmuz sabaha karşı (saat farkından dolayı) oldu. ABD Başkanı Obama’nın Tayyip Erdoğan’ı (Suruç Katliamından 2 gün sonra) araması, tarihe AKP’nin Suriye politikasından vazgeçtiği ve tüm inisiyatifi, hem askeri ve bundan daha da önemlisi siyasi inisiyatifi ABD’ye devrettiği “an” olarak geçecek. Ve 23 Temmuz’da AKP hükümeti, ABD’ye İncirlik’in Suriye operasyonları için kullanılması “izni” verdi.[6] İncirlik’in kullanıma açılması yakıt tasarrufu yapmak anlamına gelmiyor elbette. Bunun asıl karşılığı; “siyasi sorumluluğun” tam olarak ABD’ye devredilmesi ya da başka bir ifade ile ABD tarafından alınmasıdır.
Tayyip Erdoğan’ın bu “yeni” duruma mutlak uyum sağlaması elbette beklenemez. Şimdiye kadar kurduğu ideolojik söylem ve IŞİD ile girdiği ilişkiler bu durumu imkansız kılıyor.[7] Bu koşullarda yapması gereken en önemli ve ilk iş, tehlikeye giren iktidarını yeniden tesis etmek. Bunu da IŞİD ile savaşarak yapamayacağından bilindik ezbere geri dönmek en iyisi; yani PKK’yi terörist ilan etmek, bir işe yaramayacağını bilse de Kandil’e bomba yağdırmak,[8] provokasyonlar yaratarak toplumun istikrar ve huzur arayışını en güçlüden yana devşirmek. Erdoğan’ın bu stratejisi işe yarar mı? Kısa vadede belki ancak orta ve uzun vadede asla. MHP ile girdiği ilişkide işe yaradığı aşikar. Erdoğan’ın icraatlarından güç alan, durumu fırsata çevirmeye çalışan MHP iyice azgınlaşmış durumda. Meclis başkanlığında AKP’ye verdiği desteği, olağanüstü oturumda yine AKP’lilerle birlikte hareket etmesini sürekli HDP karşıtlığıyla açıkladı. Erdoğan da bu tutumdan aldığı cüretle, MHP’nin güven oylamasına katılmayarak (gerekçe belli; HDP’lilerle aynı oyu vermeyiz) vereceği dolaylı destek sayesinde “AKP’nin kuracağı azınlık hükümeti” ile erken seçim planları yapar oldu. MHP’nin “çözüm sürecinin bittiği açıklanmadan asla olmaz” restine Bülent Arınç’ın bulduğu formül ise kıvraklığının daha doğrusu -önceki süreçlerde kanıtladığı üzere- ne kadar iyi kıvırdığının kanıtı niteliğinde; “ismini değiştiririz olur biter, nasıl olsa daha önceki isimleri de farklı idi, ‘demokratik açılımdı’, ‘milli birlik ve kardeşlik projesi’ idi. Şimdiki de ‘çözüm süreci’ olmaz, Bahçeli bir isim bulur, onu koyarız”.
İster erken seçim olsun isterse herhangi bir koalisyon ya da azınlık hükümeti Tayyip Erdoğan’nın ve AKP’nin iktidardan düşmesini sağlayacak süreç tek başına Kürt sorunu karşısında aldıkları tutuma muhalefet etmekten oluşamaz. Kuşkusuz Kürt halkına karşı uygulanan faşist politikalara karşı çıkmak, Kürt halkının demokratik taleplerinin mücadelesini birlikte vermek bugün tüm toplumsal muhalefet güçlerinin sorumluluğudur. Ancak mücadeleyi sadece bu eksene sıkıştırmak ya da sadece bu eksene sıkıştırılmasına izin vermek büyük bir eksiklik içerecektir.
Bugün için toplumsal muhalefet hareketinin neoliberalizmin yağma ve talan politikalarına karşı çıkmanın yanında önde tutması gereken üç temel başlığı mevcuttur: Saray ile simgeleşen diktatörlüğe, faşizme ve anti demokratik politikalara karşı mücadele, IŞİD ile simgeleşen cihatçı çete vahşetine, mezhep faşizmine ve gericiliğe karşı mücadele ve savaş ile simgeleşen emperyalist işbirliğine, halk katliamlarına karşı mücadele. Bunların hepsinde Tayyip Erdoğan taraftır, halklara karşı taraftır. Halkların hedefi de Tayyip Erdoğan’ı alaşağı etmek olmalıdır. Türkiye halklarının büyük çoğunluğu Erdoğan’ın Başkanlık Sistemi hayaline karşı olduğunu genel seçimde zaten beyan etti. Kamuoyu araştırmalarında AKP’lilerin bile “Suriye sınırında IŞİD mi olsun PYD mi” sorusuna çoğunluk olarak PYD yanıtını verdiği bir düzlemde Tayyip Erdoğan’ın gerçek yüzüne karşı halkı bir taraf halinde örgütlemek çok daha mümkün. Ortadoğu’da girişilecek bir savaşı ise silah tüccarlarından ve Tayyip Erdoğan’dan başka kimse istememektedir. Çünkü sadece bu ikisinin doğrudan çıkarı olacaktır. Kısacası Tayyip Erdoğan diktatörlük heveslisidir, IŞİD destekçisidir ve savaş çığırtkanıdır. Tüm bu politikalar onun şahsında simgeleşmiştir. Güncel politikada halkın taraf olması, taraf haline getirilmesi gereken nokta “Erdoğan karşıtlığı”dır.
Savaşı meşru gösterecek politikalara kan vermeyeceğiz, sarayın kendisini meşrulaştıracak politikalarına can vermeyeceğiz!
Dipnotlar:
[1] Bu konuda, “AKP tek başına iktidar olsa da bugün yaşananları aynı şekilde yapacaktı” ya da “AKP tek başına iktidar olsa bugün yaşananları yapmayacaktı” iddiaları ileri sürülebilir elbette ancak böyle bir tartışmanın yani –se ve –sa larla yapılan bir tartışmanın bugün için pratik bir anlamı yok.
[2] Siirt milletvekilini istifa ettirtip kendisini milletvekili seçtirerek Meclis’e adım atan Tayyip Erdoğan –ki bu süreçte Deniz Baykal’ın emeğini teslim etmek gerek-, daha sonra orduya ve elbette nefret ettiği solculara karşı cemaatle kurduğu ittifakta yeni “kumpas kuralları” geliştirdi. O dönemin kuralları referandumla onaylatılacaktı. Cemaatle işi bitince bu sefer, yeni oyun yeni kurallar geliştirdi. Solculara karşı kurallar Özel Güvenlik Mahkemeleri, İç Güvenlik Yasası ve Sulh Ceza Mahkemeleri ile zaten sürekli değişmekteydi.
[3] 29 Temmuz’da Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, 39 ilde yapılan emniyet operasyonlarında 1061 kişinin gözaltına alındığını; şüphelilerin 847’sinin PKK ve KCK’ya, 137’sinin IŞİD’e, 77’sinin DHKP-C ve diğer sol örgütlere mensup olduğunu söyledi. Yani yüzde 90’ı solcu, sosyalist.
[4] 23-26 Temmuz arasında 75 Türk jeti, 400’den fazla PKK hedefine 155 sorti yaptı. IŞİD hedeflerine karşı yapılar operasyon sayısı? Sadece üç.
[5] En son gönderdikleri postanın yarısı öldürüldü, diğer yarısı Nusra tarafından esir alındı. toplamda 54
[6] Bir Amerikalı yetkili, Ankara’nın İncirlik üssünü IŞİD’le mücadele amacıyla kullanıma açmasının “oyunun kurallarını değiştirdiğini” söylüyordu. İncirlik üssü Suriye sınırından 110 kilometre ötede. Bu da Amerikan jetlerinin hedeflerine diğer üslerden çok daha çabuk ulaşması anlamına geliyor. IŞİD’le mücadele koalisyonuna bağlı uçaklar çoğunlukla, Bahreyn ve Ürdün’deki üslerden ya da Basra Körfezi’ndeki uçak gemilerinden kalkıyor.
[7] Bakınız “AKP neden IŞİD’le savaşamaz?”
[8] Tüm operasyonun gerekçesi Suruç katliamından hemen ardından Ceylanpınar’da iki polis memurunun evlerinde öldürülmesi oldu. Bu eylemi PKK resmi olarak üstlenmedi.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.