Saray ve Meclis koridorlarındaki oyunun kurucusu olmayabiliriz ama asla seyircisi olmayacağız Seçim sonuçlarının belli olmasının üzerinden bir ay geçti. Ancak hala siyasi temsil krizine bir çözüm bulamadılar. Tayyip Erdoğan için mükemmel çözüm 7 Haziran’da sandığa gömülmüştü zaten. Şimdi kişisel iktidarına en az zarar verecek seçenekler üzerinde çalışıyor. Parti liderleri onunla görüşmeyi reddedince, bazı önemli şahıs […]
Saray ve Meclis koridorlarındaki oyunun kurucusu olmayabiliriz ama asla seyircisi olmayacağız
Seçim sonuçlarının belli olmasının üzerinden bir ay geçti. Ancak hala siyasi temsil krizine bir çözüm bulamadılar. Tayyip Erdoğan için mükemmel çözüm 7 Haziran’da sandığa gömülmüştü zaten. Şimdi kişisel iktidarına en az zarar verecek seçenekler üzerinde çalışıyor. Parti liderleri onunla görüşmeyi reddedince, bazı önemli şahıs olarak varsaydıklarıyla (Baykal, Doğan ve meçhul bir MHP’li vekil) iş bitirmeye/yapmaya çalışıyor. Ancak ona dokunan yanmakta. Deniz Baykal’ı bitirdi bile. Baykal artık şaibeli bir siyasetçi olarak siyasi hayatını noktalamak zorunda.[1]
Meclis Başkanlık Divanı seçimiyle (büyük ihtimalle 9 Temmuz Perşembe günü anlaşamazlarsa süreç biraz daha ertelenecek) birlikte hükümet kurmak için 45 günlük sayaç çalışmaya başlayacak. Bu süreçte (23 Ağustos’a kadar) hükümet kurulamazsa erken seçim yapılacak (büyük ihtimalle Kasım’da).[2] Azınlık hükümeti formülleri (yani MHP ya da HDP desteğiyle kurulacak AKP hükümeti veya MHP ve HDP desteğiyle kurulacak CHP hükümeti) tamamen ortadan kalktı. İki seçenek hala Tayyip Erdoğan’ın masasında; AKP-MHP ya da AKP-CHP koalisyonu. Masasında olan bir seçenek daha var; erken seçim. O yüzden sürekli kamuoyu araştırması yaptırıyormuş. Ancak kamuoyu şirketlerine de güven olmuyor, biri AKP’nin şimdiki oyunun yüzde 35’e düşebileceğini iddia ederken bir diğeri yüzde 44’e çıkabileceğini ve tek başına iktidar olacağını iddia etmekte. Erdoğan da şaşırmış durumda.[3] Hiç olmazsa önünde 45 günü daha var. Bu zamanı tek parti iktidarının son demleri olarak yaşayabilir. Yaşıyor da.
AKP, Meclis’teki çoğunluğunu kaybetmiş olsa da son bir ayda 663 üst düzey atama yaptı. TÜBİTAK Başkanı’ndan Türkiye Elektrik İletim A.Ş. Müdürü’ne, Basın İlan Kurumu Genel Müdürü’nden Rekabet Kurumu Başkanı’na kadar yüzlerce yeni bürokrat şu anki AKP “azınlık hükümeti” tarafından yenilendi. Son kalan “kupon arazilerin” el değiştirmesiyle de batan geminin malları tamamen yağmalanmış olacak.
Tayyip Erdoğan’ın Suriye heveslerinin yeniden canlanmasına da bu dönemin özel koşulları neden olmuş durumda. Yeniden savaş çığırtkanlığına başlamasının asıl nedeni bu 45 günlük süreyi kendisinin belirlediği bir gündem içinde planlamak. Kontrolü elinden kaçırırsa neler olabileceğinin farkında. Suriye topraklarında bir savaşa girmenin nelere mal olabileceğini mantık yürütebilen her insan görebilir. Asıl belirleyici faktör yani ABD’nin Tayyip Erdoğan’a izin vermiyor oluşu bir kenara bırakılsa bile, olası bir savaş herhangi bir devletle yapılacak kuralları belli “nizami bir savaş” olmayacaktır. Gerek IŞİD’e gerekse de PYD’ye vurulacak her darbe bütün ülke topraklarını (Taksim’den Kızılay’a, Kaçak Saray’dan Dolmabahçe’ye kadar) karşı saldırılar için hedef haline getirecektir.
Erdoğan, Suriye konusunda asıl hedef olarak Kürtleri belirlemiş durumda. Bu dönem için bu korkusunu tetikleyen gelişme YPG’nin Tel Abyad’ı IŞİD’in elinden alarak Cizîr ve Kobanê’yi birleştirmesi. Ve daha da ilerleyerek Afrin’le birleşme ihtimali. Bu ihtimal gerçekleşirse Türkiye yüzlerce kilometrelik bir sınır boyunca Kürt yönetimiyle “komşu” olacak. Feryadı buna.
Şöyle diyor Erdoğan; “Tüm dünyaya sesleniyorum: Suriye’nin kuzeyinde, güneyimizde bir devlet kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz. Bedeli ne olursa olsun bu konudaki mücadelemizi sürdüreceğiz. Türkiye dışarıda bırakılarak bölgede sürdürülebilir bir güven, refah düzeni kurulması mümkün değildir. Ticari bir faaliyet sürdürülmesi söz konusu olamaz. Bölgedeki demografinin değiştirilmesine göz yummayacağız”. O her ne kadar ad vermeden PYD’yi kastediyorsa da, ilk cümlenin yani “güneyimizde bir devlet kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz” lafının saçmalığı ortada. “Güneyimizde” 29 Haziran 2014’te yani bir yıl önce ilan edilmiş “yeni bir devlet” zaten mevcut, adı bilindiği üzere “İslam Devleti”. Erdoğan’ın “kurulmasına izin vermeyeceğiz” dediği şey, kendisinin de yol vermesiyle zaten kurulmuştu. Bu konuda Erdoğan’ın asıl rahatsız olduğu; bölgedeki oyunun dışarısında bırakılması, ticari faaliyetlere bulaşamaması ve nüfus yerleşim planlarına karışamaması. Erdoğan’ın asıl talebi bunlar. Kimden istiyor? Bütün dünyaya seslendiğine göre ABD’den istiyor elbette.
ABD ise anlaşıldığı kadarıyla bunları vermeye hiç niyetli değil. ABD, IŞİD’e karşı Erbil’de kurduğu operasyon merkezinde YPG’den bir irtibat görevlisi bulunduruyor. İrtibat görevlisinin görevi yerdeki YPG kuvvetleri ile ABD uçaklarının koordinasyonunu sağlamak. AKP ve Özgür Suriye Ordusu da bu konumu elde etmek için Ocak’tan beri debelenmiş ama ABD, ÖSO’yu tercih etmediği gibi NATO müttefiki Türkiye’yi de tercih etmemiş. Tayyip’in sesini duymamış olacaklar ki o da dünyaya seslenmeye karar vermiş.
Erdoğan, Suriye sınırındaki 317 hudut karakoluna, 1500 civarındaki tank, zırhlı araç ve toplardan oluşan teçhizata ve 100 bine yakın askere “başkomutan sıfatı” ile sınırı geçin emri verir mi? Yanıt, “neredeyse” imkânsız. “Neredeyse”; çünkü söz konusu olan kendi kişisel ihtirası için her şeyi yapabilecek bir diktatör bozuntusu.
Erdoğan, Esad’a ya da Kürtlere karşı savaş çıkartmasa da yarattığı bu durumu kullanabileceği bir iç politika alanı mevcut; MHP ile yapılacak bir koalisyonun zemini bu esaslara oturtabilir. Zaten Meclis Başkanlığı seçiminde MHP ile yaptıkları gizli anlaşma başarılı ürün verdi.[4] Bahçeli’nin son dönemde ağız değiştirmesi, “siyasi istikrarsızlık baş gösterirse Türkiye’yi namerde muhtaç etmeyiz”, “koalisyonlar daha çok, insanları bir araya getirir, birçok çözülemeyen konu çözülür” gibi değişimler kendi seçmenini hazırlamak olarak görülebilir. MHP’nin, AKP her sıkıştığında (cumhurbaşkanlığı seçiminde kaç oy gerektiği, 4+4+4 yasası gibi) yardıma yetiştiği örnekler istisnayı değil içeriği gösteriyor. MHP kadrolarının uzun zamandır uzak kaldıkları devlet olanaklarını tekrar elde edebilecek olmaları da iştahlarını kabartıyor.
Olası bir AKP-MHP koalisyonu kuşkusuz yeni bir Milliyetçi Cephe (MC) benzeri hükümet oluşturacaktır. Çünkü mayaları faşizm, gericilik ve sermayenin azgın saldırılarına hizmet etme amacıyla yoğrulmuştur. Bu koalisyon 1970’lerin MC’lerinden farklı olarak egemen sınıfların birinci tercihi olmasa da, halka karşı suç işlemek, yağma ve talanı arttırmak ortak ülküleri olacaktır.
Ancak oluşan nesnel koşullar dünden çok daha umutlu olunmasını sağlıyor. Kuşkusuz bunun en önemli göstergelerinden biri yüzde 38’lik oranla “sola verilen” oydur. Bu işlenebilir, hareket ettirilebilir ve geliştirilebilir bir zeminin hiç olmadığı kadar genişlediğinin kanıtıdır. Üstelik şimdiye kadarki gelişmeler gerek CHP’nin gerekse de HDP’nin birbirlerinin hassasiyetlerini dikkate alır şekilde ilerlediklerini göstermekte.[5]
Tüm bunlardan daha değerli bir nesnel dinamik mevcut; hala gözünü sokağa dikmiş, kendisini içerisinde var edebileceği bir hedef doğrultusunda harekete geçmeye hazır ve elbette Meclis’te yapılabileceklerin sınırını kavramış yüz binler. Bu kitle, henüz, bir hedef doğrultusunda uzun bir süre boyunca hareket etmiyor, kendi içerisinden bütünü kapsayacak bir örgütlülük modeli oluşturamıyor ancak bunu yapabileceğini/yaptığını her ayrı mücadele başlığında her ayrı mekânda gösterdi. Devrimcilere düşen ise Meclis’i de sokağı da kendilerini de bu dönemin ihtiyaçları üzerinden donatmak, yenilemek ve aşmak olmalı.
Saray ve Meclis koridorlarındaki oyunun kurucusu olmayabiliriz ama asla seyircisi olmayacağız. Bu oyunu bozmak, sokakta başka türlü bir oyun kurmak ise boynumuzun borcu.
Dipnotlar:
[1] Baykal açıklamadı ama hiç şüpheye yer yok ki Tayyip Erdoğan sıkıştığında Baykal’la olan ilişkisini (açıktan ya da servis ederek) faş edecektir. Baykal, Saray görüşmesi ile, Yaşar Büyükanıt’ın Dolmabahçe görüşmesinin ardından yaşadığı gibi, tarihin satın alınanlar sayfasındaki yerini aldı.
[2] Erken seçim hükümeti partilerin milletvekili sayılarına göre dağıtılacak bakanlıklardan oluşacak. Yani böyle bir durumda HDP’li milletvekillerinden bir kısmı bakanlık koltuğuna oturacak.
[3] Erken seçim tercihini zorlayan bir başka faktör ekonomik göstergeler. Dünya Bankası orta vadeli ekonomik büyüme öngörüsünü şimdiden 3,9’dan 3,5’e düşürdü. Enflasyon oranı aşağılara çekilemiyor. Cari açık da düşük büyümeye rağmen artmaya devam ediyor.
[4] Aslında Erdoğan iki ata da oynamıştı, zaten her durumda kazanıyordu, olsun bu seferki daha içerden.
[5] Gerek Ercan Karakaş’ın “CHP ve HDP muhalefette kalırsa elbette demokrasi, özgürlükler konusunda işbirliği yaparlar… Yapması da gerekir” açıklaması gerekse de Sırrı Süreyya Önder’in “sol blok” değerlendirmesi kişilerin niyetini aşan yeni bir nesnel zeminin oluşumuna işaret. Bunun fotoğrafını ise LGBTİ Onur Yürüyüşü’nde polis saldırısına karşı bir araya gelerek direnen CHP’li ve HDP’li milletvekilleri çektirdi bile.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.