AKP’nin topluma verdiği zararların tazmin edilmesi, suçlarının hesabını vermesi önceliklidir. Hiç kimse unutamaz, üstünü örtemez, yok sayamaz Herkes seçime çok iyi hazırlanmıştı, ellerinde avuçlarında ne varsa seçime yatırdılar. Ancak anlaşılıyor ki seçim sonrasına kimse hazır değildi. Böyle olacağını gerçekten öngörmüş olsalardı herhalde CHP ve MHP biraz daha yumuşar, AKP biraz daha açık kapı bırakırdı. Şimdi […]
AKP’nin topluma verdiği zararların tazmin edilmesi, suçlarının hesabını vermesi önceliklidir. Hiç kimse unutamaz, üstünü örtemez, yok sayamaz
Herkes seçime çok iyi hazırlanmıştı, ellerinde avuçlarında ne varsa seçime yatırdılar. Ancak anlaşılıyor ki seçim sonrasına kimse hazır değildi. Böyle olacağını gerçekten öngörmüş olsalardı herhalde CHP ve MHP biraz daha yumuşar, AKP biraz daha açık kapı bırakırdı. Şimdi söyledikleri, yaptıkları ayaklarına dolaşıyor, nasıl kıvıracaklarını bilemiyorlar.1 Ellerinde tek bir mazeret var; “siyasetçi olmanın sorumluluğunun farkındayız, ülkeyi krize sokmayız, iktidarsız bırakmayız, üzerimize ne düşüyorsa yaparız”.2
Adına pazarlık ya da uzlaşma denen bu süreç, asıl olarak taviz verme ve geri çekilme olarak yaşanıyor/yaşanacak. Söz konusu olan “pazarlık” olunca da çok laf, üstelik her kafadan çok laf çıkıyor. Her partilinin bir fikri, bir önerisi mevcut. AKP, CHP ve MHP’de bu durum daha çok iç mekanlarda yaşanırken, yine şaşırtıcı olan HDP’nin bu tercih farklılıklarını kamuoyu önünde yapması! Denilebilir ki bu daha sağlıklıdır(!)
Sonuçta, seçimden siyasi iktidar (hükümet) krizi çıktı. Bu kriz, devletin işleyişinde bir krize, hatta bir rejim krizine dönüşür mü? Görünen haliyle, şu anki aktörlerin önceliklerine bakarak, şimdilik hayır.
Bu kaostan ise inisiyatifi elinde tutan, yani Tayyip Erdoğan (gücü zayıflamış olsa da) kazançlı çıkmayı planlamaktadır. Kabul etmek gerekir ki seçenekleri daha fazladır. Biraz daha fazla koltuk vererek MHP, biraz daha inisiyatif vererek CHP ve iktidarını (en azından bir süre) paylaşmayı göze alarak Abdullah Gül. Ancak 13 yıllık alışkanlığın getirdiği, gücün tamamını elinde tutma tutkusuyla son hamlesini yaparak bir erken seçim (tekrar seçim) tercihi yapması da şaşırtıcı olmaz. Erken seçime en çok karşı olanın geleneksel tekelci sermaye (TÜSİAD) olması anlaşılabilir. Koalisyon görüşmeleri için ilk ziyareti Erdoğan’a yapan MÜSİAD’ın bile “Erken seçim olursa 2016’yı bile kaybederiz” feryadı bu eğilimin sermayenin geneli tarafından sahiplenildiğini gösteriyor. Çünkü onlar ne AKP’nin daha çok güçlenmesini ne de silinmesini uygun görüyorlar. Gelinen halden memnunlar. AKP’nin içinde iktidardan uzaklaştırılmış olanların tercihi ise AKP’nin fabrika ayarlarına yani 2002’deki söylemine, bileşimine geri dönmesi (böylece kendileri de eski yerlerini alabilecekler). Ancak AKP’nin “fabrika ayarlarına” dönmesi mümkün değil. Çünkü bugün gerek neoliberal politikaların uygulanması gerekse dış politika tercihleri nedeniyle bu “demokratikleşme” maskesi taşınabilir değil. Sonuç olarak, karar verici Tayyip Erdoğan olduğuna göre hangi seçenek olursa olsun, halkın yararına bir sonuç doğurmayacağını söylemek kahinlik olmaz.
Bununla birlikte oluşan yeni meclisin bütün aktörlerinin çok “sağduyulu” hareket ettiğinin altını çizmek gerek. Ve herkes önceliğini yeni hükümetin nasıl oluşacağına, kimlerden oluşması gerektiğine vermiş durumda. Oysa 13 yıllık AKP iktidarının tüm toplumda yarattığı tahribat ve seçim sonuçlarının bizzat kendisi bir nesnel durum oluşturmuş durumda. Bu nesnel durumun en temel özellikleri olarak, AKP’nin çoğunluğu kaybetmesi, toplamda sola verilen yüzde 38 oy, Haziran İsyanı’nın tüm öznelerinin hala hareket halinde oluşu gösterilebilir.
Sokaktaki meşruiyetini çok önceden kaybetmiş olan AKP’nin Meclis çoğunluğunu da kaybetmesi, başta Tayyip Erdoğanınkiler olmak üzere tüm icraatları sorgulanır ve değiştirilebilir hale getirmiştir. Artık “Millet beni seçti, her istediğimi yaparım” devri kapanmıştır (Bu durum ancak halk iradesini reddeden bir dikta rejimi tercihi ile mümkündür). Çoğunluk onayının ortadan kalkması, çoğunluğun karşı duruşunun (diklenmesinin) önünü açacaktır.
Toplamda sola verilen yüzde 38 oy, tamamının sol oy olarak kabul edilmesi “şimdilik” mümkün olmasa da 1979’dan beri gerçekleşen en büyük sıçrama olarak kabul edilmeli.3 Bu sonuç başta CHP ve HDP’dekiler olmak üzere bütün solculara üzerinde değerlendirme yapma ve birtakım görevler çıkarma sorumluluğunu yüklemektedir. İlk olarak görülmeli ki, seçim öncesinde izlenen taktik yani CHP ve HDP’nin birbirinin “nasırına basmama” taktiği başarılı olmuştur. Aynı sürecin sürdürülmesi ve daha da yakınlaştıracak politikaların izlenmesi, özellikle bir AKP-MHP koalisyonu söz konusu olduğunda çok daha elzemdir. Kuşkusuz bu konuda her iki partinin önemli handikapları (özellikle geçmişte izledikleri politikalardan kaynaklı) mevcut olmakla birlikte koşullar (tek başlarına güçlü muhalif duruşlar gerçekleştiremeyecek oluşları) “birlikte hareketi” zorunlu kılmaktadır. Bununla birlikte, kendilerine oy verenlerin bulundukları durumu ilerletmek için özel politikalar geliştirmek zorundadırlar da.4
Haziran İsyanı’nın tüm öznelerinin hala hareket kabiliyetini koruması ise bu dönemin belki de en önemli belirleyeni olacak (ne yapılması gerektiği konusunda olmasa bile ne yapılmaması gerektiğini belirleyecek). Ne yapılmaması gerektiği ezberinde mevcut; AKP’yi aklayacak hiçbir girişime (özellikle soldan doğru gelişecek) izin vermeyecek.5
Kuşkusuz bu özneler asıl gücünü yeni hükümet kurulduktan, iktidar mercileri programlarını uygulamaya koyduktan sonra gösterecek olsa da içinde bulunduğumuz sürecin sonlanmasını beklemeyecek. İzlenmesi gereken temel (asgari) mücadele başlıklarına zaten sahip; iktidarın halka karşı işlediği suçlarla ilgili yargılamalar başlatılsın, iç güvenlik yasası iptal edilsin, taşeron çalıştırma yasaklasın, asgari ücret insanca yaşam düzeyine çıkarılsın, güvenceli çalışma koşulları sağlansın, kadına yönelik şiddeti engelleyici yasalar çıkarılsın, kentlerin ve doğanın yağması durdurulsun, içeride ve dışarıda savaş politikaları durdurulsun, eğitimdeki dinselleştirme politikaları durdurulsun.
Özellikle meclisin açılmasıyla yani yasama görevini yapabilir hale gelmesiyle birlikte halkın temel taleplerinin (bunların çoğunu seçim döneminde partiler de dillendirdi ve bu propagandayla oy topladılar) yasal güvenceye alınması zorunludur. Hükümet oluşmadan önce ve hatta oluştuktan sonra da (isterse hükümet hiç oluşmasın) AKP’nin bu topluma verdiği zararların tazmin edilmesi, işlediği suçların hesabını vermesi önceliklidir. Hiç kimse unutamaz, üstünü örtemez, yok sayamaz. Etkin bir sokak muhalefeti, meclisi baskılayacak ve kuşatacak ana zemin olacaktır. Hesap sorulmasının güvencesi sokaktır.
Siyasi iktidar krizini derinleştirmek, rejim krizine dönüştürmek her zaman olduğu gibi devrimcilerin, sosyalistlerin ellerinde…
Dipnotlar:
1 Laf ağızdan çıkana kadar ona sen hakimsin, ağızdan çıktıktan sonra o sana.
2 Bu noktada AKP’lilerden bile daha çok sistemin geleceğini dert edinenlere tanıklık etmekteyiz. Devleti, rejimi dert edinen ne kadar çok sorumluluk sahibi şahsiyet varmış! Örnek mi? AKP-CHP koalisyonunu tek çözüm olarak gören Nuray Mert, CHP’ye Tayyip Erdoğan’ın yargılanmasını dayatmamasını, dört bakanla yetinilmesi gerektiği aklını sorumluluk sahibi bir şahıs olarak verebiliyor. Asıl şaşırtıcı olan ise “benzer” söylemleri bazı HDP’lilerin de kullanması. Örneğin Figen Yüksekdağ’ın “Ancak bizim karşımıza birtakım zorunluluklar, sorumluluklar; herhangi bir koalisyon seçeneğine, tartışmasına da kapalı olmadığımızı ifade ettik” sözlerini anlamak gerçekten zor. Devrimciler ne zamandan beri rejimin krizlerini çözmeye giriştiler?
3 1989’da Sosyaldemokrat Halkçı Parti’nin (SHP) yerel seçimlerde elde ettiği başarı ayrı bir başlık olarak tutularak.
4 HDP içerisinde süre giden “emanet oy var/yok” tartışmasının neden bu dönem tercih edildiği ayrı bir soru işareti oluştursa da şurası açık ki yani sayılar gösteriyor ki HDP, daha önce kendisine oy vermeyen bir kitleden bu kez oy almıştır. Konda’nın araştırmasına göre bunlar özellikle iki kesimden “AKP’den kayan oylar ve önceki seçimde oy vermemiş olan seçmenden” aldıklarıdır. Şimdi HDP’nin bir diğer sınavı, özellikle AKP’den “kayan oyları” stabil hale getirmek için oy veren kesimleri sol politikalara mı ikna edecekler yoksa onların tercihlerinin temsilciliğini mi üstlenecekler? Diğer yandan CHP’den ayrılarak Anadolu Parisi’ni kuran Emine Ülker Tarhan ve Birgül Ayman Güler gibi ulusalcıların 27 bin oyla boylarının ölçüsünü almış olmaları, CHP’deki ilericileri artık mazeretsiz bırakmıştır.
5 Özellikle CHP içinde bazı zihni sinir projecilerinin bir AKP-CHP koalisyonu için formül arayışında oldukları görülüyor. Bu zihni sinirlere bulmaları gereken bir başka formül olduğunu da hatırlatmak gerek. AKP-CHP koalisyonunu başarırlarsa, ellerine çadırlarını alıp Gezi Parkı’na yerleşecek olan yüzlerce, binlerce insanı engelleyecek bir formül de bulsunlar.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.