Son günlerin siyasal gündemi, tam anlamıyla yapay hale dönüştürüldü. Klasik sağ zihniyetin siyaset tarzını bu dönem iyice pekiştiren Tayyip Erdoğan, yapay gündemler oluşturmak için “fırsat” kovalamaya devam ediyor. Tabii bu tarzın pirinin Melih Gökçek olduğunu belirtmeden geçmemek gerek. Tayyip, aradığı fırsatı bu kez Kıbrıs’ta ve her zamanki gibi CHP’de buldu. Bunlar olmasa da “ucube” gibi […]
Son günlerin siyasal gündemi, tam anlamıyla yapay hale dönüştürüldü. Klasik sağ zihniyetin siyaset tarzını bu dönem iyice pekiştiren Tayyip Erdoğan, yapay gündemler oluşturmak için “fırsat” kovalamaya devam ediyor. Tabii bu tarzın pirinin Melih Gökçek olduğunu belirtmeden geçmemek gerek. Tayyip, aradığı fırsatı bu kez Kıbrıs’ta ve her zamanki gibi CHP’de buldu. Bunlar olmasa da “ucube” gibi başka cin fikirlikler ortaya atardı elbette; ancak o zaman da Torba Yasa protestolarıyla ve Kuzey Afrika’daki halk ayaklanmalarının Türkiye’deki benzer dinamikleriyle karşı karşıya kalacaktı.
Kıbrıs’ta 28 Ocak’ta düzenlenen Toplumsal Varoluş Mitingi’nde açılan pankartlardan hazzetmeyen başbakan, Kıbrıs halkını “besleme” ilan ediverdi. Özal’dan beri ada ekonomisine Ankara yapımı neoliberal ekonomik paketlerin yön veriyor olması, Kıbrıs’ın siyasal alanda yıllardan beri Türkiye hükümetlerinin elinde bir koz olarak kullanılıyor olması, birçok alanda uluslararası yaptırımlara tabi tutulması, bir anda unutuldu; fatura Kıbrıs halkına kesiliverdi. 285 bin kalıcı nüfuslu, 3 milyar TL bütçeli (Türkiye’ninki 312,5 milyar TL) Kıbrıs’a Türkiye’nin yaptığı net yıllık yardım 150 ile 300 milyon TL arasında değişiyor. Kıbrıslı sol siyasetçilere göre de Türkiye, bunun karşılığını dolaylı olarak kat be kat tahsil ediyor zaten. O zaman Tayyip’i asıl rahatsız eden nedir? Kuzey Kıbrıs Başbakanı İrsen Küçük’ün aldığı maaştır. Zaten bunu da kendisine bizzat soruyor, “Senin maaşın ne kadar” diye. Hatırlanacağı gibi Tayyip kendi eşdeğerlerinin maaşını hep merak eder. 2004’te de Almanya Başbakanı Gerhard Schröder’e ne kadar maaş aldığını sormuştu. Tayyip’i asıl rahatsız eden bir başka neden ise Kıbrıs’ta uygulanan asgari ücrettir. AKP hükümetinin 2011 için belirlediği asgari ücretin 629 TL olduğu bir durumda Kıbrıs’ta 1300 TL olmasının Tayyip’i rahatsız etmemesi düşünülebilir mi? Kendi maaşını eşdeğerlerinin düzeyine yükseltmeye çalışan Tayyip, işçilerin ücretini de en alt seviyeye indirmeye çalışmakta; bu ne “yaman çelişki”!
Tayyip’in yeni Kuzey Kıbrıs hükümetinden de memnun olmadığını eklemek gerek. Yine hatırlanacağı gibi Kıbrıs’tan sorumlu Cemil Çiçek’in operasyonları başarısız olmuş ve seçimlerde AKP’nin desteklediği ekip seçilememişti. Çiçek’e diş geçiremeyen Tayyip de hırsını “yenilerden” almaya çalışıyor. Üstelik en kolay yoldan; babanın çocuğunu “harçlığını keserim, ha” korkutmasıyla… Unutmamak gerek bir dış mihrak var.
Tayyip’te ve AKP’lilerde “yaman çelişki” çok. CHP’li Süheyl Batum’un “TSK meğer kağıttan kaplanmış, meğer Amerika içini oymuş” sözleri medyayı da onları da coşturdu. Tayyip, “bu karşılıksız kalırsa Türk Silahlı Kuvvetleri ile futbol topu gibi oynarlar” tespitini yapıp suç duyurusunda bulundu. Arınç ise Batum’un sözlerini “agresif, çatışmacı, tahkir edici” buldu. Bu şahısların TSK ile ilgili söylediklerini arşivlerden çıkarmaya gerek var mı?
AKP’nin yeni orduyla arası düzeldiğine göre onu cansiperane savunabilir artık. Batum’un ABD göndermesine uygun olarak ordu da açıklamasında yeni konumunun altını özenle çiziyor; “Çevremizde sonu belli olmayan istikrarsızlıkların yoğunlaştığı bir dönemde, sadece güvenlik alanındaki görevlerini en iyi şekilde yerine getirme gayreti içinde olan…”
Süheyl Batum’un, beslendiği ulusalcı-faşizan ideolojik akım, içinde bulunduğu ilişkiler (Batum’un konuştuğu gün ADD Başkanı Tansel Çölaşan da ‘Cumhuriyet Mitingleri’ne yeniden başlayacaklarını açıkladı.) düşünülecek olursa, beklentileri boşa çıkmış, kazıklanmış bir insanın gerçek ruh halini yansıttığını görmek mümkün. Üstelik Batum gibileri az da değiller. Bu tipler (siyasi) intihara meyilli olsalar da şimdilik, seçimlere kadar CHP ve MHP arasında dağılacaklar. Ancak Kılıçdaroğlu ile başlayan “halkçı-popülist söylem” sürdüğü sürece CHP içindeki varlıkları ve etkinlikleri azalacak, ADD ile başlatacakları “yeni dalga”nın etkisine bağlı olarak da yeni bir siyasi parti oluşumunu (tabii ancak seçimlerden sonra) planlayacaklardır.
Tayyip’in “yaman çelişki”lerinden bir diğeri ise seçimlere giderken yapmak zorunda kaldığı göz boyamalar. AKP iktidarında 306 haftadır Cumartesi Anneleri’nin çığlığı duymayan şahıs bir günde “kayıp bulucu” olmaya soyunuverdi.
Bir başka “yaman çelişki”, biraz geç kalmış olsa da, doğal olarak AKP’nin dış politikasında yaşanıyor. Başbakan epey geciktikten, “Sayın Obama ile 6 gün içinde 2 kez görüştükten” sonra, Mısır iktidarına “şiddete başvuranlar adalete teslim edilmelidir, geçiş sürecinde yeni bir seçim yasası benimsenmelidir” çağrısında bulundu. Ancak aynı çağrıyı Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir’e, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a yapamıyor. (Sayın Obama ile görüşemediği içindir.)
Tunus’tan sonra Mısır’da yaşananlar tüm dünyada, egemenler açısından panik, ezilenler açısından ise umut yarattı. Ancak her iki kesim de şaşkın. ABD Dışişleri Bakanı Hillary kendi şaşkınlıklarını “hiç bilmediğimiz işlerle uğraşıyoruz” diyerek ifade ediyor. Ezilenler ise ayaklanmaların devrimlere dönüşüp dönüşmeyeceği beklemesinde.
Mısır’da halkın “Mübarek gidene kadar Tahrir meydanındayız” diyerek sürdürdüğü ayaklanmanın tetikleyicisi kuşkusuz Tunus’ta yaşananlar oldu. Ancak Mısır’da bugün yaşananların yılların biriktirdiği üç temel nedeni mevcut: 80 milyon nüfusun yaklaşık yarısı işsiz ve yoksulken yolsuzluk ve adam kayırma had safhada, demokratik haklar gasp edilmiş, işkence sistematik ve yaygın hale gelmiş durumda ve yanı başlarındaki Filistin halkının çektiği acıyı her gün yaşayan Mısır halkı kendi devlet başkanların İsrail’le işbirliğine katlanmak durumunda idi. Ancak her şeye rağmen bu ayaklanmanın bir devrime yani bir rejim değişikliğine dönüşmesini beklemek olası değil. Kuşkusuz bunun önemli nedenlerinden biri; o bölgedeki politikasını asıl olarak İsrail’in güvenliğine göre kurmuş olan ABD’nin bu durumu tehdit edecek bir gelişmeyi engellemek için her şeyi yapabileceğidir. Ancak bundan daha önemli olan halk hareketini devrime dönüştürecek olan gücün ideolojik, siyasal ve örgütsel olarak var olmadığı gerçeğidir.
Her şeye rağmen umutlu olmak için çok neden var. Çünkü artık emperyalist-kapitalist düzenin şaşaalı başarı öyküleri dünya halklarında bir karşılık bulmuyor ve emperyalist merkezlerin paniği her geçen gün artıyor. Hatırlanacağı gibi 1990’lı yıllarda uluslararası finansal sistemde, art arda çok sayıda finansal kriz yaşanmaya başlanmıştı. Avrupa Para Krizi (1992-93), Latin Amerika “Tekila Krizi” (1994-95), Türkiye Krizi (1994), Güney Doğu Asya Krizi (1997-98), Rusya Krizi (1998), Brezilya Krizi (1999), Türkiye Krizi (2001), Arjantin Krizi (2001-2002), çok sayıdaki finansal krizlerinden sadece bazılarıdır. “Çevre krizlerini” yine çevredekilerin üzerine yıkarak durumu kurtarmaya çalışan emperyalist merkezler 2008’de bizzat en merkezde, ABD’de yaşanan krizle yüz yüze kaldı. Bunu 2010’da Avrupa’da Yunanistan, Portekiz ve İspanya krizleri izledi. Emperyalist merkezlerde neoliberal politikaları yeniden yapılandırmanın tartışıldığı, yeni ekonomik önlemlerin alınmaya çalışıldığı bu dönemde, bu kez farklı bir siyasal kriz gündemde. Neoliberal politikaların iflas ettiği bu dönemde ezilmişlerin, dışlanmışların “kendiliğinden” tarih sahnesine çıkma savaşı bu.
“Özne”ye duyulan ihtiyaç ise tüm dünyada ve elbette
ki Türkiye’de de tüm çıplaklığıyla ortada. İşte torba yasa, işte torba yasa karşısında muhalefetin yetersizliği. AKP’nin referandum sürecinden çıkardığı en önemli deneyim; izlediği taktik olsa gerek. Birkaç göz boyama maddesiyle süslediği referandum paketi başarılı olmuştu. Referanduma “evet” denirse AKP 12 Eylülcüleri yargılayacaktı değil mi? Biz de liberallerin öncülüğünde 12 Eylülcülerden hesap soracaktık! Referandumda evet denilen maddelerden hangileri uygulamaya kondu? AKP’nin ve sermayenin ihtiyacı olanlar.
Şimdi de aynı taktik. Vergi affı, ceza affıyla başlatılan göz boyama süreci 280 maddeyi geçen torba yasaya dönüştürüldü. Unutmadan referandumda taraf olmayan TÜSİAD bu torba yasanın neresindedir acaba? Mızrağı çuvala sokmaya çalışsınlar bakalım, o mızraklı çuvalı taşıyabilecekler mi? Asıl Mısır’dan ders alması gerekenler olarak kendini değil başkalarını gösteren Tayyip’in anlaması gereken şu. ABD’de, dinin suiistimali de Hüsnü’yü kurtarmaya yetmedi, ona hiç yetmeyecek.
Günlük siyasi mücadeleyi “önemsemeyen”, büyük hedefler/başarılar peşinde koşan solcu siyasetler ise gözünü seçim sandığına dikmiş durumda.
Siyasi mücadele, emekçi halkın günlük yaşamının bir parçası haline getirilmediği sürece listede yazan oy sayısının nasıl bir dönüştürücü etkisi vardır? Hak mücadelelerinin farkı tam da bu noktadır. Emekçilerin, yoksulların, dışlanmışların günlük yaşantısının içeriğini değiştirir. İşyerinde patron karşısında haklarını bilen ve bunu isteyen, barındığı konutu rant sevdalılarına karşı savunan, bindiği otobüsü parasız kullanmak için mücadele eden, deresini enerji simsarlarına kaptırmamak için nöbet tutan, parasız eğitim hakkını sıra sıra, sınıf sınıf, okul okul yaymaya çalışan… bir yaşam kavgası.
Hakkını bilen, hak yemeyen, hakkını da yedirmeyenlerin politik kuvveti aranıyor!