Daha açık olmamız gerekirse, emekçilerin kazanım elde etmesinin yolları burjuva siyasi partilerinin bürolarından, kimliklerin kutsanmasından ve birbirlerine benzeyen yaşam tarzlarının birlikteliğinden geçmez. Emekçilerin kazanımlarını korumasının ve ilerletilmesinin yolu barikatın önünden çekilerek değil, barikatın arkasındaki düşlerini hayata geçirecek sağlam iradeyi çelik gibi disiplini kitleler içinde örgütlemesinden geçer
Yoksulluğun yapısal olarak derinleştiği, kitlelerin öfkesinin arttığı yıkım politikalarının arşa çıktığı böyle zamanlar sendikal hareket için yeni ufuklar yeni mevziler ve yeni gelenekler yaratma zamanlarıdır. Ancak olmadı. Saraçhane bir bekleme odası olmaktan ileriye gidemedi. Kendi bahçemizde baharı örgütleyemediğimiz açığa çıktı. Anayasa Mahkemesi’nin dahi hak ihlali olarak gördüğü Taksim yasağına karşı yükseltilmesi gereken mücadeleyi anlaşılan KESK ve DİSK içselleştirememiş.
Elbette bunun yakın geçmişten gelen ve hala güncel olan derin kırılma nedenleri var. Sınıf sendikacılığından uzaklaşıp radikal demokrasi üzerine kurgulanan ve sendikal hareketi benzeşir yaşam kültürlerinin birliği olarak tarif etmeye kalkışmak gibi ideolojik hat belirsizliği nedenleri var. Bir başka neden ise konformizm, yani kuşattığı güvenli alanlarda kalarak (televizyon ekranlarına demeç vermek, kürsü ve salonlarda boy göstermek, burjuva siyasi parti liderleriyle ortak etkinlikler vb vb) sendikal çizgiyi, dolayısıyla emek hareketini, sınıfı en dar ve geri alana hapsetmektir. Bir başka neden ise KESK’in yıllarca yanlış örgütlenen kongre süreçleridir. Yine 2010 Anayasa referandumunda KESK’in evet-hayır bloklaşmasında ortada kalan bir tutum sergilemesi gibi dönemsel politikaların sendikal mücadelenin ihtiyaçlarından ziyade siyasal ihtiyaç olarak belirlenmesidir.
Yine kamusal alanda laiklik karşıtlığına karşı güçlü bir ses çıkartılamaması KESK’in afiş ve bildirilerinde kullanılan dilin sınıf jargonundan uzaklaşması, işkolu sendikacılığının gerici yüzünün su yüzüne çıkmasına rağmen işkolu sendikacılığının gericiliğine karşı “birleşik ve ilerici bir hattın örülememesi” gibi zor konuların masaya yatırılamaması derin kırılmalar için enerji biriktiren fay hatları olmuştur. Tersten kırılma için başka enerji biriktiren fay hatları ise; takvimsel etkinlikleri aşamama, görev savma, yürütmelerde sayı kapma, delege sayısı üzerinden sendikal hat belirlemedir… Tüm bu kırılmalar günün sonunda kamu emek hareketinde güçlü bir iradenin var olmasını engellemiştir. Son ve somut örneği ise Taksim için güçlü bir iradenin ortaya çıkartılamamış olmasıdır. Barbar kapitalizmin demir ökçesine karşı kazanımları korumak ve ilerletmek için barikatın önünde durması gerekenler barikatı terk etmişlerdir.
AKP’nin en güçsüz olduğu, var olan gücünü (güçsüzlüğünü) yeni bir Anayasa ile ayakta tutmaya çalıştığı, kitlelerden ideolojik ve duygusal bağının koptuğu dönemde KESK ve DİSK’in barikatın önünde olması gerekmez miydi? Mesele barikatı aşma meselesi değil elbette. Fiziki olarak buna gücünüz yetmeyebilir. Ancak, Soma’dan Çorlu Tren Katliamı’na, iş cinayetlerinden güvencesiz çalıştırmaya, niteliksiz sağlık politikalarından gerici eğitime karşı yürütülmesi gereken mücadele başlıklarını o barikatın önünde haykırmak gerekmez miydi? Bugün sekiz saat mesai haktır diyebiliyorsak, hafta sonu tatillerini, yıllık izinleri, sendikal hak ve hürriyetleri konuşabiliyorsak, bunun barikatların önünde militanca bedel ödeyen işçilerin ve onların çelikten iradeye sahip sendikalarının öncülüğünde olduğunu unuttuk mu? Kendini besleyen damarı keserek en meşru hakkını, yani direnme hakkını sessiz sedasız barikatın önüne bırakarak geri çekilmek nasıl bir sınıfsal tavırdır?
Daha açık olmamız gerekirse, emekçilerin kazanım elde etmesinin yolları burjuva siyasi partilerinin bürolarından, kimliklerin kutsanmasından ve birbirlerine benzeyen yaşam tarzlarının birlikteliğinden geçmez. Emekçilerin kazanımlarını korumasının ve ilerletilmesinin yolu barikatın önünden çekilerek değil, barikatın arkasındaki düşlerini hayata geçirecek sağlam iradeyi çelik gibi disiplini kitleler içinde örgütlemesinden geçer. Yoksulluğu güvencesizliği iliklerine kadar yaşayanların öfkeli gözlerinin çoğalmasından yan yana gelmesinden, emekçilerin kazanım elde etmelerinin tek yolu politik bir sınıf olarak ortak hareket etmelerinden geçer. Son olarak diyebiliriz ki Kızılay Meydanı’na yüz binleri yığan, şubeleri mühürlenince mühürleri kıran, 4+4+4 eylemlerinde Ankara’da gaza copa direnen sendikal hareketten barikatların önünden çekilen sendikal harekete nasıl gelindiğinin nedenleri sorgulanmadığı müddetçe gerçek anlamıyla bir sınıf sendikasından söz edemeyiz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.